Şeref Mevzusu

4K 350 105
                                    

Hayatın henüz bu kadar gaddar olmadığı ve elleriyle kendi hayatını darmaduman etmediği vakitlerdeki Mete'nin en büyük korkusu yaşanıyordu an ve an.

Neyden korkuyordu Keşanlı Mete?
Rutinden korkuyordu.
Bizzat yaşıyordu üstelik şimdi bunu.
Sanki kaderinden bir kaçış yoktu da kaderini eninde sonunda kendi bulmuştu elleriyle.
Okul sıralarındaki üniformaların hapishane kıyafeti gibi olduğunu düşünürdü ve düzenli bir işte maaşlı köle olmak da bunun devamı.
Şimdi ise yana döne düzenli ve maaş getiren bir iş aramak zorundaydı!

Evlilik dediğin saçma bir prangadan ibaretti.
Dünyada farklı kokuda ve tatla açan milyon tane çiçek varken bir arı sürekli aynı çiçeği kovalamazdı değil mi? Polen polen dolaştığı hayatın  sonu bu olmamalıydı zira!
Her gece farklı tenlerde ve tatlarda tutunan elleri şimdi yalnız uyuyup uyanırken boşlukta hissediyordu kendini.
Yapayalnız ve birinin ısıtmadığı bir  yatak her gün aynı yüzle uyanmak kadar korkutucu geliyordu.

Çocuk dediğin...
Külfet ve bile bile esaretten ibaretti.
Sürekli sana muhtaç,sızlanan ve tatminsiz küçük ve akılsız insan yavrularıyla uğraşmak bir kenara dursun Mete bir kedinin dahi sorumluluğunu alabilecek bir yapıda değildi.
Ki maması ve kumu varsa,kedi sizi umursamazdı bile.
Ama her daim bir şeyler bekleyen ve siz olmadan bir haltı beceremeyen özgürlük yoksunu prangalar...

Çıldıracak gibiydi.

Karşı daireye baktı.
Neyden kaçmıştı?
Aileden.
Sosyal çevreden.
Evlilik baskısından.
Düzenli maaş ve sigortalı kölelikten.
Sevmeyeceği yavrulardan!
El alemden.
Ve gençliğine olan borcundan bir miktar koklayıp şimdi ayrı kaldığı özgürlükten.

Üstelik körün gözü gibi koca İstanbul'da yine bulmuştu Edirne'nin minyatürünü.
Üstelik geçmişinden gelen tatlı bir azabı bulmuştu.
Aramazken bulmuştu üstelik.
Gamzeli'nin büyüdüğünü fark etmişti etmesine...
Lakin bu şekilde bir büyüme hayal etmiyordu.

Tam karşısındaki binanın terasında duran kumral oğlan...
Bambaşkaydı.
Gamzeli yanakları mahlasına  uymuyordu.
Eskiden kendine süper-kahraman gibi tapınan o neşeli ve biraz asosyal inek değildi.
Tamamen sert bir kayadan gibi duran çelik kıvamlı bir adamdı.

Karşısındaki portakal rengi turuncu saçlara sahip oğlana bakıp kahvesini yorumluyordu şimdi.
Ve o portakal saçlı mavi gözlü oğlan ise şen bir kahkaha atıp,telefondan bir şey gösteriyordu Dağhan'a.
Gamzelerini göstererek gülmüştü.

Gamzelisi.
Gülmüştü ..

Kapıdaki arabadan,İstanbul'daki  sayısız gayrimenkullerinden ve Edirne'nin  çoğunun hala onların oluşundan...
Mete kaş çattı.
Sahi,o gün o gam denizindeki delikanlıyı orada bıraktıktan sonra nasıl bugünlere geri gelmişti.

Dağhan,Mete yüzünden en iyi okullardan birini seçmemiş dandirik  bir üniversiteye dandirik bir bölüme tercih yapmıştı.

Dağhan,bütün yazı çalışarak geçirmiş üstelik Mete'nin aklına uyup babasının dükkan kasasından da para çalmıştı.

Dağhan,ailesine yalan söyleyip Edirne'de  okuyacağını söyleyip kendini beş parasız Antalya uçağında bulduğunda...
Mete çoktan yola çıkmış,eldeki avuçtaki  çaldıkları parayla  Avrupa'ya akın etmişti bile.

Ne olduysa o gün Gamzeli zaten ölmüştü.
Faili ise bizzat Mete'nin  kendiydi lakin...
Gamzeli,nasıl Dağ gibi duran bir Dağhan olmuştu merak ediyordu.
Ama öncesinde kendisini kurtarması gerekiyordu.

Karnını tutan kız mutfakta acıyla surat ekşitirken çizgi-film izleyip koltukta çikolatasını kemiren kardeşi uyudu uyuyacak dursa da sürekli soruyordu.
"Bu ne demek abla? Peki o ne demek? Demek kelimesi ne peki? Peki bunu demezsen, bu kelime başka anlamda da kullanılıyor mu? Çizgi-filmlerde gördüm bana bu krepten yaparsın dimi?"

İntizarWhere stories live. Discover now