8. Bölüm

621 11 2
                                    



Akşama doğru içimde artan merak vücudumun içinden taşıp akacak cinstendi. İlk defa böyle hissediyordum. Merak ilk defa bu kadar yakınımdaydı. Nabzım kadar.

Elim gayriihtiyari şahdamarım üzerine gitti. Kendisi söylemişti, bana her zaman nabzım kadar yakınında olacaktı. O yanımda olmasa da onun bıraktığı merak duygusu nabzım kadar yakındaydı. O yine bir şekilde haklı çıkmıştı.

Kimseye soramazdım neler olduğunu. Bu beni ele vermekten başka hiçbir şey yapmazdı. Mantıklı düşünmem gerekiyordu.

Dizim kötüydü ancak çok fazla değildi. Buraya kadar yürümüştüm ve bu evin içinde yürümek çok zor olmamalıydı. Sırtımı dikleştirdim ve ayağa kalkmaya çalıştım. Ancak dizimdeki ağrı yerime oturmam için yalvarıyordu.

Şimdilik sadece oturmalıydım. Zaten içeride beni görseler bunun sebebinin Kumral olduğunu anlamaları uzun sürmezdi. En iyisi biraz daha bekleyip akşam yemeğini Kızıl mı yoksa Kumral mı getirecekti görmekti.

Kafamı pencereye çevirdim ve içimdeki telaşı bastırmaya çalıştım. Kuşlar, ağaçlar, gökyüzü...Bunları düşün Serap. O Kumral Serseriyi düşünme. Tozlu yüzünü, toprak ve çimen kokan kokusunu, sargı sararken dizinde gezinen uzun parmakları...

Yine aynı şeyi yapıyordum. Onu ne kadar düşünmemek için kendimi zorlasam da yolum hep ona çıkıyordu. O çıkmaz sokağın ucunda beni bekleyen o oluyordu.

Kulağım hep kapıdaydı. Onun en ufak sesini dahi duymak içime su serperdi. Ama evin içinde garip bir şekilde ölüm sessizliği vardı. Bu gerçek bedenimi hiç olmadığı kadar titretmişti.

Annemiz onu...onu öldürmüş olabilir miydi?

Bu annemizden beklenmeyecek bir hareket değildi. O seni gözüne kestirdiği anda işin bitmiş olurdu. Kaçış çok zordu. Ve bazen sebebi çok saçma bir şey bile olabilirdi.

İçimden dualar etmeye başlamıştım bile. Daha düne kadar onu tersleyen ve suratına bile bakmayan ben şimdi neden böylesine tutkun olmuştum ona? Buna hiçbir şekilde bir cevabım yoktu.

Kapının önünden bir ses geldiğinde heyecanla kafamı kapıya doğru çevirdim. Ahmet elinde tuttuğu çamaşırlarla odaya girdiğinde katlamam için getirdiğini anlamam zor olmamıştı. İçimdeki bütün heyecan yerle yeksan olmuştu.

Ondan ufak da olsa Kumral hakkında bir bilgi duymak istiyordum. Ama Ahmet'e bu konuda güvenebilir miydim hiçbir fikrim yoktu. Onunla hiçbir münasebetimiz olmamıştı.

"Ahmet." dedim cılız bir sesle. Onunla konuştuğumu duyunca şaşkın bir ifadeyle bana baktı ve daha sonra kapıdan dışarıya baktı. Birinin bizi duymasını istemiyordu. Kapıyı yavaşça kapattı ve bana döndü.

"Sakin ol. Sadece bir şey sormak istiyorum." dedim.

"Bu doğru değil." dedi sessizce. "Tahmin ettiğim soruyu sorma."

"N-Neyi tahmin ediyorsun?" dedim.

"Onunla aranda olanları bütün ev biliyor Serap, annemiz hariç. Kızıl ikinizi ele vermek için kanıt bulmaya çalışıyor."

"Daha dikkatli olun." dedi ve gözlerini kapayıp açtı.

"Evin yanında açılan obrukla ilgileniyor."

"Obruk mu?"

"Evet...Yer altından sağladığımız sular bitmek üzere ve her geçen gün başka bir yer çöküyor. Yani bu evin de yere çökme ihtimali artıyor."

"Anladım." dedim sessizce ve başımı salladım. "Ahmet bu konuştuklarımızı..."

"Tabii ki söylemem. Söylersem kendi başımı da yakmış olurum Serap. Sana bu kadar bilgiyi veren benim."

"Çok teşekkür ederim Ahmet."

"Sadece çok dikkatli olun. Şuan yaptığınız şey ateşle oynamak." dedi ve çıktı.

O an bir yandan rahatsız olsam da bir yandan içim rahatlamıştı. Demek bu ev günden güne çöküşe doğru yol alıyordu. Bunca zamandır suyumuzu yer altından sağlardık ve bu obrukların yakınımıza gelmesi korkutucu bir hal alıyordu. Belki bir gün hiçbirimiz gözümüzü açamayacağız ve ne olduğunu anlamadan ölmüş olacağız.

İşte o gün aslında istediğimizi sağlamış olmaz mıydık? Zaten hepimiz buradan kaçmak istiyorduk. Bu kaçış acı verici olsa da en kesin kaçıştı.

Düşüncelerime son verdim ve önümdeki bir yığın çamaşıra döndüm. Bu yıllık yıkama zamanıydı. Kıyafetlerimiz sadece bir kez yıkanırdı ve genelde ben yıkardım. Şuan bunları kimin yıkadığını aşırı merak ediyordum.

Bütün çamaşırları katladıktan sonra içeri giren Ahmet katladığımı gördüğünde ona sessizce sordum.

"Bunları kim yıkadı?"

"O."

Onun kim olduğunu biliyordum. Kumral'dı. "Gerçekten mi?"

"Senin bütün işlerini o üstlendi. Biliyorsun."

Kalbimde hafif bir sızı hissettim. İki gündür hem kendi ağır işleriyle uğraşıyor hem benim işlerimi yapıyor hem de yanıma gelip benimle ilgileniyordu. Neden bu kadar kötü davranmıştım ki ona?

Kafamı anladığımı gösterir anlamda salladığımda Ahmet çamaşırları alıp dışarı çıkmıştı bile.

Sürekli içeri onun girdiğini hayal ederek geçirdim. Ancak hiçbir şekilde ona dair bir iz bulamamıştım.

Saatler birbirini kovaladı ancak gözümü pencereden almak istesem de en ufak bir seste kapıda oluyordu. Artık bu belirsizliğe katlanamadığım için hafifçe ayağa kalktım ve zor da olsa kapıyı açtım. Açar açmaz karşımda o vardı.

Saçları, yüzü ve kıyafetleri toz ve çamur içindeydi. Elinde tuttuğu tepsi ile üstten beni inceliyordu. Onun tam olarak omzuna geliyordum ve bu boy farkı aramıza mesafe koyuyordu. Gözlerimi gözlerinden kaçırdım. "Ben..." diye açıklama yapacaktım ki kolumdaki eliyle beni hızla içeri çekti ve kapıyı kapattı.

"Dinlenmen gerektiğini söylemiştim temizlikçi." dedi yorgun sesiyle. Vücudunun her hücresi ne kadar yorgun olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Ayakta bile zor duracak hali vardı. Ama o boşluk bulduğu an bana yemek getirmek için gelmişti. Dinlenmeyi değil bana gelmeyi seçmişti.

Saçının üstünde duran kuru yaprak tanesi gözüme çarptı. Elim kendimden habersiz oraya yöneldi. O ise yaptığım harekete karşılık dikkatlice beni inceliyordu. Şaşırmış bir şekilde gözleri kısılmıştı. Ne yaptığımı çözmeye çalışıyordu ancak ben bile ne yaptığımı neden yaptığımı bilmiyordum.

Yaprağı alırken elim saçlarına değdi hafifçe. Beklediğimden daha yumuşaktı. Yaprağı elime aldım ve ona gösterdim. "Saçındaydı." dediğimde gözlerini yapraktan aldı ve bir saniyeliğine bana baktı.

Teşekkür eder anlamda kafasını salladı ve gözlerini kaçırdı benden. Utanmış mıydı?

Yere yemeği koydu ve dışarı çıktı. Ona teşekkür etmeliydim. Bunca zahmete benim için katlandığı için minnettar olan taraf ben olmalıydım.

Onu gördüğümde içimde dolaşan kıpırtılar ve karnımda gezinen kelebeklere anlam veremiyordum. Neler oluyordu bana? Belki de günüm gelmişti...

Yarın ayağa kalkacaktım ve işlerimi halledecektim. Vicdanım daha fazla onun eziyet çekmesine el vermiyordu. Eminim ki kim olsa benim gibi düşünürdü.

***

KUMRAL Where stories live. Discover now