[14]

336 31 71
                                    

jeno'yu bırakıp, yorgun bir şekilde arabayı eve sürdüğümde saçlarımı karıştırdım. her ne kadar pişmanlık duymasam bile buruktum. sonuçta onlar benim ailemdi ve bunu yerine getirememiş olmaları fazlasıyla üzmüştü beni. istediğim şey gerçekten yanımda olmalarıydı, bana sırt dönmeleri değil. bunu bile yapamıyorken kendilerinde hakaret edecek o hakkı bulmaları fazlasıyla garipti.

yolda aldığım birayı elime almış, eve gitmekten vazgeçip yavaş adımlarla son iki haftadır yaptığım gibi yine gidip oturmuştum o kaldırıma. iki haftadır her gün hüzünlü bir şekilde çıkıyordu notalar parmaklarından, hüzünlü bir şekilde dökülüyordu sözler ağzından. ne derdi vardı bilmiyordum lakin yardım etmek isterdim.

loş bir ışık yandığında içerde ben çoktan biramı yarılamış, onu bekliyordum. saate baktığımda henüz on ikiye iki saatten fazla olduğunu fark etmiştim. anlaşılan yeni bir yıla bu kaldırımda oturarak girecektim. ancak sorun değildi, bir yerlerden yarım kalmaya zaten alışıktım.

ben bunları düşünürken içerden gelen şarkının sesiyle gözlerimi kapattım yine. eskisi gibi huzuru öyle kolay bulamıyordum, stresimi atmaya, rahatlamaya çalışıyordum yalnızca. ne kadar mümkün oluyorsa.

"i know what you mean when you act like that
(böyle davrandığında ne demek istediğini anlıyorum)
you don't know it's breaking my heart
(bunun kalbimi kırdığını bilmiyorsun)
said that it was just never gonna happen
(bunun asla olmayacağını söyledi)
then almost kissed me in the dark
(sonra neredeyse karanlıkta beni öpüyordu)
every time we talk, it just hurts so bad
(her zaman konuştuğumuzda, sadece çok acıtıyor)
'cause I don't even know what we are
(çünkü ne olduğumuzu bile bilmiyorum)
i don't even know where to start
(nereden başlayacağımı bile bilmiyorum)
but I can play the part
(ama rol yapabilirim)"

sanki onun söylerek içinden attığı sözler, birer yük olarak omuzlarıma biniyor ve beni güçsüz kılıyordu. pişmanlık ve üzüntü her yerdeydi, aynı özlem gibi. ve ben yine üzerime çöken duyguların yoğunluğundan akıtıyordum gözyaşlarımı.

elimdeki şişeyi yanıma bırakmış bu sefer sigarayla zehirlemeye başlamıştım vücudumu. yavaştan çakır keyif olmaya başlıyordum. bunun vücudumu rahatlatması gerekirdi normalde ama hayır, omuzlarım her saniye daha fazla çöküyordu.

i am not the only traveler
(tek gezgin ben değilim)
who has not repaid his debt
(borcunu ödemeyen kişi)
i've been searching for a trail to follow again
(tekrar takip etmek için bir yol arıyordum)
take me back to the night we met
(beni tanıştığımız geceye geri götür)
and then I can tell myself
(ve sonra kendime söyleyebilirim)
what the hell I'm supposed to do
(ne halt yapmam gerekiyordu)
and then I can tell myself
(ve kendime söyleyebilirim)
not to ride along with you
(seninle beraber gitmemeyi)"

kafamı iki yana sallamıştım huzursuzca. benimle olmasını istiyordum. eğer lanet korkularımı yenmiş olabilseydim olacaktım da. şu an burda olmasına ihtiyacım vardı. belki saçımı okşamasına, belki sarılmasına. belki de sadece yanımda oturmasına.

i had all and then most of you
(hepsine ve sonra çoğuna sahiptim)
some and now none of you
(bazıları ve şimdi hiçbirine)
take me back to the night we met
(beni tanıştığımız geceye geri götür)
i don't know what I'm supposed to do
(ne yapmam gerektiğini bilmiyorum)
haunted by the ghost of you
(senin hayaletinle lanetlendim)
take me back to the night we met
(beni tanıştığımız geceye geri götür)"

querencia, jaedoWhere stories live. Discover now