Koza

2.3K 238 149
                                    

Bazı hislere evvelden itibaren aşina olmak sonsuza dek sürsün isteniyordu.

Mete caddede elleri cebinde yürürken istemsizce kasılan midesine engel olamıyordu. Yanıklarla dolu,su ve cerahat toplamış sargılı korkunç yüzü ve merhemin aksine şimdi havayı soluyordu cildi direkt olarak.Bahar güneşi altında İstanbul caddelerinde yürürken yeniden koyu kumral perçemleri elmacık kemiklerine düşüyor, teni yeniden havayı direkt olarak hissedebiliyordu çıplak bir biçimde.

Şimdilerde sadece Dağhan'a has,özgü ve ona ait olan güzelliği yeniden güneşli bir gün gibi açık seçik herkesin gözlerine takılırken Mete hoşuna giden ve yeniden geri gelen özgüveni ile daha bir dik yürüyordu.

Eski kurallarının bazılarına artık lüzum duymuyordu gerçi. "Bir,iki,üç" diye sayarak kendisini tekrar izlemek için heyecanla arkasına dönen kadınların ve erkeklerinin bakışlarını kovalamıyordu mesela. Çünkü daha üç saniye dolmadan Mete cadddeleri arşınlarken gözler yeniden ve yeniden onun yüzünde sabitlenirdi.

Özgüveninin gelmiş olması iyi bir şeydi zira buna ekmek ve su kadar muhtaçtı. Ayrıca soluduğu hava kadar da.

Bazı şeyler değişmezdi. Mete hala dış görünüşüne oldukça takıntılıydı. Belki bir ara Dağhan'ın bahsettiği Dorian denen karakteri okumalıydı. Çünkü kendisi de bir seçim hakkı olsa portredeki görünüm yaşlansın kendisi sonsuza dek yakışıklı ve genç kalsın isterdi. Bu yadsınamaz inkar çabası gereksiz bir durumda. Lacivertleri eski güzel günler gibi parlarken üstelik.

Lakin geçmişte portresi yaşlansın isteyen Mete şimdilerde yüzü yaşlanacaksa da bu yaşlanma serüveninin Dağhan'ın  badem gözleri karşısında olmasını istiyordu.

Çocukluktan çıktıkları ergenlik dönemi, yetişkinlik ilk evresi ve yetişkinliğin zirvesi. Sonrasında başlayacak olan yaşlanma serüveni. İşte bu döngünün her bir satırında ve nefesinde Dağhan'ı görmek istiyordu ; gerek aynadaki yansımasında omzuna sarılırken gerekirse de tüm fotoğraflarında yıl yıl şarap gibi oturarak ve yıllanarak güzelleşen halde.

Mete sadece Azra ve Atınç'ı mağdur etmemek için bir kaç gün daha çalışmaya tahammül ettiği iş yerinin - pub- sokağından geçerken ürkekti.

O gün suratının  şömine alevleriyle dağlandığı mıh gibi kazınmıştı zira zihnine. Ve  bir çöp poşeti gibi savrulan bedeninin yağmur suyunun ferahlığında hayata tutunma çabası, acıdan bayılmaya erişmesi ve çığlıklarını ya da iniltilerini tek bir ruhun dahi duyamayacağı kadar ıstırap halini dün gibi hatırlıyordu.

İstemsizce karıncalanan yüzüyle oradan geçmeden önce lacivertleri donuklaşmış,göz bebekleri korku ve panikle irileşmişti.

Lakin alevlerin esir aldığı bir tuğla yığınından öte kalmamıştı hiç bir şey.

Geride yalnızca kül, is ve kurum kalıntıları kalan taşları ve tuğlaları savrulmuş bir yığın halinde kümelenmişti. Tıpkı bir çöp arazisi gibi duruyordu ve insanlar şimdiden konteynırdan taşan çöplerini buraya yığmaya başlamıştı.

Ne camları vardı ne de binadan tek bir kalıntı.

Küllerin mekanı olmuştu burası artık.

Mete derin bir nefes verip yan tarafından geçen seyyar bir simitçiye fısıldadı "Abi..Bu binaya ne oldu?"

"Yaktılar."diye mırıldandı adam. "Yaktılar kardeşim."

"İ-İçindekiler?"

"Yandılar vallahi kardeşim,itfaiye yetişmeye çalıştı ama.."diye mırıldandı simitçi. "Yazık oldu , alacakları vardı herhal...Kundaklama yangın, kemikleri zor çıktı diyola.."

İntizarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin