Ölüm, insanoğlunun lanetiydi... Lanetlerin en yücesi, en tutarlısı ve en eksiksiz tarafı; İnsan, lanetlerin lügatında en acınası varlıktı... Düzenbazdı, madrabazdı, şahbazdı... En çok da sihirbazdı; sihiri yazdı, yetmedi bozdu... Gün gelip asırlar birbirini kovalayana yakın öyle bozdu ki, sihir sonsuza dek terk etti İnsan'ı... ve lanet kapıyı çaldı... Anusia'nın yazgısında ölüm vardı o sıra... Şans bu ki sihir en çok solunan nefesti Diyar'da. Yılın sekizinci ayında, kanikül basmıştı kurak toprağa; öylesine pişkin, öylesine sakildi hava. Buz tutmuş yüreklerin dahi hareketlendiği sıcak mı sıcak gecenin ardından, bir esinti düşmüştü etrafa; yılların lanetini yerinden eden malum lanet, efkarlıydı bu ara... Zift çökmüştü gecelere; adı ölüm olan kabilenin doğup büyüdüğü yerde, kalafat ediliyordu karanlık. Öteledi geceler o karanlığı, geceler biliyordu ki ancak o vakit doğacak ışık. Vakit geçiyordu, boş yereydi böylesi; ötelenen her bir varlık, evvelinde görülmemiş bir tutkuyla sarılacaktı aslına, ışığı geçirmeyen karanlık, günü geldiğinde kırılacaktı nasıl olsa... Son kez gölgeledi uzaklaşan gece toprağın yüzünü, son kez çığırdan çıktı lanetin özü ve doğdu Diyar'ın yeni günü. Etrafında Hanedanlık bayrakları dalgalanan geçiş kayasının avlusuna bir çocuk düştü, Kaya'dan gelmiş olacak ki ürkmüştü. Etrafını yokladı, sırtındaki eski cübbeyi çekiştirip kendine çeki düzen verdi. Kaya'nın üzerinde yer etmiş harfleri okudu, 'G ve L' dedi içinden, 'Gula, Peadair.' diye mırıldandı. Arkasını dönüp, Hanedanlığa giden uzun ince yolu gördü, "Vay canına, Basagar'ın dediği kadar varmış." Büyük bir heyecanla yolu yürümeye başladı. Yolun iki yanına da aynı flamalar asılıydı; her biri gösterişli direklere tutturulmuştu. Çocuğun etrafında hafif bir rüzgâr esti, o an için bir vampir, bir yercücesi, bir grifin yahut huysuz bir ağaç tarafından görülebilirdi, o tüm bunlardan habersiz yürüdüğü sırada, etraf da ondan habersizdi, böylece sağ salim yolculuk etti.
Hanedanlık, ortalığı kasıp kavuran güneşten korunmak için bahçeye adımını atmıyordu anlaşılan; bahçe bomboştu, sanı şöhreti bilinmese, koskoca sarayın terk edildiği bile söylenebilirdi. Çocuk, Kuzey Girişi'ne vardığında birkaç Atadam'a rastlayıp hapı yuttuğunu düşünse de, Atadamlar sanki olağan bir geçişmiş gibi, o geçip giderken göz dahi kırpmadılar; oysa ellerindeki sivri uçlu parlak mızraklar, yabancılara karşı kullanılmaya pek müsaitti! Gerçi, işe iyi tarafından bakmak gerekti şu sıra, ilk kez bir atadam görmüştü nasıl olsa; Diyar'da doğup, Diyar'da büyümüşken, Diyar'ın türlü aleminden uzak kalmış olmak burukluk sebebiydi şüphesiz. Buraya kadar varabilmiş olduğunun, Asrın Özeli'nin ikizi olmasından başka ne açıklaması olabilirdi ki hem? O, yirmi yıldır yaşıyordu bu topraklarda, malum kişiyse iki yıldır, ama emindi ki kendisinden çok şey biliyordu bu alem hakkında. Peki ya neredeydi? Onu gördüğünde ne tepki verecekti? Söyleyecekleri vardı elbet, en azından Suna'nın teyzeleri olduğunu onun da bilmesi gerekirdi. Sahi, Biyan Köy'de geçen hadiselerin havadisi edilmiş miydi ona?.. Hanedanlığın sarayına adımını ilk atışında, gördüğü manzara karşısında şaştı kaldı. Giriş Katı'nda fır dönen hizmetkarlar, prensler ve prensesler... Burnunun içini naif bir dokunuşla dolduran türlü kokular; yemekler, çiçekler, tütsüler... Bir süre Diyar'da böylesi bir yaşam alanı olduğunu idrak etmekte zorlandı; Beyaz Saray'a da girmemişti henüz ancak ucundan kıyısından görüp aynı böyle kalakalmıştı bir zamanlar; anımsıyordu. “Basagar, yeniden haklı çıkar...” Toparlanıp, bir karış açılmış ağzını kapadığı esnada omzuna konan el onu öyle ürküttü ki, neredeyse pata küte dalacaktı.
Kadın ani harekete karşı yüreği ağzında, "İyi misin?" dedi yutkunarak; upuzun sarı saçları, mavi gözleri, boyu, posu, endamı, en çok da pembe taşlı efsun işlemeli tacıyla temsilci olduğu her halinden belliydi. Çocuk ses etmeyince, Kadın üstüne başına baktı bu sefer, "Üstündeki de ne öyle, ava falan mı çıktınız Barlas?" dedi endişeli gözlerle, "Diğerleri nerede, yoksa birinize bir şey mi oldu!"
"Yok, hayır." dedi Sanberk geçiştirerek, "Onları arıyordum, sahi neredeler? Hay aksi, yanlış elbiseyi giymiş olacağım." Carmeletha’nın şaşkınlığı çok geçmeden ifadesizliğe dönüştü, Sanberk acemi bir reveransla selam edip hızla uzaklaşırken, Carmeletha gözünü bir kez olsun ayırmadan durdu, ardından koridorda fazla gürültü çıkartan aşçıları uyarmak üzere durduğu yerden ayrıldı. Sanberk, ona selam veren ve akabinde üstünü başını görüp garipseyen onlarca kişiyle karşılaştı. Deli gibi etrafı arandı, en sonunda soluğu birinci katta aldı; Basagar’ın dediğini yanlış hatırlamıyorsa Temsilciler ve Kihirus burada kalıyordu. Üzerinde Kihirus yazdığını düşündüğü odanın kapısını çaldı; doğrusu yazı epey tuhaftı ama kendi toprağından epey uzaklaştığı bu yolculuğu nihayete erdirmesi gerekiyordu, bunun için risk almalıydı. Ses gelmedi, ardından elini neye benzediği konusunda fikir yürütemediği kapı koluna götürdü, durdu; neydi bu cesaret böyle! Ama... Ama gören olursa, kendi odasına giriyordu nasılsa? Bu garip bir durum sayılmazdı. Kolu indirmesiyle kapının açılması bir oldu, gördüğü kalabalık grup karşısında nutku tutuldu, içeriye girmiş olduğu fark edilmemişti.
Kızıl saçlı bir oğlan, önüne aldığı gruba öfkeyle söyleniyordu, "Ne halt etmeye Hanedanlık sınırını aşıyorsunuz yahu! Ne biçim kopyalarsınız! Gören mühim işleriniz var sanacak! Sadece beni dinleseniz ölmezsiniz ya, kesin Alp'in işidir bu, yaptığı büyülere ufak tefek eklemeler katmayı pek sever! Ben çıldırmadan çıkıp gelseler de selamete kavuşsak!" Bu sözleri üzerine her birine tehdit eder gibi baktı, bir çeşit göz dağı olmalıydı bu. Ardından arkasını döndü ki, az önce basbas bağıran oğlanın yerini, tir tir titreyen bir çocuk aldı, ela gözleri şaşkınlıktan büyüdü de büyüdü. "Barlas!" diyebildi sonunda, "Döndünüz mü?!"
"Barlas mı?" dedi Sanberk, iyi de yatakta oturan kim öyleyse?”
"Bir dakika." dedi Rice üstünü başını diğerleri gibi süzüp, "Sen..."
"Barlas değilim." dedi Sanberk, "İkiziyim, haberin yok muydu? Sen kimsin?"
"Ben-şey, Rice Roderik, Alp bahsetmişti, hatırlıyorum, nasıl da unutmuşum! İyi ama burada ne işin var?"
"Güvenilir bir kaynaktan, Barlas'ın zor durumda olduğuna dair haber aldım. Barbar Topluluğu, Sihirbazlar'ın eğitimini tamamlamasıyla bir, eğitim süreçlerini tamamladılar, bir de yaklaşan büyük savaştan bahsediliyor… Anlıyorsun ya?"
"Kimmiş? Salmakis mi? Barlas'ın zor durumda olduğunu nereden çıkardın?"
Sanberk, onları büyük bir ifadesizlikle dinleyen kopya grubuna döndü, "Hayır, o değil; yıllardır beni kollayan biri… Ayrıca Suna'nın öyküsünü kendi ağzından dinledim, annemiz o değil. Yaklaşan savaş hakkında pek bir şey bildiğimi söyleyemem, bilirsin bilgeler sadece söyler, açıklamaz. Barlas'la tanışma vaktim geldi, ona anlatacaklarım var, kopyalar ne için, gerçekleri nerede?"
"Gidecekleri yer pek onaylanılası bir yer değildi, o yüzden gerek duyduk; gördüğün gibi bir buçuk ay dayanabildim ancak artık sabrımı zorluyorlar. Nereye gittiklerine gelirsek, Kovuklu Dağ'a gittiler, Karanlık Kabile'ye."
"Bir de bana soruyor musun! Barlas'ın zor durumda olması için Kovuklu Dağ'a seyahete kalkışması yeterli değil mi sence!"
"İyi ama bu kötü bir şey olduğunu kanıtlamaz."
"İyi şeyler olduğunu da, ne de olsa iki aya yakın ortalıkta yoklarmış. Haber gönderdiler mi?"
"Aslında... Hayır." diye endişelenmeye başladı Rice.
"Gidiyorum!" diye kapıya yöneldi Sanberk, "Yakınında ondan bir tane daha olması epey işine gelecektir."
"Yalnız bir sorunumuz var." diye durdurdu Rice, "Barlas'a senden söz edilmedi..." Sanberk hayal kırıklığı yaşamış gibi kafasını öne eğdi, gözlerinde hüzünlü bir gelgit yaşandı. "Düşünüyorum da, onca yolda bahsetmemişken, senden bahsetmek için Kabile'yi tercih etmeleri epey hastalıklı olur. Yani..."
"Yani, Barlas'ın benden asla haberi olmadı..." dedi Sanberk, "İyi ya işte, öğrendiğinde yanında olacağım..."
"Ne kadar şey biliyorsun, yani Barlas ve sen hakkında, aileniz hakkında?"
"Ortalığı karıştıracak kadar bildiğim kesin."
"Öyleyse Diyar'da doğduğu kesinleşti. Ya adı, gerçekten Barlas mı?"
"Hiero Barlas..." dedi Sanberk, "Agenos Sanberk'le tek yumurta ikizi... Dört yüz yirmi iki, Merkez Köy doğumlu...Gitsem iyi olacak..."
Rice, Sanberk'in gözden uzaklaşıp kaybolduğu süre zarfınca öylece durdu odada, Kihirus'a ayrılan pek kıymetli odanın tavanlarına baktı anlamsızca, ardından konuşmasını bekleyen kopyalara... Hiero Barlas... Merkez Köy doğumlu... Penthea Eudosia... Üçüncü Kihirus... Sekizinci Othena... İlk Siria... Nasıl bir kaosa sürükleniyorlardı, nasıl bir direniş, hangi düşünsel uğruna?.. Diyar'ın bir derdi vardı bu çocukla, ya da yeni gazabı için hazırlık yapıyordu Toprak Ana... Haber yoktu Dağ'ın yolcularından, hem de iki aydan bu yana... Ya Pars, Barbarlar, neden hiç mi hiç ses yoktu karanlıktan tarafa?.. Garipti ortalık, garipti geçip giden onca gün... 'Yolun açık olsun.' dedi içinden, 'Tez dönün...'
***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lütfedilmiş ( GDS )
FantasyWattpad'de "Gizem Diyarı Serisi (GDS)" adı altında, 4 Kitap (Uyanış, Yoldaşlık, Direniş, Özdüşünsel) olarak yayınlanmış, sonrasında "Lütfedilmiş" ismiyle 2 Cilt olarak basılmış olan hikâyenin tam versiyonudur... /* "...şüphesiz ki yaşananlar, bu mas...