Attack and Remorse

227 28 17
                                    

"Demek başa dönüyoruz? Pekala Potter, istediğin olsun! Bu sefer ne hata yaptım, yoksa- yoksa gözümün üzerinde kaşım olduğu için mi darılıp küseceksin bana? Ya da oyunu kazandığımız için mi? Ne yani Marcus'a 'gel bana çarp ki Harry ile kavga edelim' falan mı dedim sanıyorsun ha!" Ash sinirle süpürgesini yere atıp arkasını döndü. Pelerini çoktan buruş buruş olmuş, yeri boylamıştı. Sinirle dudaklarını ısırıp hahladı, eli belinde arkasını döndüğünde Harry çatık kaşları ile ona bakıyordu. "Çocuk gibisin tamam mı? Küçük, sersem ve aptal bir çocuk gibi!"

Arkasını dönüp hızla bahçeden çıktığında aklında binlerce senaryo vardı. Bu sefer ne olmuştu, neden küsüp düşman olmuştu Harry? Kafasını sağa sola sallayıp hızlandı. Karın ağrısını bile unutmuştu. Elinin tersi ile burnunu silip daha da hızlandı.

Üzerindeki baskı ve stres o kadar fazlaydı ki biri dokunsa patlayacak, daha sonra da susup ağlayacaktı. Büyük bir turnuva vardı ve üzerindeki yük fazlaydı, dersleri ağırlaşmıştı ve üstlerinden gelmeliydi, hele ki Harry'in son zamanlardaki tavrı tekrar eskisine dönüşmüş hatta daha da saçmalamaya başlamıştı. Üstelik Remus tedirginliği her gün biraz daha artmışken bunlarla baş etmesi çok zordu. O daha 14 yaşında bir çocuktu. Yanaklarına inen sıcak su tanelerini sinirle elinin tersiyle sildi ve derin, titrek bir nefes alıp gözlüklerini fırlattı. Küçük bir sinir krizinin eşiğine gelmiş, dönmek için en ufak bir çaba dahi sarfetmemişti. Belki, belki birileri ona destek olurdu. Kimse mi ne kadar çöktüğünü farketmiyordu?

✨✨✨

Günleri hızlı geçiyor, temposunu her zaman aktif tutmak zorunda kalıyordu. Planlarının üzerine başka planlar ekliyor, yapmak için kendini feda ediyordu. Büyük ağacın dibine oturup bacaklarını karnına çekti, ellerini kafasına kapanmıştı. Ağlamak, belki de güçlü bir çığlık atmak istiyordu.

Ailesinin yokluğunu belki de ilk defa bu kadar derinden hissediyordu çünkü önünü görememişti. Birkaç haftadır sadece aynı şeylerle yetiniyordu, annesi olsa ona yol gösterirdi. Kelid aynasından uzak duruyor, her Böcürt dersinde bir bahane ile kaçıyordu. Kafasını sağa sola sallayıp doğruldu ve suratına vuran güneşe baktı. Saçlarının olağanca dağıldığını hissediyordu. Yanında olmasını belki de en çok istediği kişi onu her zamanki gibi yalnız bırakmıştı.

"Lanet olsun!"

"Yine ne oldu Bell?" Adrian elinde meyve suyu kutusu ile umursamazca genç kızın yanına çöküp ağaca yaslandı ve pipetinden bir yudum daha çekti. "Kime lanet okuyorsun ha?"

Ash, titreyen dudaklarını saklamak için kafasını ihtiyatla eğmiş, bağdaş kurduğu bacaklarının ardından toprağa bakmaya başlamıştı. Hayır, yanında Potter olsun istiyordu. Pucey değil.

Yutkundu ve derin bir nefes verip kafasını iki yana salladı. Sesi düzelsin diye tekrardan yutkundu ve mırıldandı. "Hiç."

"Imm, hiç demek? Pekala, şimdi ne olduğunu anlat. Çünkü yemedim." Ash bu kadar ısrarcı olmasını garipseyerek derin bir nefes aldı ve dolan gözlerini ovuşturarak Adrian'a döndü. Gözlerinin altındaki morluklara herkes alıştığı için Adrian garip bir şey olduğunu sezmemişti. Genç kız kısık ve umursamaz sesi ile tekrardan mırıldandı. "Maçlar falan işte. Canımı sıkıyorlar, anlarsın ya."

"Daha 2 ay olan maçlar mı canını sıkıyor?"

"Evet, bu maçlar okulu temsil ediyor Pucey. Sen neden pek neşelisin ha?" Adrian Durmstrang ve Beauxbatons'u kolayca yeneceklerinden kesinlikle emindi. Hiç kuşkusu yoktu zira bakanlık eşit şartlar için tüm oyunculara - yedeklere de dahil - Nimbus 2000 sipariş etmişlerdi. Üstelik oyuncuları taşı sıksa suyunu çıkartır cinstendi, neden bu kadar endişeleniyordu ki?

La Douleur Exquise | Harry Potter FanfictionWhere stories live. Discover now