altıncı sayfa | makyaj sırası

75 11 48
                                    

CHOI LENORE

İzlediğim minimal bir günlük videosundan sonra, "Nasıl bu kadar güzel yaşayabiliyorlar?" diye sorarken telefonumun ekranını aşağıya kaydırıp diğer videoya geçtim. Hemen ardından da elimdeki kahve fincanını masaya koymak için öne uzandım ama düşecek gibi olduğumda panikle geri çekildim. Kaşlarım kalkmış, dudağım büzük bir şekilde kalmıştı, bütün arkadaşlarım bana bakıyordu. Yuvarlak masa şövalyeleri gibi toplanmıştık yine. Bu sefer hiç gelmediğimiz bir kafeye gelmiştik, çünkü Minho demişti ki: "Biraz da başka bir esnafa para kazandıralım, okul zaten sayemizde zengin oldu."

"Gözümüzün önünde ölüyordun lan." dedi Jeongin, üzümlü kekini tek lokmada ağzına soktuğu için konuşamıyordu tabii.

"Yardım etseydin de ölmeseydim." dedim kaşlarımı çatarken.

"Huzur içinde yat Lenore."

Hayret içinde ağzımı açtım. Jeongin bana en fazla bir saniye bakmıştır, ardından hemen gözlerini kaçırıp yan sandalyede oturan Felix'e odaklandı. Aynı koltuğu paylaştığımız Jisung eliyle çenemi ittirdi ve ağzımı kapattım. Bir kafeye gittiğimizde, koltuk varsa eğer direkt koluğa otururdum ben. Çünkü sandalyede istediğim gibi yayılamazdım ve benim bir süredir düz oturamama hastalığım vardı. Şu anda da kafenin en köşesinde, duvara yaslanmış bir koltuktaydım, yanlamasına oturmuştum ve dizlerimi kendime çekmiştim. Ayaklarımın hemen ucunda da Jisung vardı. Bacaklarını biraz açıp yayıldığı için terliklerimin ucu ona değiyordu.

Bu arada elimdeki fincanım hala yerini koruyordu. Jisung uzanıp onu da aldı, kolu dizlerimin üzerinden geçti ve fincanı avuçladı, eğilip masaya koydu. Gözlerim Jisung'dan Jeongin'e kaydı, yanakları kocaman olmuştu çünkü kek bütünüyle ağzındayken yutamıyordu. Felix ona kahve içirmeye çalışırken zorlanıyordu, pipeti almak için ağzını açamıyordu bile. İstemsizce gülümsedim, ikisinin cebelleşmesini izlemek beni yumuşatmıştı. Felix'in yanındaki Minho da aynı şekilde izliyordu onları. Aradaki tek fark, Minho işlerini zorlaştıracak bir şey yapmak istiyor gibiydi. Çok geçmeden onunla bakıştık ve Minho kaşlarını kaldırıp indirdi. Gözlerimi kıstım ve sırıttım.

"Lenore, Jeongin ölüyor galiba." dedi Minho yüksek sesle. Jeongin'in bakışları hemen beni buldu, pipeti ağzına sokmayı başarmış gibiydiler. Jeongin'e kısaca bir göz atıp Minho'ya döndüm: "Huzur içinde yatsın madem." dedim sırıtarak.

"Aaa." diye bir ses çıkardı hayal kırıklığına uğramış olduğunu belli ederek. Ağzındaki her şeyi gördüğüme yemin edebilirdim. Diğerleri de abartıyla kahkaha atmaya ve Jeongin'e sövmeye başlamıştı. Elimle dudaklarımın üstünü kapattım, oturduğum yerden yapmak zor olsa da hafifçe öne eğildim ve kusuyor gibi sesler çıkardım. Jisung panikle doğruldu çünkü gerçek sandı. Kafeden kovulacağımızdan adım kadar emin olduğum halde ben de gülüşlerine eşlik ediyordum. Herkes bize bakıyordu ama ben gülmekten o kadar yorulmuştum ki başımı dizlerime gömdüm.

"Tamam, susun artık." dedi Chan gülmekten akan gözyaşlarını silerken. Kafamı kaldırdım ve ağrıyan yanaklarımı ovaladım. Jisung o sırada elini ağzına bastırıyordu susmak için. Jeongin alnını masaya yaslamıştı, utançtan boynuna kadar kızarmıştı tabii ki. Chan öne eğilip küçüğünün saçlarını karıştırdı destek olurcasına; ama Jeongin gerçekten fena rezil olmuştu. Ben de düzgün oturdum ve Chan'ın karıştığı saçlara uzanıp aynısını yaptım. Kendimi az da olsa suçlu hissetmiştim.

"Gerçekten ölmedin Jeongin, kalkabilirsin." dedim ve kafasını kaldırması için ensesinden çimdikledim. Boynu çok hassas olduğu için hemen doğruldu ve bana kötü kötü baktı. "Ne var?" derken suçsuzmuşum gibi omuzlarımı silktim.

sunflowers still grow at night | han jisungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin