/2/

33 3 1
                                    

Çağ

Soğuk bir gündü. Pekala fazla klasik oldu ama aşırı soğuktu gerçekten. Coğrafya öğretmenimiz değişmişti. Yeni öğretmenin dersi yaklaşık 5 dakika sonraydı ve sınıftaki gürültü dayanılmayacak kadar fazlaydı. Neyse ki beş dakika hızlıca geçmişti ve yeni öğretmen gelmişti. Saçına düşen beyaz tutamlar ve yüzündeki kırışıklık yaşını belli ediyordu. Kısaca herkes kalkıp yerine oturduğunda gözlüğünü gevşekçe takmış isim listesine bakıyordu. Herkesin ismini okuyordu ve o kişilerin ellerini kaldırarak kendilerini belirtmelerini istiyordu. Sorunsuz bir şekilde listenin ortalarına kadar geldiğinde onun ismini okumuştu. Erez Taç. Ancak o kulaklıklarını takmamasına rağmen ne elini kaldırmıştı ne başını sıradan kaldırmıştı. Öğretmenle birlikte benim de kaşlarım çatılırken herkes yavaş yavaş ona dönüyordu. Ancak ben öğretmenin aksine merak ettiğim için kaşlarımı çatmıştım. Öylece önündeki deftere bir şeyler karalıyordu. Öğretmen bir kaç kere daha ismini söylemişti ancak o bakmıyordu. O sırada aklıma gelen şeyle bir kaç saniye durmuştum. Diğer öğretmenler yoklama alırken onun ismini okuma gereği duymadan ona bakıp devam ediyorlardı. Hatta bir öğretmenin ağzından ilk defa duymuştum ismini. Yüzü sinirden kızaran öğretmen yerinden bir hışımla kalktığında ön sıralarda oturanların ürktüğünü görmüştüm. 

Öğretmen onun yanına geldiğinde bir kere daha ,ancak bu kez daha yüksek bir tonda, ismini seslenmişti. O sırada kafasını bir anda kaldırıp yanındaki kadına bakmıştı. Şaşırmıştı. Gözlerini büyültmüş dudaklarını da hafif aralamıştı.  Çoktan sinir sınırını aştığı belli olan öğretmen önündeki defteri alıp yere fırlatmış ve "sana diyorum!" diyerek bağırmıştı. Erez'in gözleri yerdeki defteri ve kadının dudakları arasında gidip geliyordu. Gözleri yavaş yavaş dolarken öğretmen durmadan bağırıyordu.

 Bağırışı sonunda duran öğretmen elini kaldırıp kapıyı göstermişti. Erez hala üzerindeki şoku atlatamamış olacak ki ona bakan gözlere teker teker bakıp kadının eline tekrardan baktıktan sonra hızlıca defterini, kalemini ve çantasını eline alıp sınıftan çıkmıştı. 

Hem öğretmene hem de Erez'in çıktığı kapıya bakarak zaten içinden hiç bir şey çıkarmadığım çantamı omzuma atarak kapıya ilerledim. Arkamdan kadının sınıfta bırakma tehditleri duyulurken koridorun sonuna varmış kıvırcık saçlı çocuğun yanına doğru koşuyordum.

Ancak onun tam yanına gelmeden yaptığım şeyi fark edip yavaşladım. Yanına gidip ne söyleyebilirdim ki? Yavaşlayarak biraz daha geriden ilerlemeye başladım.  O okuldan çıkmış, sokakta hızlı hızlı giderken onu takip ettim. En sonunda bomboş bir parka geldiğimizde yavaşlamıştı. Salıncakların yanına gittiğinde çantasını yere, kendisini de en yakın salıncağa bırakmıştı. Arkasından bakarken inip kalkan omuzları sayesinde ağladığını anlayabiliyordum. 

Yanına gitmeliydim. Yanına gidip ne soracaktım? Bilmiyordum. Ama böyle bırakamazdım. Yerimde durmaktan vazgeçip yanındaki salıncağa da ben oturdum. Çantamı onun gibi köşeye koymuştum. Geldiğimi fark ettiğinde üzerindeki kazağın koluna göz yaşlarını silmişti hızlıca. Onu rahatsız etmemek için yalnızca önümdeki ağaca bakmaya başladım. 

Konuşmadık. Ondan iki dakika sonra da on dakika sonra da konuşmadık. Yalnızca karşımızdaki yaprakları dökülmüş ağaçları izledik. 

O gün ben onun bir engelini öğrendim. O gün ben onu olduğu gibi kabullendim ve o bana yalnızca öylesine biriymişim gibi bakmadı, beni gördü. 

Uyarımı da yapayım, benim hikayelerim smutsuz hava sahaları. Sadece öpüşürler. Daha ilerisini yazdığım bir gün olursa biri beni tokatlasın kendine gel desin... 

Bunlar da çok softlar of... Tabi aklımdakini yazabilirsem :)

can you hear me? //bxbWhere stories live. Discover now