CHAPTER 2: THE EMBALMER

778 66 124
                                    

🎵Susanne Sundfor - White Foxes

Merhaba

Ohhh sonunda buradayım ve bu lanet bölüm sonunda bitti!

Uzun bir uyarı kısmı olacak bu yüzden kemerleri sıkıca bağlayın.

Aklınızda mumyacı biraz olsun canlandıysa kendinizi bu bölümü okumak için zorlamanıza gerek yok.

Bir katilin kafasına girebilmek için gece gündüz seri katil belgeselleri, röportajlarını izleyerek 2 ay (hatta daha uzun bir süre) boyunca bu bölüme kafa patlattım. Bunun sonucunda kabuslarımda çok sık bir şekilde bu bölümün içerisindeydim.Rüyalarımda hissettiğim dehşetin tarifi yoktu, insan öldürüyordum,ceset parçalıyordum, mumyalamaya çalışıp birilerinden saklamaya çalışıyor, kaçıyordum. Sanırım katilin kafasına çok fazla girdim.

Bu bölümü yayımlayını neredeyse 1 sene oldu. Hâlâ korkuyorum, yazdığım hikayeden ve yarattığım karakterden.

Cinayet öğesinden, cesetlerden, ölülerden, psikopatlardan, sapıklardan hazzetmiyorsanız ve bunlar sizi korkutuyorsa, lütfen okumayın.

*Embalmer'ın ilk bölümleri,  klasik(Jungkook'un anlatımı olan)bölümlerle aynı zaman biriminde değildir.

Her bölüm birbiriyle bağlantılıdır.

MUMYACI 2

Tik,Tak. Tik,Tak. Tik Tak...

Ruhunun serzenişi yerini daha çapraşık bir şeye bırakmıştı. Zamana. Uzandığı yerden hafifçe doğrulup oturur konuma gelirken çıplak ayakları tahta zemine değiyordu. Kendini düşünmemek için zorladığından kafasında bıçak saplanmışçasına güçlü bir sızı oluşmuştu. Homurdanarak bakışlarını olması gerektiğinden fazla ses çıkaran duvara saatine kaldırıp endişeyle dişlerini alt dudağına geçirdi. Kafası karışmıştı, ne yaptığından ne yapmaya çalıştığından tam olarak emin değildi. Yelkovanın akrebi kovalayışına odaklandı, bundan başka çaresi kalmadığını içten içe biliyordu. Zamanın varlığını hissetmeliydi.

Düşünmemek adına çoğu şeyden kaçmıştı yine de her seri katilin cinayetten sonra yaşadığı ağır depresyon tarafından çepeçevre sarılmaktan kurtulamamıştı. Yaşadığı depresyonun kaynağı keder değildi. Ruhuna yayılmış öyle ağır bir pus vardı ki giderek yaşlandığını sanıyor, uzandığı yerde geçen birkaç dakikayı saatlerle karıştırıyordu.

Hastalıklı bir zihne sahip olmamış kimse onunla aynı hisleri hissedemez, aynı düşünemez ve empati dahi kuramazdı. Bir canlının hayatına son verdiğinden dolayı değil, ona acı çektiremediği için acı çekiyordu. Paramparçaydı. Göğsünde sızıya katlanamıyor zihnindeki sesleri susturamıyor, bocalamaya başlıyordu. Derisi kemiklerine yapışmış kuduz bir köpeğe benziyordu. 

Ruhunda empati veya pişmanlık gibi şeyler eksikti. Kuruntu yapacağı, arkasından ağıtlar yakacağı, hatta kendini öldürmesine neden olabilecek tek şey; altında acıyla çığlık atan bedenin kanının sıcaklığını avuçlarında hissedememekti. Bu eylemden kaçınıyordu. Şu yaşına kadar öldürme içgüdülerini hayvanlara eziyet ederek gidermeye çalışmıştı, insan üzerinde bir kere denerse vazgeçemeyeceğine emindi. Emindi, çünkü bu onun doğasında vardı, öldürmeden duramazdı. O öldürmek için yaratılmıştı sadece yanlış bedendeydi... Bir insan bedenindeydi.

Her şeye rağmen defalarca tekrarladığı, ruhuna ezberlettiği cümleyi koltukta uzanmış bir şekilde saatin tik tak sesini dinlerken de duvarlarına kazıyordu. İhtiyacı olan ellerine bulanan kırmızı sıvı değildi. Yalnızca, bununla doğmuştu. Avcı iç güdüsü tetiklendikçe bundan kaçamayacaktı. O sadece öldürmek istemiyordu, bedenleri saklamak onları sonsuza kadar güzel tutmak istiyordu. İnsan ruhuna değil, güzel bedenlere âşık oluyordu.

Golden BulletsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin