didn't want to kiss anyone but you

177 21 1
                                    

Louis'nin kulak misafiri olduğu telefon konuşmasının üzerinden yaklaşık bir gün geçmişti ve o pes edecekti ki bunlarla yüzleşmeye mecbur olduğunu düşündü.

Eğer Harry'nin hayatında biri varsa ve onu okuldan, özellikle edebiyat kulübünün toplantılarından, uzaklaştırıyorsa, Louis bunu düzeltecekti!

Ona karşı hissettiklerinden bağımsız olarak Louis, elbette Harry'nin mutluluğunu gözetiyordu. Kendisiyle olmasa bile bir başkasıyla, bir yerlerde mutlu olmalıydı çünkü Harry bunu hak ediyordu.

O ve onun şekerden yapılma kalbi sevilmeye değerdi.

Bilge bir bahçe cininin de dediği gibi, Harry'yi kaçıran her kimse, onu buna pişman edebilirdi.

Dışarı çıktığı an ayaklarının onu Harry'nin evine götüreceğini bildiğinden evden ayrılmaktan kaçınan oğlan sonunda ceketini alıp sokağa adım atabildiğinde tamam, dedi, Harry'yi mutlu etmenin bir yolunu bulacağım çünkü o bunu hak ediyor.

Belki onun sevecen erkek arkadaşı olmak için şansı yoktu ancak omzunu yaslayabileceği bir dert ortağı olabilirdi.

Sabahın erken saatleri olmasına aldırmadan günün ilk ışıklarıyla Harry'nin evinin yolunu tuttu. Belki de böylece içini kemiren kıskançlıktan da kurtulabilirdi. En azından Louis öyle olmasını umdu.

Arabası yolda iki defa istop ettiğinde ve tavsiye almak için aradığı yüce gönüllü arkadaşı Liam onu Harry'yi randevu gününün akşamı nasıl reddettiğini öğrenip azarladığında bile pes etmedi.

Ancak, bilirsiniz, bazen evrenin verdiği işaretleri dinlemek hayatınızı kurtarabilir.

Louis başına gelen tüm talihsizliklere rağmen sonunda kendini Harry'nin verandasında bulabilmişti ancak şimdi de korkaklığıyla baş etmeye çalışıyordu. Avuç içleri oluk oluk terliyor, bakışları kapı ve zil arasında mekik dokurken titriyordu.

Başının döndüğünü hissederek, dediğim gibi o biraz(!) dramatikti, geri dönmeye yeltenmişti ki Harry, elinde siyah bir çöp torbası ve son halinden eser bile olmayan görünüşüyle kapı pervazında beliriverdi.

Büyük buluşmanın etkisinden olacak ki ortamı büyük bir sessizlik kapladığında Louis, oğlanı inceleme fırsatı buldu. Burnu tıpkı onu kafede gördüğü zamanki gibi kırmızıydı ancak bu sefer soğuktan olmadığını biliyordu.

Eğer bu görüntüyü destekleyen gözaltı torbaları olmasaydı Louis ağlamadığını, yine soğuktan bu hale geldiğini düşünebilirdi.

Ancak resme neresinden bakarsa baksın onun kendisini güneş doğana dek uyutmayan bir acıyla boğuştuğunu görememek için kör olması gerekirdi.

Biri gözlerimi oysun, diye düşündü. Yoksa Harry'nin bu görüntüsü kalbini ezmeye devam edecekti.

İlk önce ona sıkı bir kucaklaşma vermek istedi. Daha sonrasında ise onu dizlerine yatırmayı, buklelerini yavaşça okşarken kulağına bir şarkı mırıldanmayı ve o uykusunu alana dek nefes seslerini dinlemeyi.

Ancak bütün hayalleri Harry'nin şiddetli ağlamasıyla bölündü.

Louis tam da şimdi, cennetten bir meleğin yeryüzüne indiğine ve Harry'nin her bir gözyaşı için bir kurban alacağına emindi çünkü kaldırım kenarındaki bir çocuk bile bu kadar savunmasız görünemezdi.

Eh, umalım da melek buna sebep olan her kimse ona merhamet etmesin, diye düşündü. Yoksa onun işini elinden almak zorunda kalacağım.

"Burada ne işin var?" Birilerinin konuşması gerektiğini düşündü Harry. "Harry, ben, üzgünü-" titreyen dudaklarıyla oğlanın cümlesini tamamlamasına bile müsaade etmeden araya girdi.

like a bolt out of the blueWhere stories live. Discover now