dördüncü sayfa | parti başlasın

113 16 68
                                    

CHOI LENORE

"Yeongri-ah," derken yanıma gelen çocuğa kafamı çevirdim. Annemin arkadaşının oğlu Yang Jeongin idi bu. Çekik gözleri gülümsediği için kısılmıştı, küçük bir vücudu vardı ve zayıftı, ona bakarken aklımda bir tilki görüntüsü beliriyordu. Korece adımı söylemesine hâlâ alışamıyordum çünkü geldiğim yerde hep Lenore kullanılırdı. "Seni birileriyle tanıştırabilir miyim?" diye sordu. Dediği şeyleri kafamda çevirmeye çalışırken yüzünü inceliyordum, anlamam için özellikle yavaş konuşmasına minnettardım.

"Tanıştırmak?" dedim kendi kendime. Başını hevesle aşağı yukarı sallarken annesinin kestiği saçları da onunla birlikte zıplıyordu. İkiye ayrılmış hindistan cevizinin tek yarısı kafasından aşağı sarıyordu sanki, komik bir saç modeliydi.

Dediğimi daha yavaş tekrarladı. "Tanıştırmak. Şey gibi: Tanıştığıma memnun oldum." Sıkça duyduğum bu cümleyi kullandığında gözlerim açıldı.

"Haa! Tamam, tanışalım."

Küçük elleri benimkini buldu, büyüdüğünde boyunun benden uzun olacağını ve ellerinin de kocaman olacağını hiç akıl edememiştim o zaman. Peşinde sürüklenirken etrafa bakıyordum, koridora astıkları takvimin sayfasını yırtmaya çalışan kısa boylu bir kız gördüm.

1 Aralık 2014.

Jeongin durduğunda bahçedeydik. Onun enerjikliğine karşın ben çabucak yorulmuştum. Üstümde dizlerime kadar gelen kalın, mor montum vardı. Eteğim de dizlerimden biraz uzundu ve beyaz külotlu çorabım beni aralık soğuğuna karşı koruyordu. Jeongin'in montu ise bebek mavisiydi, derin cebinden sarkan lacivert beresinin düşmek üzere olduğunu gördüm ama dokunmadım. Onun kumaş pantolonu eteğim gibi koyu griydi, spor ayakkabılarının önü top oynamaktan aşınmıştı.

Elimi bırakmadı, ben çekingen bir şekilde onun arkasında saklanırken karşımızda dikilen birkaç çocuğa bakıyordum. Farklı farklı yüzlere, tavırlara sahip olduklarını anlayabiliyordum. Jeongin'in yüzünü göremesem de gülümsediğini biliyordum, "İşte arkadaşlarım." derkenki sesinden anlaşılıyordu.

"Merhaba." dedi bir tanesi. Sivri bir çenesi vardı, gözleri kısıktı ama çok içten görünen bir gülüşü vardı. Başımı eğip selam verdim, Jeongin beni zorla yanına çekti. Diğerlerini de net görebildim. "Ben Seo Changbin. Son sınıfım, Jeongin ile size göz kulak olacağım, haha."

Gülümsedim ve teşekkür mırıldandım. Changbin yanında duran iki çocuğa göz attı ama hiçbirinden bir hamle gelmeyince iç çekip devam etti. "Bu Hwang Hyunjin, çok yakışıklı değil mi?"

Hyunjin göz devirip yanındaki büyüğüne baktı, Changbin'in kıkırdayışı incecikti. Küçük olan yine de beklentiyle bana baktığında hafifçe kafamı salladım, gülümsedi. Changbin diğer çocuğa geçti, "Bu da Kim Seungmin. Jeongin ile onun sayesinde tanıştık. O, Hyunjin ile aynı yaşta ve ikisi de benden bir yaş küçükler."

"Benden de bir yaş büyükler." dedi Jeongin. "Yeongri daha birinci sınıfta. Bebek muamelesini artık ben değil, o görecek."

Seungmin omuz silkti, "Alışır." diyerek yürümeye başladı. Kantini işaret etti, "Ayakta mı duracağız?"

Birlikte kantine yürürken Changbin yanıma geldi. Diğer yanımda Jeongin vardı ve ayrılmıyordu. "Bize seslenirken ne diyeceğini biliyor musun?" diye sordu Changbin. O da yavaş konuşmaya özen gösteriyordu. Biraz düşündüm ama unuttuğum için Jeongin'in montunu çekiştirdim.

"Oppa demen gerekiyor Yeongri."

"Ben onu sevmiyorum."

Changbin tekrar güldü, bu seferki Jeongin'i gıcık etmek ister gibiydi. Jeongin omuz silkti, "İstersen hyung da diyebilirsin. Sorun olur mu?" derken son cümlesinde Changbin'e baktı. O da kafasını iki yana salladı, montu olmasına rağmen zayıf görünen vücudunu kantine geldiğimizde beyaz duvara yasladı. Hemen yanında bize aromalı süt alan Seungmin ve Hyunjin konuşulanları dinlemiyor gibiydi.

sunflowers still grow at night | han jisungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin