17- Sahte Hükümdar

35 5 1
                                    

   Kovuğun kasvetinden ödün vermeyen soluk ışığı, tavandaki sarkıtları ve yerdeki dikitleri yalayarak geziniyordu… Barlas ve Godzar'ın yüzünde dikey şeritli gölgeler oluşuyor, meşalelere desteklenen ışık, rüzgârın tokatlarıyla yalpalayıp duruyordu… Barlas, Othen'iyle başbaşa kalmış olmanın verdiği stres ve heyecanın eşiğinde boncuk boncuk terlemeye başlamıştı. Godzar'ın ağzını bıçak açmayınca anlam veremeden yüzüne baktı, sonra anladı ki kıymetli tahtına oturması bekleniyordu, "Evet Godzar, beklettiğim için üzgünüm." diye lafa girdi oturunca, "Artık konuşmaya başlayabiliriz sanıyorum?" Godzar yine ses etmedi, anlaşılan o konuşana kadar beklemek zorundaydı, kafasını çevirip ezbere bildiği Othena Kovuğu'nu incelemeye başlamıştı ki dakikasına mırıltılar ve ufak iç çekişler duyuldu, Barlas irkilip etrafa bakındı, başka biri mi vardı? Hatta bu ağlama sesinin başka birinden geldiğine o kadar emin davranmıştı ki sesin Godzar'dan geldiğini anlar anlamaz şoke oldu, "Sen... Ağlıyor musun?" diye bocaladı. O böyle söyleyince Godzar daha da abartmıştı ağlama işini.
   "Affedin Othena'm." dedi Godzar sızlanarak, doğrusu buna fiziği pek müsaitsiz olduğundan hiç yakışmıyordu.
   "Neler oluyor, ne bu halin?" dedi Barlas Godzar’ın yanına yaklaşıp, aynı zamanda pişmanlık duydu, geldiğinden beri o kadar kötü davranmıştı ki Othen'ine… "Yaptıklarımdan dolayı mı?"
   "Haşa." dedi Godzar gözlerini kollarıyla kurulayıp, doğrusu gözyaşları yüzündeki karanlık şeritlerden dolayı gözükmüyordu, iyi ki de öyleydi, Barlas bunu kaldırabileceğini sanmıyordu. "Othena bilir, görür, hisseder..."
   "Othena'ya atfettiğiniz kutsallık göz kamaştırıcı, bağlılığınız ve saygınız da öyle ancak biliyorsunuz ki ben farklıyım, her ne istiyorsan konuşabilirsin; gerçekler ve sırlar giz olarak kalmadığı sürece, bir alıp veremediğimiz yok sizinle." dedi Barlas açıklayarak.
   "Hangi gerçekler, hangi sırlar?" dedi Godzar samimi bir ifadeyle, Barlas bu ifadeyi sevdi. "Hâlâ daha sizden bir şeyler sakladığımızı mı düşünüyorsunuz?"
   "Öyle Godzar, öyle..." dedi Barlas arkasını dönüp yüzünü tahtına vererek, "İki yıldır bu topraklardayız, başımıza gelmeyen kalmadı; doğruyu ve yanlışı ayırdedecek, birini bir şeyle itham ederken gerçekten özen gösterecek kadar bilinçliyiz." Tahtın üzerine kuvvetli bir ışık yansır gibi oldu, Barlas hızla arkasına döndü ancak ortada ekstra herhangi bir ışık yoktu; Godzar tüm dikkatini ona vermiş şekilde, vereceği cevap için hazırlanıyordu. "Örnek istersin belki, Melanet Gecesi; bana neden bahsedilmedi, oysa yaklaşmış olmalı?"
   "Tabii ki haber verecektik Yüce Othena." dedi Godzar şaşkın bir ifadeyle, böylesi bir koz oynanacağını beklemiyordu anlaşılan, "O geceye yarım ay kadar süre var neredeyse, erken olmaz mıydı?"
   "Peki ya önceki Melanet? Onu neden yapmadınız?"
   "Melanet Gecesi, Othe Ataları ziyaret eder Dağ'ı, onlar olmadan yapılan lanetin bir anlamı kalmaz, siz geldiğinizden bu yana gözükmediler etrafta, onlar olmadıkça yapamazdık bunu. Size bundan bahsetmedik çünkü, nedenini söylediğimizde size saygısızlık etmiş olurduk, yani size kötü yakıştırma yapılırdı, bu kimsenin hoşuna gitmez."
   "Eksiklik..." dedi Barlas alay ederek gülüp, "Bana Eksik Othena derdiniz? Önceki Othenalar'ın tırnağı etmeyen bir Othena?" Godzar ağzını açıp Othena'nın kutsallığı üzerine nutuk atmadan hemen önce Barlas el işaretiyle onu susturdu, dibine kadar gelip gözlerini üstüne dikti, "Sorun ne biliyor musun?" diye dişlerini sıka sıka devam etti, "Siz de dahil birçok kişinin, yerin göğün bazen de lanetlerin anlayamadığı bir şey var... Ben eksik değilim, tersine fazlayım; bu yüzden ilişiyor gözünüze sözde eksiliğim, birim, ikiyim, üç ve dördüm; kim bilir belki beş, altı, yediyi görürüm! Bir yığın vasıf… Her şeyim."
   "Öyleyse Melanet Gecesi geldiğinde birlikte gidelim Ölüm Duvarı'na, varlığınızla şereflendirin geceyi, madem onlar gelmiyorlar, Othe Ataları'nı siz çağırın efendim." dedi Godzar minnetle.
   Barlas ne diyeceğini şaşırdı, bu da nereden çıkmıştı şimdi? "Dolunay'ı lanetlemenize izin vermem Godzar." dedi büyük bir cesaretle, "O kadar güzel bir varlığı, karanlığı huzurla dolduran o beyaz ışığı neden lanetlemek istersiniz ki?"
   Godzar az önceki ağlamaklı ifadesine büründü yeniden, "Lütfen anlayış gösterin Othena'm, asırlardır bağlı olduğumuz kadim güçler var; bizi biz yapan geleneklerimiz, özgünlüğümüzü sağlayan göreneklerimiz var. Büyüden Önce'ye dayanan bir büyü belleğimiz, onun da çok öncesine dayanan asırlar dolusu tarihimiz var. Yanlış gözükür gözünüze olup biten belki, belki çekip gitmek istersiniz tez vakitte ancak burası karanlığın doğup büyüdüğü yer; karanlığın torunlarıyız biz, biz de olmasak karanlık kimi dost edinecekti kendine?"
   "Ay'ı? Ay hep yanında değil miydi oysa?" diye cevap verdi Barlas.
   "Ay, dolup taştığı vakit ihanet eder karanlığa, Dolunay bizi görmek istemez toprakta havada; dönüşemeyiz, hapis kalır günler geçiririz kovuğumuzda, ta ki Ay'ın karanlık yüzü baş gösterene kadar..."
   "Öyleyse onu lanetlemekten vazgeçin siz de, bunu yaparak hapsinizden kurtulmuyorsunuz, onu lanetleyip küstürmek yerine, af dileyin o gece? Sizi rahat bırakmasını, karşılığında sizin de onu güvende tutacağınızı söyleyin? Barışın?”
   Godzar sessiz kaldı, Barlas'ın bu denli iyi, bu denli erdemli olan bakış açısı darbe indirir türdendi Kabile'nin varlığına ancak Othena'ydı o, Sekizinci Othena! "Sizin için bunu yapabiliriz." dedi Barlas'ı şaşırtarak, "Nasılsa Othe Ataları da varacaktır yanımıza, böylesi bir muamele değişikliği onların da ilgisini çekecektir, hatta fırsat bulursak onlara da sorarız bunu?"
   "Fırsat bulursak..." dedi Barlas memnuniyetle, Godzar'a bir süre şaşkın şaşkın baktı, "Bazıları için geç olduğunu düşünmüştüm, istemeden kırdıysam affola."
   "Haşa Othena'm, haşa. Biz kimiz ki af buyuracağız size, varlığınız daim olsun yeter bize. Öyleyse ben gidip hazırlıklar için uğraşayım, bizi ilginç ve dokunaklı bir Gece bekliyor olacak. İzninizle."
   Barlas kafasını hafiften eğip Godzar'ın selamına karşılık verdi. Godzar Othena Kovuğu'ndan ayrıldığı sırada büyük bir iş başarmışçasına mutlu oldu, bazı zaman önyargı kör edebiliyordu, bu da öyle bir durum olsa gerekti. Çok geçmeden dikkatini tavanda parıldayan sarkıtlar çekti, bu denli parladıklarını hatırlamıyordu hiç, anlaşılan iyi ve kötü arasında yapılan uzlaşma kovuk duvarlarına kadar coşkuyla karşılanmıştı… İçi öyle rahatladı ki tahtının üzerine keyifle oturdu; Othena olmaktan kaçmak yerine, karanlığı ışığa evirecek bir Othena olabilmek çok daha kahramancaydı, madem bu topraklarda büyük kahramandı, öyleyse ona yaraşır davranacaktı. Birkaç dakika geçmişti ki çıtırtılar duyuldu, biri kovuğuna çıkıyordu; onu ziyarete geldiklerinde hep bu olurdu. Gecenin bir vakti kim geliyordu? Kalbinin ritmi artarken, daha az önce kuruyup giden ter damlaları yeniden yüzünde yer buldu; sürmeli değildi, pek havalı dövmeleri, çıplak teni, ya da ürkünç bir pelerini yoktu... Her ne kadar tüm bunlardan hoşlanmıyor olsa da, bunların varlığı az da olsa onu güvende hissettiriyordu, bunu yeni fark ediyordu. Kovuğunun içine giren kişi ses etmeden adımını atar atmaz büyük bir dehşetle gözleri büyüdü, onu ansızın saran bu dehşetin içinde korku ve kendini savunma içgüdüsü de vardı. Gözlerinin eziyetini çeken her kimse onu görebilmek için yüzünü döndü; saçları sarı, yüzü uzun, ciddi ve soğuk bakışlı bir adam havada asılı kalmıştı; ses dahi çıkaramadan boğuluyordu! Barlas ikinci bir dehşetle yaptığı büyüyü geri aldı, Adam büyünün etkisinden kurtulur kurtulmaz ölümden dönercesine öksürüp soluklanmaya başladı, kovuğun zeminine korku dolu bakışlar atıyor, Barlas'ın yüzüne bakmaya cesaret edemiyordu. Barlas bu denli ölümcül bir büyü yapmak istememişti, bunun nasıl gerçekleşebildiğini düşünmeye başlar başlamaz kafasına dank etti; gözleri parlamamıştı, büyümüştü... Bu düpedüz kara büyüydü. Adam nefesini toplayıp yavaş yavaş doğrulunca kim olduğunu anladı, Sergi'deki çiftin erkek olanıydı bu, burada ne işi vardı?..
   "Affedin." dedi Adam sesi titreyerek, gözleri kanlanmış, nefesi hızlanmıştı.
   "Şey, ben..." dedi kaldı Barlas, istemeden böylesi güçlü bir büyü yaptığını söylemesi Othena Kutsallığı'na yakışmayacak türdendi, o yüzden özür dilemekten vazgeçti, "Ses etmen gerekmez miydi? Arkamda biten bir hain zannettim, ya da, anlıyorsun ya, daha başka şeyler de var."
   Adam selam edip hızla kafasını aşağı yukarı salladı, "İsmim Elduin, Karlıklar'danım, sizi yeniden görebilmek şereftir efendim."
   "Burada ne işin var, topraklarımızdan buraya, buradan bizim topraklarımıza nasıl oluyor da bu kadar kolay geçiş sağlayabiliyorsunuz? Sıradan bir hocanın sözde botanik sergisinde işiniz neydi? Ya da şu adam, resmen keman çalıyor, müzisyenlik yapıyordu?!" diye aklına gelen soruları peş peşe sıraladı Barlas.
   "Bahsettiğiniz Adam'ı tanıyorum, onun Teşkilat'daki işi bu." dedi Elduin, "Botanik Sergisi'nde olacağınız Işıkçılar tarafından söylenmişti."
   "Teşkilat mı, ne Teşkilat'ı? Işıkçılar derken?"
   "Sonrasında sözüm olsun ki size neler döndüğünü göstereceğim efendim ama her şeyden önce," Elduin, deri giysisine sokuşturduğu mektubu çıkartıp ona uzattı, "size bunu vermek istiyorum... Veren kişi gecikmiş buluşmanın Awilda'da gerçekleşemeyeceğini, sizinle Melentha'da buluşmak istediğini belirtti…"
   Barlas üzerinde herhangi bir yazı bulunmayan mektubu aldı, anlam vermeye çalıştı, "Salmakis..." dedi anlayarak ve üzüntüyle, "Nasıl da unuttum..."
   "Kendine böyle mi diyor?" diye şaşırdı Elduin.
   "Yoksa gerçek ismini biliyor musun?" diye tehdit eder gibi baktı Barlas, "Neden Awilda'da gerçekleşemeyecekmiş hem?"
   "Her şeyi anlatacak efendim, eğer izin verirseniz sessiz kalmak istiyorum, ben yalnızca aracıyım; gittiğinizde Salmakis'e dair her şeyi öğreneceksiniz... Müsaadenizle." Elduin, Barlas'ın kafasını aşağı yukarı sallaması ardından kovuktan çıktı, Barlas hızla mektubu açıp içindeki kâğıdı aldı, "Sadece gel..." yazıyordu. İyi ama nereye gidecekti? Karanlık Ormanlar Dağ'ın dört yanını sarardı, hangi yönde aranacaktı? Bunca şey dönüp dururken, bunca değişim söz konusuyken nasıl güvenebilirdi?..
 
   Derken günler geçedurdu; bir, iki, üç... Birbirinin aynı ve bir o kadar gergin günler… Barlas, Othen ve diğerlerinin iyi niyetlerinin gerçek olabilme ihtimalini dile getirip duruyor, diğerleriyse iflah olmadan peşi sıra gelip duran sırlar ve gizemler içinde boğulur gibi onu dinliyorlardı; Alp ve Ecrin'in Barlas üzerindeki muhafazakar tutumları öyle artmıştı ki, Barlas sırf bu yüzden on gün kadar Salmakis'e gidemedi... 'Teşkilat?' - 'Işıkçılar da nereden çıktı?' - 'Seni kandırıyor olmalılar.' - 'Arlat, kendine gel! O Şeytani Kovuk'lu Karlık bozontusunun lafına nasıl inanırsın!' - 'Salmakis neden onunla yollasın mektubu?' - 'Hem, niye gelip kendi konuşmuyor?' - 'Ağlamışmış! Hah! Mini mini Godzar'ımız gözyaşlarına hakim olamadı!' - 'Hadi ama bitanem, bu kadar kızmanın alemi yok, başına bir iş gelmesinden korkuyoruz...' Sonu gelmeyen engellemelerin yanında zar zor nefes alan Barlas, ara sıra Dağ'ı turlayarak caka satıyor, Karanlık Kabile'ye varlıklarını ve birliklerini hatırlatıyordu; onuncu gün, Etek Ahalisi'nin deli saçması kalabalığından sıyrılıp soluklanacak bir kayalık buldukları sırada, giderek dibe sarmaya başlamış Dağ yaşantısını daha fazla kaldıramayacağını dile getirmişti.  "Hiç uğramadık tabii!.. Ya, Dağ'ın arka tarafına giden bir yol varsa? Ya aradığımız her şey oradaysa? Hani şu Araf Kapıları'na bakan taraf..." diye Alp yeni teorisini sunarken, "Yeter artık." diye patladı, "Daha fazla sürdüremem bunu, gece doğmadan Karanlık Ormanlar'a iniyorum!" Hep bir ağızdan şaşırdılar. Kalabalık seslerini bastırıp kaçamak bakışlarla onları tararken, iki çocuk birbirlerini öldüresiye döverek yanlarından geçip gitti.
   "Arlat, kaç defa daha söyleyeceğiz." diye tükendi Ecrin, "Bak, Işıkkıran yeni bir fikir sundu, değerlendirilmeli; kendini öldürtmeye değmez hani!"
   "Öleceğim falan yok!" diye payladı Barlas, "Bakın, Dağ'ın öbür tarafı olayını düşünelim ama lütfen daha fazla tutmayın beni, Elduin ne zaman göz göze gelsem kederle bakıyor, doğruyu söylediği halde inanmadığım için, elimizde beni sadece çağıran bir mektup var, yeterince net!"
   "Git öyleyse!" dedi Ecrin yüz seksen derece dönüp, "Sen yaparsın, korursun kendini, madem bizi de istemiyorsun, tek başınasın." diye de destekledi, Barlas dahil hepsi bunun bir alay mı yoksa gerçek bir destekleme işi mi olduğunu kestirememişti. “Bugün izin vermesek öteki gün gitmek isteyeceksin." diye kendini açıkladı Ecrin, o sırada küplere binen Alp'den göz kaçırdı.
   "O değil de, Dağ'ın öbür tarafına gitmek yeni aklımıza geldi falan, enteresan değil mi?" diye güldü Kıvanç.
   "Hayır değil." diye cevabı yapıştırdı Alp, "Dağ'ın öbür tarafının dik kayalıklı dev bir uçurumdan farksız olduğunu herkes biliyor, tabii herkes demeyeyim artık!”
   Kıvanç kızarıp bozardı, Alp asla böyle dalga geçip küçük düşürmezdi onu, hem de elinde ona karşı kullanabilecek onca malzeme varken, ancak bir hafta öncesine kadar sürdürdüğü kıskançlık muhabbeti yüzünden onu feci halde kızdırmıştı, bunu hak etmiş olacaktı, ses edemeden sustu. "Ne yani, bunca zamandır o kadar dil döktük, gidiyor musun şimdi?" diye sıkıntıyla iç çekti Evrim.
   "Salmakis'i bulup bazı şeyler sormam gerek, sonrasında Elduin'le şu ne olduğu belirsiz 'Teşkilat' olayını konuşmam, kısacı evet, gitmek durumundayım, bunun başka yolu yordamı yok."
   "Tager nerede? O da gelsin seninle." dedi Ecrin.
   "Hayır." diye cevapladı Barlas.
   "Bizi istemiyorsun!" dedi Alp öfkeyle, "En azından yanında seninle aynı yoldan geçmiş bir adam-"
   "Hayır dedim ya!" diye sesini yükseltti Barlas, "Benimle aynı yoldan geçmiş kimse yok! Kimse dört çatallı yolun dördüne birden girmedi!”
   "Güle güle git!." dedi Alp sinirini bozmamak için onlardan uzaklaşarak, yukarı doğru tırmanıp Etek Ahalisi'nin kalabalığına karıştı.
   "Artistin hali başka oluyor tabii!" diye laf etti ardından Kıvanç.
   "Usanmadın değil mi?" diye kötü kötü baktı Evrim Kıvanç'a, bezgin bir sesle devam etti, "Çocuk senin yüzünden sinir hastası olacak, hâlâ daha arkasından atıp tutabiliyorsun, vazgeç uğraşmaktan." Evrim de aralarından uzaklaştı ama Alp'in zıt yönünde aşağı doğru inmeye koyulmuştu, anlaşılan Etek Dipleri'ne iniyordu, kafa dağıtacaktı; son on gündür sık sık yaptıkları şeydi bu.
   "Ne uğraşması!" diye arkasından seslendi Kıvanç, "Vazgeçmiştim zaten! El Büyüsü alıştırmalarına devam etmenize bile izin verdim!"
   Evrim alayla kahkaha attı, gözden kaybolmaya yakın, "Senden izin almamıştık ki hiç!" diye cevap verdi. Ecrin gülünce, Kıvanç dönüp kızgın bir ifadeyle ona baktı, bu sırada Barlas da ani gelişen gitme iznine karşın nereden başlaması gerektiğini düşünüyordu.
   "Ben yanına gidiyorum." dedi Kıvanç Evrim'i ima ederek, "Sen de, şey Arlat, kendine dikkat et olur mu, geri döneceğini biliyoruz, hep dönmedin mi zaten." diye gülümsedi, Barlas karşılık verdikten sonra o da kalabalığa karıştı.
   "Şey... Belki diyorum, ben..."
   "Hayır Karen, gelemezsin." diye güldü Barlas, Ecrin bir süre kaşlarını çatıp yüzüne baktı, çok geçmeden ciddi ifadesi yerini çocuksu bir gülümsemeye bırakmıştı, Barlas'ın dudağına hızla bir öpücük kondurup, utanmış gibi yaparak koşa koşa uzaklaştı. "Manyak." dedi Barlas kendinden geçip aptal bir gülümsemeyle, bir süre Ecrin'in gülerek ona bakışını izledi, iyice uzaklaştığında kendine gelirmiş gibi ciddileşti, "Pekâlâ Yüce Othena, sersemlikten kurtulduğuna göre... kurtuldun mu?.." Etrafa sert bakışlar atmaya başladı, "Hah, tamam, sırada pek mühim yolculuk var." Biri onu sırılsıklam aşık, aptal aptal Ecrin'e bakarken görmüş müydü? Ya Ecrin onu öperken? 'Salmakis...' diye bastırdı düşüncelerini, 'Ormanlar'ın neresindeki?..' Gider ayak aklına kötü şeyler getirmesi sıradan bir alışkanlıktı, o yüzden tam da şimdi olumsuz ihtimalleri düşünmenin anlamı yoktu... Kovuğuna çıkıp çok uzun süredir bakmadığı Kankalem kılıfına bakması ve hazırlanıp Etek Dipleri'ne kadar yeniden inmesi üç dört saati bulmuştu. Kankalem'in bundan aylar önce, Kovuk duvarındaki ufak bir gedikte korunan deri kılıfını elinde tutuyordu; tabii kılıf doluydu bir zamanlar, Kankalem de Tedan'la birlikte kayıplara karışmıştı, o da sanki Salmakis denen kişi ya da şey, ona Kankalem'i verecekmiş gibi korudu deri kılıfı, öyle ya elindeki incecik kılıf şu an tek yoldaşıydı. Dağ'dan ayaklarını tamamen koparıp Karanlık Ormanlar'ın bulutlu açıklıklarında yürümeye başlamışken kendine kızar gibi oldu; ne diye uzak tutuyordu yoldaşlarını yolundan, neden onların varlığı güvenden öte acı veren bir sorumluluktu artık... 'Yahu çocuk evlenmekten bahsediyor! Daha ne olsun!' diye cevap verdi iç sesi, ne yani Kıvanç mıydı buna sebep, sanmıyordu... Daha büyüktü bunun sebebi, gelecekti belki, dostlarının geleceği... İçten içe kederlendi, uygun adım yürümeye devam etti... Ormanlar'ın içinde Dağ'da gördüklerinden öte bir şey görmemişti henüz; Yılanlar, Kartallar, Fareler, Meduslar, Kykloplar, Atadamlar, Erboslar... Derken görmemişliğine cevaben ilk çıtırtı koptu, içini bir ürperti sardı, Salmakis miydi ona bu hissi yaşatan? Öyle olmadığını dakikasına varmadan anladı; irice bir Orman Bekçisi geçti gitti önünden, Barlas baştan aşağı irkildiğini hissetti, gözlerini yalnızca Bekçi'nin dal parçalarını andıran parmaklarını görebilecek kadar yukarı kaldırmıştı, ikinci bir karanlık bakışma yaşayamazdı ya, neyse ki Bekçi onu görmeden, zemine çöküp yoğunlaşan bulutların arasında kayboldu. Sonrasında durmaksızın yol aldığı ve birkaç Medus'u canından edip, sopayla ona saldırmaya çalışan Kyklop'un birini bayılttığı bir saat boyunca, iki Bekçi'ye daha rastladı; kendi kendine şaşırarak Bekçiler'in bu tarafta, her ormanda on adet bulunduğunu, çok uzak bir anıdan hatırladı. Hatırladığı anı aklına daha başka şeyler de getirdi tabii; sahte gölgesini, Yasak Bölge'yi, Adelpha'yı, Yalnızlık Ormanı'nı, fısıltıları... Sahi, ruhlar neredeydi? Halbuki Kabile'ye varmadan önce Hanedanlık'da geçirdiği günler boyunca fısıltılarını eksik etmemişlerdi... Aniden kulağına ilişen fısıltıyla dondu kaldı, oldukça gerçekçiydi, yok hayır, gerçekti?..
   "Pişştt." Dört yanına dönüp sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı. "Pekâlâ, anlaşılan beceremeyeceksin." dedi sesin sahibi, Barlas tam da o an sırtında sivri uçlu bir alet hissetti. "Savunmasızsın ha?"
   "Öldürecek misin?" dedi Barlas arkasındaki sesin eminliğine karşın alayla.
   "Bu, neden burada olduğun ve kim olduğun gerçeğine göre değişir." dedi ses, kulakları onu yanıltmıyorsa bir kız sesiydi.
   "Kim olduğum, neden burada olduğumla aynı kapıya çıkmıyor mu?" dedi Barlas gülümsemeye devam ederek, "Sonuçta herkes biliyor."
   "Ay, ne saçmalık!" dedi Kız tiz bir gülüşle, "Herkesin tanıyabileceği biri olmak ha? Gizem Diyarı'nda?"
  "Gerçekten kim olduğumu bilmiyor musun? O halde Salmakis değilsin?"
   "Değilim." dedi Kız iğneleyerek, ses tonundan Salmakis'i de tanımıyor olduğu belliydi, "Seni öldürmemeye karar verdim, en başında uğraşamam demiştim, şimdi düşünüyorum da, önüme çıkan ilk ucubeye yem verebilirim seni."
   "Bir şeyi atlıyorsun." dedi Barlas gülüp, "Ben gerçekten uğraşamam.” Barlas'ın gözlerinin parlamasıyla arkasındaki Kız'ın heykel gibi dikilip kalması bir oldu, Barlas arkasını dönüp kimi o hale getirdiğine baktı. Önünde manken gibi biri duruyordu; hafif çekik gözleri, bakımlı dalga dalga saçları, ince kaşları, dolgun dudağı, boyu posu endamı, podyumdan fırlayıp trajikomik bir kazayla kendini Gizem Diyarı'nda bulmuş gibi bir hali vardı, nitekim uzun saçlarına doladığı minik sarmaşıklar, omuz dekolteli yıpranmış elbisesi, tozu toprağa bulanmış teni yüzünden pek bir çirkin görünüyordu, şimdi elinde vücudunun bir uzvu gibi duran komik odun parçasının ucu, acemi bir işle sivriltilmişti. "Emin ol bu halinle ben dikmesem başkası dikerdi heykelini." diye güldü Barlas, Kız'ın gözleri şaşkınlıkla dönüp duruyordu, "Memnun oldum, ben Ba-" dedi sustu, az kalsın gerçek ismini söyleyecekti! "Ben Othena, hani aynı zamanda Kihirus ve Penthea olan, Siria'yı da unutmamak lazım tabii, her neyse, merak etme ben kaybolup menzilin dışına çıkar çıkmaz düzeleceksin." Kız'ın gözleri hepten kaydı, işte şimdi şok geçirdiği kesindi.
   Barlas, bir süre daha yürüyüp iyiden iyiye sıkılmaya başladı, ağaçların kendi kendilerine boylu boyunca yere serilip gümbürdemesi bile heyecanlanmasını sağlayamıyordu artık, derken tam yakınındaki bir ağaç çıtırtı koparınca heyecanı akın etti, neyse ki devrilme falan yoktu! Büyük adrenalin yaşamıştı! Sıkıntıyla durdu, "Neredesin! Çık ortaya, uğraştırma beni daha fazla!" diye seslendi önündeki açıklığa. 'Neden bunca zaman sonra çıkıp gelsin ki? Kaybettin şansını...' diye diye birkaç dakika boyunca kaldı orada, ümidi kesmişti, geri dönmek için hareketlendiği sırada Ormanlar'ın uzak bir köşesinden yüzüne yansıtılan ışığı fark etti, gözüne vurunca gözü kamaştı; ışık, oldukça derin bir ayna tarafından epey zorlukla ona ulaşıyor gibiydi. Belli ki bu bir sinyaldi, bir çeşit çağrı... Vakit kaybetmeden takip etti... Hızla çarpan kalbi ya da Karanlık Ormanlar'ın kasveti... Bir şey fena halde onu rahatsız etmeye başlamıştı, karnından basamak basamak yükselen küçük bir yumru boğazına kadar çıkıp oracıkta durmuş, yetmemiş onu çileden çıkarmak ister gibi yayıla yayıla oturmuştu. Yutkundu, çok geçmeden anladı ki şimdi yeniden kalbine dönen şey yumru değil nabzıydı, çöken yoğunluk nefes alışlarını hızlandırmış, gözlerini az biraz puslandırmıştı. Işık büyüdü, Barlas yüzüne vuran ışık nedeniyle önünde şekillenmeye başlayan bedeni bir siluet olarak gördü. Sol elinin tersiyle ışığı kesmek için yüzünü kapatırken, tam da bilekiçine vuran ışık büyük bir acıyla inlemesine neden oldu ancak uzun süredir deli gibi yanıp tutuşan Othena Damgası, bu büyük acıdan sonra, sol bileğinin içinde öylesine çiziktirilmiş bir şekil oluverdi, acısı dindi.
   "Sen misin?" dedi Siluet.
   "Bu benim kim olduğumu düşündüğüne göre değişir." dedi Barlas, son zamanlarda dolaylı yoldan cevap vermek çok daha işine geliyordu, o bir yana, sanki bu sesi tanıyordu... "Şu ışığı gözümden çekmeye ne dersin?"
   "Şey, tabii olur. Özür dilerim." Barlas büyülü olduğunu tahmin ettiği bir aynanın yardımıyla gözüne ulaştırılan ışık çekildiğinde, kimle konuştuğunu görmek için hızla odaklandı. Yanı başlarında duran dev kayanın üzerine oturmuş kişiyi görür görmez buz kesti, iliklerine kadar yayılan bir soğukluk cereyan etti. Heybetini büyük bir sadakatle sarmalayan tanıdık tulumunun içinde, turuncu gözleri, büyük burnu ona dikilmiş esmer tenli Dalay duruyordu. Orada durup yüzüne böylesi kayıtsızca bakması bir yana, sert yüz hatlarına yayılmış büyük gülümsemesiyle öyle iticiydi ki, Barlas boğazına sarılmamak için öfkesini bastırıp yanından derhal uzaklaşmaya karar verdi. Gözü birkaç kez seğirdi, bakışları pek öfkeli olacak ki Yüksek Kurul'da büründüğü o masum, ürkek, biraz da suçlu ifadesini takınmıştı. Ne fark ederdi? Onu yanına kadar getirtmesi bile adiceydi! "Dur!" dedi Dalay, Barlas tam da geri dönmek üzere oradan ayrılıyorken.
   "Anlamadım!" diye deli gibi bağırdı Barlas, kafasını yeniden Dalay'a çevirdi, "Bana! Durmamı mı! Söylüyorsun!"
   Dalay elindeki aynayı açıklığın bir köşesine fırlattı, ayna başka bir kayaya çarpıp paramparça oldu, Ormanlar'ın içine tiz bir ses savruldu, yankılanıp büyüyerek uzaklaştı. "Bak, açıklayabilirim Bar-"
   "Kapa çeneni!" diye dehşete kapıldı Barlas, "Bana sakın ismimle hitap etme! Aklında ne vardı bilmiyorum, nasıl bir oyun döndürdün bilemem ama şimdi defolup git buradan! Uzak dur, hayrına olur!"
   Barlas ikinci kez arkasını dönüp yürümeye hamle ederken, "Salmakis benim!" diye seslendi Dalay. Eh, bu zaten yeterince açıktı! Bu çekip gitmemesi için bir engel teşkil etmiyordu. "Hayatını kurtardım! Arkadaşlarına yardım ettim!"
   Barlas yarasına tuz basılmış gibi büyük bir atak yaparak Dalay'ın dibine kadar yürüdü, boyları neredeyse eşitti, gözleriyle onun gözlerini delip geçti, "Hayatımı kurtarmak! Sen nasıl bir adamsın böyle! Gayen, amacın ne!" İkisinin yüzleri arasında bir karıştan daha az mesafe vardı, Dalay tıpkı en başında, her şeyin başladığı gece, onu karşısına dikip baktığı gibi bakıyordu. Bir hayranlık, bir şaşkınlık, tuhaf bir sevgi?! Hızla yüzünü uzaklaştırdı, ne yaptığını sanıyordu?!
   "Daha en başında tüm bunları görmüştüm gözlerinde." diye lafa girişti Dalay, "Beyaz Saray'a adımını attığın ilk an… Penthea'dan fazlası, çok daha fazlası vardı gözlerinde..."
   "Sen! Sen hâlâ!"
   "Dinle, sadece dinle." Barlas üçüncü kez gitmek istedi, "Sana zarar vermek istemediğimi biliyorsun!" Barlas her zamankinden çok daha büyük bir tiksintiyle döndü. "Yaşamanı istedim! Eğer neyle karşı karşıya olduğunu, en beter durumlarda başına ne geleceğini bilirsen, çok daha güçlü olacaktın, güçlü olabileceğini bil, bunu gör istedim!" Barlas yüzündeki ifadeyi silip atmadığından daha da yanına yaklaştı, "Dinle, sadece dinle. Yüksek Kurul'un verdiği cezada, niçin Kersler'de kalsın istedim anahtarlar? El koyamaz mıydım anahtarlara?"
   "Bizi Ruhlar Ormanı'na, belaya sürükleyen sendin!"
   "Evet, felaketler büyütür İnsan’ı. Kurtulabileceğinizi, kurtulacağınızı biliyordum, er ya da geç o anahtarları alacağınızı!"
   "Saçmalık! Bu düpedüz hastalık! Hastasın sen, delirmişsin!"
   "Festival'de sizinle birlikteydim, Pars'a karşı safınızda savaştım, beni görmediniz, bilmediniz... Düştüğün o gece yanınıza geldim ama çok geçti, her şey için çok geçti... Aylar sonra mektuplar dağıttım, kurtuluşuna ulaştırmak için Alp'i ikna ettim, sonra arkadaşların... Her birini bir araya topladım, onları sana, Vadi'ye getirdim. Amacım zarar vermek değildi, hiçbir zaman olmadı, yapabileceğini biliyordum, geriye uygun koşulları sağlamak ve sana yaşaman gerekenleri yaşatmak kalıyordu..." Barlas deli gözlerle Dalay'ı dinliyor, her yeni cümlede Dalay’ın aklını üşüttüğüne daha da emin oluyordu, derken "Tehlikedesiniz." dedi Dalay, "Çok büyük bir oyun dönüyor, bu sefer de geç olmadan vazgeçin. Yola Tedan'sız da devam edebilirsin, Kankalem'in hükmü yalnızca Karanlık Kabile için, tılsımları bulmanıza yardım ederim, sonrasında da hep sizle kalırım, sizi korur kollarım, anlıyor musun?"
   "Ne oyunu? Neden bahsediyorsun?" diye yeniden çıkıştı Barlas.
   "Karanlık Kabile sana oyun oynuyor, Pars'la işbirliği içindeler.
   "Hiç de!" dedi Barlas, "Aynı yerde yaşıyoruz! Ayrıca benim sayemde bardağın dolu tarafından bakmayı öğrenecekler, değişiyorlar."
   "Othe Soy'u değişmez, Karanlık Soy asla ödün vermez kendinden. Gerekirse Othe Ataları'na bile ihanet edip, yine bildiklerini okur. Farklı şeylerin peşindeler, anlaşılan ustalıkla gizlemişler."
   "Sana inanacak değilim!" dedi Barlas kabullenmeyerek, "Sen bende yoksun!”
   "Arkadaşların inandılar, o yüzden buradasınız, o yüzden devam ediyor yoldaşlığınız, kalkmış bana Karanlık Kabile'nin şeytanlarını savunuyorsun, bilmem farkında mısın?"
   Barlas aklı karışmış vaziyette sıkıntıyla iç çekti. Penthea'dan fazlası, çok daha fazlası vardı gözlerinde... Doğruyu mu söylüyordu? Bilekiçi neden yanmıyordu? Salmakis, gerçekten de o muydu?.. "Kimsin sen?" dedi oldukça derinden gelen ve meraklı bir ses tonuyla.
   "Ben bir Göz Bükücü'yüm Barlas, Gölge Kabile'nin son Göz Bükücü'sü, Soy'umun son örneği..." diye cevapladı Dalay... Barlas afalladı, açıklama yapsın diye Dalay'a yaklaştı, tam o sırada yayından tiz bir sesle fırlayan ok gözlerinin dibine kadar gelip devasa bir ışık tarafından karşılanarak havada asılı kaldı. Oku fırlatan Kız, ona engel olanın kim olduğunu anlamak için etrafı taradı, ağaçlar dev kuşlar gibi konduğu yerden uçarcasına havalandı, tam tepesinde, ışıkların kırıldığı yerde, anı yırtarak döndüler, döndüler, döndüler...
...          Zamanın kayıplara karışan, giderek anlamsızlaşan, algılarını sıfırlayan anı dönüp durdu durmaksızın, kendini köprüde buldu ansızın, düşen beşiğin peşine atladı, nehri boyladı, nefessiz kalıp sarsıldı             …
   "Zamanı tam nabzından tutuyorum." dedi Alp, gözlerini Barlas'ın dibinde atak yapmaya çabalayan oktan ayırmadan, "O yüzden anlaşılır ve sade bir dille iletişim kurarsak hayrımıza olur..."
   Oku fırlatan Kız, büyük bir öfkeyle ikinci oku fırlattı ama bu seferki hedefi Barlas değil, Alp'ti. Alp, bir nebze olsun zorlanmadan sağ elini havaya kaldırdı ve o ok da tıpkı diğeri gibi havada asılı kaldı. Dalay'ın gözleri Alp ve Kız arasında gidip gelirken, Barlas gözlerini kullanarak dibindeki okun yönünü çevirdi, ok artık Dalay'a yönelikti. "Hadi ama!" dedi Dalay oku görünce, "Hâlâ fikrin değişmedi mi!"
   "El Büyüsü yapabiliyorsun!" dedi Kız hayranlıkla araya girerek.
   "Evet, öyle." dedi Alp ciddi bakışlarını sürdürerek, "Ama şimdi daha büyük bir karmaşa var gibi, çözülmesi gerekli bir karmaşa, kimsin sen?"
   "Pek değiştiği söylenemez, açıklama gerekli ya da açıklamalar!"
   "Sırayla konuşsak ya." diye sitem etti Alp.
   "Orman kaçkını o." dedi Barlas Kız için, ama aklı fikri Dalay'daydı.
   "Hıh! Orman kaçkınıymış!" diye sinirlendi Kız, "Yolda görüp taşa çevirdiğin zavallı kız olmasın o!"
   "Barlas, taşa mı çevirdin!" diye korktu Alp, "Yani şimdi-"
   "Hayır, şeytanlaştırma büyüsü falan yapmadım, sadece bir önlem." diye aceleyle cevapladı Barlas, "Zavallı kızımız beni sivri odunla şişlemeye kalkmıştı da! Boşver şimdi burada olmamalıydın, ya da onu da boşver gelmen iyi oldu, karşında Göz Bükücü olduğunu söyleyen Salmakis lakaplı bir Saray Aka'sı duruyor ne düşünüyorsun?"
   Barlas ses tonundaki iğneleyici ve alaylayıcı tonun, Dalay'ı sinirlendirmekten çok üzdüğünü gördü, ama henüz tam anlamıyla inanmış değildi. Alp eliyle havada sabit tuttuğu okun diğer elinin bir hareketiyle fırlamasını sağladı, fırlayan ok Dalay'a doğru gidince Dalay geriledi ancak ok onu değil, Barlas'ın ona doğrulttuğu diğer oku hedef alıp, kavis çizdi. Artık okların ikisi de yerdeydi, Barlas, Alp'in bunu neden yaptığını merak edip yüzünü ona döndü. "Iskaladın ha?" dedi Dalay gülümseyerek, "Ya da, hayatımı mı kurtardın demeliyim? Eh, Barlas'ın dediği gibi sevgili mektup arkadaşım. Salmakis benim ve kıymetlimiz buna bir türlü inanmıyor."
   "İnanmadığını sanmıyorum." dedi Alp ağır adımlarla yanlarına yürüyüp, Kız o sırada yere düşen okları almak için davrandı, Barlas öfkeli bir bakış atınca olduğu yerde kaldı. "Ne de olsa bir şeylere inanmamak neredeyse imkansız hale gelmeye başladı, Dalay Fama'nın niçin bize yardım etmek isteyeceğini kestirememiştir, doğrusu ben de şaşkınım, yani gerçekten sendin öyle mi?"
   "Evet." dedi Dalay basa basa, "Yüz kere, bin kere evet! Sizin tarafınızdayım, birkaç hata yapmış olabilirim ama hepsi bugünlere gücünüz bilinciyle gelebilmeniz içindi. Elimde size söyleyecek çok fazla şey var ama ilk aşamayı atlatmazsak, ikinci aşamaya geçemeyiz."
   "Neymiş ilk aşama?" dedi Barlas.
   "Bana inanmanız!"
   "Az önce Göz Bükücü mü dediniz?" diye şaşırdı Alp, "Ne demek bu, onca şey okudum hiç denk gelmedim?"
   "Adı üzerinde, Göz Bükücü gözü büker, Göz Büyüsü'nü." dedi Dalay açıklayarak, "Üç yüz elli yılında, insanlarının her biri bir diğerinden özel gözlere sahip Gölge Kabile'de doğdum. Annemle babamın Göz Bükücü olduklarını öğrendiğimde Karanlık Kabile tarafından öldürülmeleri üzerinden epey vakit geçmişti. Saray'a yönetici atandığımda Kabile Mensubu olduğumu ama kaçtığımı söylemiştim. Kalgay dahil herkes beni Karanlık Kabile kaçkını, tehlikeli ve bir o kadar adaletli olarak tanıdı. Gözlerinizle yapacağınız herhangi bir büyüyü saptırabilirim, bu senin büyün olsa bile." diye Barlas'a baktı, "Bana karşı Göz Büyüsü kullandığınızda sizi kör edebilirim ama tüm yanlış anlaşılmalar silsilesini başlatan şey, gözlere baktığımda dirençleri ve potansiyelleri okuyabilmem oldu... Barlas'ın gözlerini baktığım ilk an, gerçek bir Göz Bükücü olduğumu iliklerime kadar hissetmiştim, sarsıldığımı hatırlıyorum."
   Barlas dönüp Alp'e baktı, Alp ise derin düşünceye dalmış gibiydi. "Peki, söyleyeceğin mühim şeyler neler?" dedi Kız merakla. Barlas bir kez daha yüzüne pis pis bakınca dayanamadı, "Kusura bakmayın! İster istemez konuşuyorum ama istediğim tek şey şu iki oku alıp buradan gitmek, o okları bulana kadar canım çıkmıştı, izninizle!" Okları almaya davrandı, Barlas tek kelime bile etmedi.
   "Ee, niye hâlâ gitmiyorsun?" dedi Barlas, Kız okları alıp bir süre duraksayınca.
   "Adımı bile sormadınız! Şaka gibi!" dedi Kız alınarak, Barlas alttan alttan büyük bir yalnızlık sezinledi.
   "Adın ne?" dedi Alp gerçekten ilgili bir tavırla.
   Kız bir an dalga geçti sansa da, öyle olmadığını anladı. "Söyleme." dedi Barlas, "Nerede yaşıyorsun, ne zamandır buradasın?"
   "Bunları sonra konuşsanız!" diye araya girdi Dalay, "Tedan'a dair bir iz bulabildiniz mi? Ya da diğer Tılsımlar?" Kız Dalay'a boğacakmış gibi baktı.
   "Hayır." dedi Alp, Barlas ona sorgular gibi bakınca, "Ben inanıyorum daha fazla deşmenin alemi yok." diye devam etti, Dalay'a dönüp, minnet dolu bakışını karşıladı, "Hatta içimden bir ses, Hikâyesini dosdoğru duyduğumuz sayılı İnsanlar'dan olduğunu söylüyor."
   "Gördüğünü söylemiştin." dedi Barlas Dalay'a, "Ateş'le çağrı yaparken, Aetos'u gözlerinle gördüğünü söylemiştin? Nerede?"
   "Eh, bir şekilde buraya gelmen gerekiyordu değil mi?" dedi Dalay.
   "Ne yani!" diye haykırdı Barlas, "Yalan mıydı! Onun için mi haftalardır buradayız, bir yalan için mi!"
   "Sakin ol." dedi Dalay, "Ne de olsa Tedan'ın işkence görüyor ve saklı tutuluyor olması olası ihtimaller arasında öyle değil mi? Hem, buraya da gelmen gerekirdi, burada da bazı şeyleri görmen, değiştirmen gerekirdi."
   "Bak!" dedi Barlas hiddetini baskılamaya çalışarak, "Benim için bir iyilik yap olur mu! Bir daha beni felakete sürükleme, vazgeç bundan! Daha fazlasını kaldırabileceğimi sanmıyorum!"
   "Pekâlâ, haklısın, artık bundan vazgeçmem gerek." dedi Dalay, "Ama hesaplarıma göre bu civarda üç Öz Tılsım var, ikisi çok yakın. Ayrıca Pandora Kutusu'nun da burada olduğunu düşünüyorum, ne de olsa ona ihtiyacınız olacak. Kankalem, Kabile'yi adam etmeye yeter. Sonra şu hapis-"
   "Kankalem de kayıp." dedi Alp huzursuzlanıp, "Ayrıca, yeni bir fikrimiz var, Dağ'ın arka tarafı, Aetos orada olabilir, Kankalem de."
   "Ne hapsi bu? Hapisten kastın nedir?" diye sordu Barlas.
   "Fark etmemiş olamazsınız." dedi Dalay, Kankalem'e ilişkin hayal kırıklığını gizleyemeyerek, "Ay Işığı sırf Dağ'a değil, Karanlık Ormanlar ve Karanlık Dağlar'a da uğramaz oldu, henüz çözemedim ama etrafı çepeçevre saran bir şey var, hızla ve büyük bir gelişimle çoğalıyor."
   "Sanmıyorum, yani, şey..." diye bocaladı Barlas.
   "Pandora'nın Kutusu?" dedi Alp, "Onu neden kullanacakmışız ki?"
   "Geçirilmiş Tılsımlar'ı Pandora'nın Kutusu'na koymanız gerekecek."
   "Nasıl yani, o niye?" diye atıldı Barlas.
   "Çünkü içlerinde bir araya gelmek istemeyenler de olacak, onların bir ruhu var unuttunuz mu? Sırayla Kutu'ya girdiklerinde-"
   "Tabii girerlerse." dedi Alp, "Ruhları var ne de olsa? Hem, Kutu'nun içinden felaketler fırladığını duymuştum, biraz ters bir işlem gibi geldi, sonuçta Öz Tılsımlar'ın doğuracağı felaketleri kim ister ki."
   "O iş karışık, henüz ben de oturtamadım." dedi Dalay, "Ama Tılsımlar'ın Pandora Kutusu'na konması gerektiğine eminim."
   "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?" diye yeniden katıldı Kız.
   "Adın ne?" dedi Dalay.
   "Arya." diye cevapladı Kız hafif bir tebessümle.
   "Eh, işte adını sormuş olduk. Gitsen ya?" Kız öyle bozum oldu ki Barlas ve Alp haline acıdı, büyük bir alınganlıkla yanlarından ayrılıp ağaçların içine yürüdü.
   "Arya!" diye seslendi Alp, "Bak, şu an her şeyin ortasında bitmiş durumdasın ve işler fena halde sarpa sarmaya başladı. Niyetimiz seni üzmek değil."
   "Boşversene!” dedi Arya ve ağaçların arasında kayboldu.
   "Anladığım kadarıyla Öz Tılsımlar'ın ikisini ihanete kurban vermişsiniz ha? Tunga Bendis, o ne durumda?"
   "Karen ona gözü gibi bakıyor." dedi Barlas.
   "Öyleyse iyi niyetime inandın sonunda ha?" diye duygulandı Dalay, Barlas'ın artık sakinleşmiş ve kabullenmiş sesinden cesaret alarak.
   Barlas müşkül bir haldeydi; Layn Mağarası'nda olanları hatırladıkça kanının çekildiğini ve beyinciğinde içten içe bir sarsılma peyda olduğunu hissediyordu. Ablak suratlı sıska bir kyklop yanlarından geçip giderken içini çekti. Alp'e bakığında, Alp'in Arya'nın ardından kederle baktığını ancak yerinden bir milim bile kıpırdayamayacak kadar yorgun olduğu gördü. Uzunca sustular, delicesine konuşulması gereken entrikalar derin mi derin bir sessizliğin içine gömülmüş gibiydi. "Demek yordu." dedi Barlas, Alp'e bakıp, "Aynı anda el ve göz?"
   Dalay, sorduğu sorunun karşılığında böylesi tuhaf bir durumu gözleyince, önündeki iki yorgun bedene üzüntüyle bakamadan edemedi. "Öyle." dedi Alp, "Aramızda yeni bir yoldaş var: Yorgunluk..."
   "Ama yorulmak için gerçekten çok erken!" diye haykırdı Dalay, onları cesaretlendirmek ister gibiydi, "Henüz... Henüz yolun yarısına bile gelmiş değilsiniz!" Bunu söyleyince Alp ve Barlas gözlerinden ateş fışkırırcasına baktı. "Teşkilat, Teşkilat hakkında ne biliyorsunuz?"
   "Sağ salim Dağ'a varabilirsem, bir şeyler bileceğim." dedi Barlas.
   "Hah, işte ihtiyacımız olan şey! Bir plan! Bahsettiğim şeylerin Teşkilat'la ilgisi olabilir, ya da Dağ'ın öbür yüzüyle."
   "Ne planı bu?" dedi Alp ilgiyle.
   "Bar-"
   "Adonis!" diye susturdu Barlas, "Bu şekilde en azından İsim Büyüleri’nden korunuyoruz. Işıkkıran, Kurakhan, Eva, Karen, Tager. Hepimizin bir ismi var."
   "Çok akıllıca!" diye atıldı Dalay, "Belki de sizi büyülemeyi denemiş ama becerememişlerdir nedersiniz? Bu da henüz sırrını çözemediğimiz büyüyü yapmalarına sebep oldu?"
   "Plana dönersek?" dedi Alp, Barlas ona bakınca, "Şu an en çok ihtiyaç duyduğumuz şey ne de olsa!" diye açıkladı.
   "Öyleyse benim ismimde Salmakis olarak kalsın." dedi Dalay, "Sizinle Dağ'a gelemem ancak sizin yönteminizle korunabilirim. Adonis, Teşkilat hakkında bilgi edinsin. Işıkkıran, sen ve diğerleri de Dağ'ın eteklerinde olduğunu düşündüğüm Öz Tılsım'ı arasın, Nöbetçi Tılsım yüksek ihtimal Dağ'ın öbür yüzünde."
   Barlas, Dalay tarafından bir planın içine dahil edilmesinden kaynaklı pek mutlu görünmüyordu ama sesini çıkartmak yerine susmayı tercih etti. "Dağ'a neden gelemiyorsun?" dedi Alp.
   "Ne de olsa annem ve babam orada öldürüldü değil mi? İntikam arzuma engel olamayıp etrafa kara büyüler püskürtmem olası. Hem, siz içerideyken, birinin de dışarıda olması çok daha iyi. Anlaştık mı o halde, birbirimize destek çıkmamız gerekir..." dedi Dalay, Barlas'ın yüzüne bakıp son cümlesini söyledi, "...ve birbirimize inanmamız..."
   Barlas ve Alp, Dalay'dan ayrılıp Dağ'ın yolunu tuttukları sırada Alp epeyce şey konuşmuştu, Barlas'ın aklında kalansa en sinirine dokunan cümle olmuştu,
   "Sen de bir alemsin, Karanlık Kabile'nin şeytanlarına inan, Beyaz Saray Aka'sına inanma; olacak iş değil."
   Dağ'a vardıklarında onları en önce Ecrin karşıladı, yüz ifadesine bakılırsa Alp'in Barlas'ın yanına gideceğini zaten biliyordu. Barlas, Ecrin'in çocuksu sevincini koca bir gülümsemeyle karşıladı. Ecrin de gülümsedi, derken olduğu yerde sarsılarak geriledi, yere düşüp kaldı. "Karen!" diye bağırdı Barlas ve Alp bir ağızdan, Etek Ahalisi'nden birkaç kişi de Ecrin'in yanına toplanmıştı, Ecrin bayılmamıştı, yüzünde şok ifadesiyle doğrulmakta zorlanıyor, boş bakınıyordu.
   "İnanamıyorum! Az önce oldu galiba! Gerçekten de oldu!"
   "Ne, ne oldu?" dedi Barlas anlamayarak. Alp de aynı durumdaydı.
   "Geleceği gördüm sanki ya da, ya da geçmişi... Biliyorum, Leo'yla bunların ayırtına varmak için epey çalıştık ancak çok zaman geçti, yani-"
   "Tılsım'ın verdiği diğer yetiyi kullanabildiğinden mi bahsediyorsun?" diye atıldı Alp, hem şaşkın, hem heyecanlı hem de endişeliydi.
   "Evet, sanırım. Ama-" diye sustu Ecrin, az önce tüm yüzüne yayılan gülümsemeye şimdi hatırı sayılır bir gölge düşmüştü.
   "Ne gördün?" dedi Barlas alacağı cevabı hayra yoramadan, belli ki Ecrin bu yüzden sarsılmıştı.
   "Size yalan söyleyecek değilim." dedi Ecrin, "Hepimiz birden firar ediyorduk, büyük bir olayın içindeydik gibi."
   "Bu kadar mı?" dedi Alp hayal kırıklığıyla, "Nerede, ne zaman, nasıl?"
   "Bilmiyorum, sadece bir kaya hatırlıyorum, büyükçeydi. Farklı bir duyguydu, inanın kesin görüşler edinmek çok zor, her şey buğulu gibi."
   "Dikkat et olur mu?" dedi Barlas, Ecrin'in gördüğü şeyden bir şeyler çıkaramayarak, "Işıkkıran olanı biteni anlatsın size. Benim görüşmem gereken biri var. Dağ'a tırmanacağım." Ecrin ona gitme der gibi baksa da elinden bir şey gelmiyordu, bakışlarının onu en azından Yüksek Zümre'ye kadar takip ettiğine yemin edebilirdi. Çok sonra dönüp oldukça uzakta gözüken Ecrin ve Alp'in konuşmaya başladıklarını gördü. 'Dalay ha... Salmakis ha...' diye diye Şeytani Kovuklar'a çıkana kadar söylendi. Her şey birbirine giriyordu; hisler, duygular, olaylar, yaşananlar ve yaşanacaklar, hatta yaşanmışlıklar da... Sanki öyle bir an gelecek ki, Diyar'la birlikte birer akıntı olup dev bir okyanusa karışacaktı. Onca gizemin, onca olayın, onca entrikanın cismani boyutlarıyla uğraşmak yerine, başı sonu belli olmayan dev bir okyanusa karışıp huzura ermek çok daha kolay olurdu, ama beyin bu ya, illa ki soracak bir şey bulurdu; Okyanusun suyu nasıl bir suydu? Okyanus nerede başlıyor, nerede son buluyordu?.. Gece çökene yakın Şeytani Kovuklar'ın bulunduğu düzlüğe vardı, düzlüktekilerin bir çoğu yüzüne merakla bakarken duraksadı, Elduin için gelmişti buraya ancak bu şekilde onu ifşa etmekten öte bir şey yapamazdı ki! Fısıldamalar ve kulaktan kulağa konuşmalar başlamadan önce oradan bir süreliğine ayrılıp, plan yapmayı düşündü. Derken ayaklarının arasında bir hareketlilik hissedip döndü, bu bir yılandı! Az kalsın çığlığı basacaktı ki nerede olduğunu ve kim olduğunu anımsayıp sustu. İki adım geriledi ancak Yılan ısrarla onun ayaklarına doğru sürünüyordu. Henüz sima olarak ayırt edemediği Ülgenler, Mersenler ve Karlıklar etrafını kuşatmaya başlamıştı bile, bu kuşatma daha çok bir saygı törenini andırır gibiydi, en yakınına gelen önünde birkaç santim eğilerek uzaklaşıyor, yılan formunda olanlar çatal dillerini dışarı çıkartarak selam ediyordu… Şansına aynı zamanda Şeytani Kovuklar'ın Reisi olan Othen'i ortada yoktu ama bu biraz sonra gelebileceği gerçeğini değiştirmiyordu. Ne yapıp ne etse de bu durumdan kurtulsa diye düşünürken, ayaklarına dolaşan Yılan’ın peş peşe gelen tıslamaları sonunda anlamlandı. Elbette! Bu Elduin'di! Hızlı bir şekilde Şeytani Kovuklar'ı dolaşmaya gelmiş gibi Kovuklar'ın içine baktı, anlaşılan hayvan formunda kalmaya en çok hevesli olan Kovuklar'dı bunlar, her yer yılan kaynıyordu! Geri dönüp az önce ayaklarına dolanan, rengi diğerlerine göre oldukça soluk olan bu Yılan’a büyük bir imayla baktı. Yılan hareketlenip sürünerek uzaklaşırken onu takip etmek için hareketlendi. Kafasını çevirip onu selamlayan soğuk bakışlara son kez karşılık verdi, gözlerini ayırıyordu ki tanıdık bir simayla karşılaştı! Kel Adam! Adam'ın büyük gözleri bir Yılan’a bir ona bakıyor, yüzündeki sinsi ifade giderek güçleniyordu. Barlas gözünü ona dikince neye uğradığını şaşırıp gözlerini kaçırdı. Birkaç yıl önce, Saklı Köşk'ün arazisinde nasıl korkudan bembeyaz kesildiyse, şimdi de farksızdı. Oldukça başarısız bir oyunculukla takip etmiyor gibi yaparak Yılan’ı takip etti. Yılan, Şeytani Kovuklar'la Ruhani Kovuklar arasında kalan, el değmemiş dik kayalıklara kadar süründü. Epey uzaklaştığı sırada Yılan’ın Elduin olmama ihtimalini de düşünmeden edemedi. Dağ'ın gönülsüz misafiri olan çarpık gün ışığı iyiden iyiye dağılıp karanlığa karıştı. Kimi zaman tıklım tıklım dolup taşan Kovuklu Dağ, kimi zaman da oldukça sessiz ve terk edilmiş durabiliyordu. Gece olduğunda değişen birçok şey gibi, Kovuklu Dağ da değişiyordu Diyar'da. Anlaşılır kılınacak olursa Kovuk Sahipleri gece form değiştirip karanlığa karışıyorlardı, geriye de bir tek Orta Zümre ve Etek Ahalisi'nin mırıltıları kalıyordu, tabii bir de kendi mırıltıları... Trajikomik bir gerçek vardı, Dağ'ın en kıymetlisi olduğu söylenen Othena bir kez olsun dönüşüm geçirmemişti, kimse de ondan bunu istememişti, evet, her fırsatta hatırlatıyordu kendine... Biraz sonra sürünen Yılan enine ve boyuna genişleyip karanlığın içinden fırlayan tuhaf enerjiyle İnsan formuna dönerken hem kıskandı, hem Aetos Keramun'un kartala dönüştüğü geceyi hatırladı. Önünde Elduin'i görünce rahat bir nefes aldı.
   "Merhaba Othena'm, uzundur bugünü bekliyordum." dedi Elduin, değişim geçirirken birazcık olsun zorlanmamıştı anlaşılan.
   "Bunu nasıl yapıyorsun?" dedi Barlas merakla, Elduin anlamayarak bakınca açıkladı, "Şu dönüşüm olayı, bu vakte kadar yalnızca bir kez dönüştüm o da epey acılı geçti, nasıl bu kadar rahat ve bilinçli yapıyorsunuz bu işi?"
   "Kanımızda var Othena'm, biz böyle doğduk. Kimilerimiz Yılan çıktı anne karnından, kimilerimiz İnsan, nefes almak kadar sıradan."
   "Normalde, yani biliyorsun normalde değiliz, Othena'ya öğretiliyor mu bu? Bir Kurt olmak, buna uyum sağlamak?"
   "Pek tarih okumam Othena'm, bilirsiniz bir önceki Othena bir asır önce geldi bu topraklara… ama bildiğim bir şey varsa, o da Tedan-ı Kamer'in tüm bunlara derman olduğu."
   "Tabii ya, nasıl düşünemedim." dedi Barlas kederle, "Peki, senden bir şey istesem... Bana öğretebilir misin, şeye... Melanet Gecesi'ne kadar?"
   "Dönüşüm'ü mü?" dedi Elduin şaşırarak, Barlas kafasını evet anlamında sallayınca ekledi, "Affedin ama Melanet Gecesi yarın, nasıl olur da-"
   "Olduğu kadar Elduin, bu gece sabaha kadar çalışabiliriz, arkadaşlarıma haber yollarım merakta kalmazlar, yarın önemli bir gece ve ben aşağılanmak istemiyorum, her şeyimle Othena olmak istiyorum..."
   "Emrinize amadeyim Othena'm ama zor olacak bu, ben doğduğumdan bu yana Yılan’dım, bir Kurt nasıl davranır bilemem, yalnızca tahmin ederim."
   "Anlaştık o halde." dedi Barlas memnuniyetle. Aklında ne olduğunu bilmiyordu henüz ama bu gece bu işi bitirmeliydi... "Gelelim asıl konumuza, Salmakis'le görüştük, biraz çetrefilli bir görüşmeydi ama sonuca vardık. Şimdi senden bahsi geçen Teşkilat ve Tedan'ım hakkında bildiklerini aktarmanı istiyorum."
   "Tamamdır Othena'm, biraz geriye dönmem gerekecek..." dedi Elduin. Artık gün ışığından eser kalmamıştı. Ay, Dolunay'ına bir gün kalsa da, ışığını bahşetmiyordu Kovuklu Dağ'a. Elduin gelmesini işaret ederek Barlas'ı daha da öteye götürdü, Dağ'ın, hiç gitmediği öbür kısmına gidiyorlardı... Othena Kovuğu'nun bulunduğu kayalık kadar yüksek olmasa da, yükseklik korkusu olmayan birini dahi ürkütebilecek bir yükseklikteydiler, ışıksız kayalıkların sarp gölgeleri tehditkar ve dokunulmaz gözüküyordu. Cesaretlerinin el verdiği kadar dönseler de, tam anlamıyla öbür yüze varmış değildiler ancak Elduin göstermek istediği şeyi gösterebildi; öbür yüzü giden, ancak bir yılanın geçebileceği incelikte bir yoldu bu. "En güvenli yol bu..." dedi Elduin. Barlas, o incecik yolun aşağısında, karanlık mı karanlık, derin mi derin bir panorama görüyordu. Çukuru gözle görülemeyecek kadar karanlık bir uçurumun eşiğiydi burası. Az ötede Karanlık Ormanlar'ın siluetleri seçilebiliyordu. "Her şey, Bertram'ın bu yoldan geçirilip götürülmesiyle belirsizliğe gömüldü..."
   "Kimin?" dedi Barlas.
   "Bertram, size Öte Topraklar'a gelerek Karanlık Kabile'nin mektubunu getiren, getirdiği gün Tedan'ınız tarafından öldürülen Martel'in abisi..."
   "Şey, ne, nasıl yani?" diye sustu Barlas, derken yine kendini şaşırtarak hatırladı, "Mektubu görmenizi sağlayan ben değil, bir başkası oldu. Cezasını da bunu yaptığı gün buldu." Evet, öldürmüştü! Aetos Keramun'un öldürdüğü adamın abisi neden Dağ'ın öbür yüzüne götürülmüştü? "Şeytani Kovuklar'dan mıydı adam?" dedi merakla.
   "Evet, öyleydi." diye derin bir nefes aldı Elduin, "Dağ'ın öbür yüzünde neler döndüğüne dair bir fikrimiz yok, Othen'iniz Godzar yalnızca Ülgenler'le çalışıyor, özellikle de Zagu, Ugori ve Kodago ile. Bir de Asilzadeler'den Verthu var, biliyorsunuzdur. Arkada bir şeyler döndüğünü biliyoruz ama ne döndüğünde kestiremiyoruz. Gidip bakmaya da cesaret edemiyoruz. Bana kalırsa Tedan'ınız oralarda bir yerde. Teşkilat'a gelince, işte şimdi geriye dönme vakti... Karanlık Kabile, Gizem Diyarı'nın içinde bulunan kitlelerin; Beyaz Saray Halkı'nın, Kehanet Hanedanlığı'nın, Odena Köyü'nün ve diğer köylerin en başından beri bildiği şekliyle yaşayagelmiş olsa da, son dört asırdır bahsettiğim kitlelerin görüş açısından uzak, büyük gelişmeler yaşadı. Othena Kovuğu'nun içinde bulunan, dosdoğru Geçiş Kayası Panos'a açılan gizli geçit sayesinde Kaya'nın gizemi nice kutsal, nice ölümcül kodla çözülmüş durumda. Başlangıçta 'Kara Teşkilat' olarak adlandırılıp sonrasında 'Teşkilat' adını alan topluluğumuz, Kovuklu Dağ'dan öte, Kovuk Sahipleri içinde de bir özerklik edinip, Öte Topraklar'a açılan sınırları ortadan kaldırdı. Yaklaşık elli kişiyiz, en kolay ve en uzun yolculuğu sizin geldiğiniz topraklara yapabiliyoruz."
   "Bir dakika iki sorum olacak, birincisi ben geldiğimden beri Othena Kovuğu'ndan geçiş yapılmadı Panos'a, doğrusu bundan benim bile haberim yoktu, bu ben geldim geleli geçişler ertelendi demek mi oluyor yoksa başka bir yolu daha mı var? İkinci olarak, benim geldiğim topraklar hariç başka topraklara da mı gidebiliyorsunuz, nereye mesela?"
   "Doğrusu henüz sizin topraklarınız hariç diğer toprakları görünür kılan kodu çözmüş değiliz, o yüzden başka yere gitmedik bunca zaman. İlk sorunuza cevap verecek olursam da, başlangıçta keşif arzusuyla kurulan Teşkilat, şimdileri Godzar ve yandaşlarının tekeline geçmiş durumda, başka amaçların peşinde olduklarını düşünmüyor değilim ama diyorum ya, Bertram kaybolduğundan beri ilişkiler gize gömülü. Teşkilat bile kendi içinde bilgi akışı sağlayamıyor. Diyeceğim o ki Othena'm, dediğiniz gibi siz geldikten sonra ertelenmiş olabilir geçişler ancak yine bana kalırsa, Panos'a giden yeni bir yol yapıldı, Dağ'ın öbür tarafında... Böylece ne siz ne de biz yaklaşabiliyoruz…”
   "Öyleyse Alp yine haklı çıktı. Melanet Gecesi'nden sonra istikamet orası."
   "İzniniz olursa ben de gelmek isterim, destek çıkarım size."
   "Aslında yalnızca iki kişi almayı düşünüyorum yanıma ve yine büyük olasılıkla o iki kişiyle yaşadıklarım ortaya çıkaracak olanı biteni. Üzgünüm ama bu iki kişiden biri sen değilsin." Elduin gururu kırılmış vaziyette başını önüne düşürürken Barlas af diler bir ses tonuyla devam etti, "Lütfen anlayışla karşıla Elduin, anlattıkların altın değerinde." Elduin tuhaf karşılayınca Barlas düzeltti, "Ya da tılsım, her neyse ama güven konusunda çok büyük hatalara düşebileceğimi hissediyorum, bu yüzden zaten güvendiğim iki kişiyle olayların kalbine doğru ilerlemek çok daha rahat olacak. Şimdi senden öğretmeni istiyorum, yalnızca öğret... Bana Kurt olmayı öğret, Kurt gibi düşünmeyi..." Elduin kafasıyla onaylayıp selam verirken, Barlas minnetle gülümsedi.
…         Etraf ışığa boğulurken gülümsemesi oracıkta silindi, Dağ'ın tepesinden, Ormanlar'dan, Ay'dan, Yıldızlar'dan, batmış Güneş'ten... Her birinden devasa ışık huzmeleri kopuyor, tam da tepesinde çarpışarak tüm damarlarını esir alıyordu... Dağ kayboldu, bastığı zemin yok oldu, damarlarında kan yerine ışık akıyordu... Gözleri ona ait olmayan bir güçle kapanıp, yine ona ait olmayan bir şevkle açılırken, gözbebeklerinden fırlayan ışıklar, tepesinde patlayıp duran ışık yağmuruna karıştı. Işıklar büyüdü, o küçüldü... Küçüldü, küçüldü, küçüldü... Tanıdık bir odanın efsunlu camından dışarı bakıyor, yeni sahibinin ona vereceği ismi düşünerek isimsizliğine dert yanıyordu... Uyudu...             …
 
***

Lütfedilmiş ( GDS )Where stories live. Discover now