♤2♤

183 25 5
                                    

Belki saatlerdir kapının önünde bekliyordu. Akşam yaşananları ve prensinin sesinin yumuşak tınısını aklından çıkaramıyordu. O ufacık anlar onun için ne kadar da değerliydi. Hemen her detay tekrar tekrar gözlerinin önüne geliyor ve bunlar aklına geldikçe dudaklarının hafifçe yukarı doğru kıvrılmasına engel olamıyordu.

Kendisine sadece bu kadarı için izin vermişti. Aslında onun konumundaki biri için bu fazlaydı bile ama hayal etmeyi durduramıyordu. Bu yüzden en azından durumu daha ileriye taşımadığından emin olmak adına bu kadarına müsamağa göstermişti.

O an kendisini rahatsız eden tek şey birkaç saniyeliğine süren o huzursuzluk anıydı. Arada sırada tekrar baş gösterip mutlu hayallerini mahvediyordu.

Önemsiz bir şey olsa gerek... Muhtemelen prensimi odasına kadar takip etme münasebetsizliğini gösterdiğim için vicdanım rahat değil... Sabah majestelerinin ayaklarına kapanıp af dilenebilirim...

Sorun çözülmüştü. Artık içi rahat bir şekilde görevini icra edebilirdi. Koridodan gelen ayak seslerini duyana dek gözünü kırpmadan nöbette beklemeye devam etti.

"Kim var orda!"

Eli kılıcının kabzasına gitti. Köşeden dönen kişinin dostu olduğunu fark edince rahatladı ve kasılan kolunu gevşetti.

"Nöbet değişimi mi?"

"Aynen öyle. Benim saatim geldi."

"Ben burda kalıyorum. İstersen benimle bekle ama burdan ayrılmayacağım."

Kai'ın suratında bir tebessüm belirdi. Elbette ayrılmayacaksın... diye geçirdi içinden.

"Hiç değişmeyeceksin değil mi? Bu kadarı da abartı değil mi?"

"Ona bir ihtiyacı olursa kapının önünde olacağımı söyledim. Sözümden dönmeyeceğim. Üstelik hala endişeliyim. Biliyorsun uzun süredir düşman ülkelerle herhangi bir çatışmaya girmedik ama fiilen hala savaşın içindeyiz. Tedbiri elden bırakamam. Uzun zamandır çetin savaşlar veriyoruz. Ortalığın birden sessizleşmesi hiç hayra alamet değil."

"Özetle kendimden başkasına güvenmiyorum diyorsun. Yani ne desem gitmeyeceksin."

"Sanki kötü bir şey yapıyormuşum gibi konuşma. Hem bak ne güzel işte! Madem ikimiz de gece boyu burdayız, bana yoldaşlık etmiş olursun. Canım sıkılmaz böylece."

"Sen BANA yoldaşlık etmiş olursun. Burası benim görev yerim!"

"Neyse ne. Şimdi sessiz ol yoksa prensi rahatsız edice-"

"Kuroo!"

Kai kendisini aniden ittirince Kuroo arkaya doğru tökezledi. Sadece saliseler içinde gerçekleşen bu olaya önce bir anlam verememişti. Kafasının üzerinden uçup Kai'ın kolunu sıyıran kılıç darbesini çok geç fark etmişti.

Olayın birden patlak vermesi üzerine afallamış ve kılıcını kavrayamamıştı. Kendisine doğru gelen ikinci kılıç darbesini ucu ucuna engelleyebilmişti ama saldırganın yaptığı baskıyla yatak odasının kapısına çarpıp açılmasına sebep olmuştu. Kendini savunmaya çalışırken odanın içine yuvarlandı.

İçerdeyken Kai'ın kapının önünde verdiği mücadeleyi zar zor görüyordu ama işler pek iyiye gitmiyor gibiydi.

Kendi savaşına odaklanmalıydı. İçeri düşerken kazandığı zamanla kılıcını kavrama fırsatı elde etti. Dengesini tekrar sağlayıp ayakta dimdik durabildiği zaman kendisine saldırmakta olan kişiyi anca seçebilmişti.

"Suguru! Seni hain!"

"Ne o? Pek şaşırtamadım sanırım."

Kuroo saraydaki hainle karşı karşıya gelince kılıcını daha hiddetli sallamaya başladı.

"Ahh, sakin ol 'asil şövalye'. Bu gidişle beni alt edebilirsin belki ama eğer ben gidersem yerime bin kişi dizerler."

Düşman yavaş yavaş Kuroo'nun sert darbelerine alışmaya başlamıştı. En azından artık sağlam karşılıklar verbiliyordu.

"Sanırım buna gerek de kalmayacak."

Kapının önünden acı bir çığlık yükseldi.

"Kai!"

Kuroo arkadaşının adını haykırken sadece ufacık bir anlığına yaptığı bu hatanın nelere mal olacağını bilmiyordu. Suguru bulduduğu fırsattan istifade ederek kılıcını Kuroo'nun kaburgalarının altına sapladı. Kuroo'nun karşı koymaya fırsatı olmamıştı.

Can havliyle düşmanına son bir darbe indirmeye çalıştı ama bu sadece ikinci kılıç darbesini yemesine sebep oldu. İki darbe de çok derine girmişti. Bedeninden fışkıran kanın sıcaklığını hissederek yere yığıldı Kuroo. Canı çok acıyordu ama şimdi bunu düşünmenin sırası değildi. Alçak düşman uyumakta olan prensinin yanına yaklaşıyordu.

"Sefil krallığınız çökeli haftalar oluyor. Daha savaşın en başından beri yenik durumdaydınız ama siz aptallar peri masallarına inanmayı tercih ettiniz."

Suguru başıyla derin uykuda olan prensi gösterdi.

"Şunun güzel yüzüne de bak. Nasıl da sakince uyuyor. Ah, ama malesef ki az sonra senin gibi kanlar içinde kıvranıyor olacak. Sadece senin gibi değil, tıpkı ailesinin geri kalanı gibi..."

Tüm kraliyet ailesini kanlar içinde hayal edince Kuroo'nun boğazından bir inleme yükseldi.

"...Ne kadar da yazık. Keşke akşam yemeklerine benzodiazepin katmak yerine direkt işkence ederkek öldürseydik. Çığlıklarını duyarak öldürmek daha eğlenceli olurdu."

Kuroo duyduğu şeyle irkildi. Benzodiazepin... İşlerini daha rahat görebilmek için akşam yemeğine yatıştırıcı katmışlardı. Etkisini uzun sürede gösteren bir ilaç bulmuş olmalılardı. Kenma dahil hiç bir asil kendini savunmak için uyanamayacaktı.

Öylece... öleceklerdi...

Kendi sonunun yakın olduğunu biliyordu ama onu korumalıydı. Ayağa kalkmaya çalıştı ama bacakları onu dinlemiyordu. Bedeni uyuşmaya başlamıştı. Kendi kanından oluşan ılık kan gölünün içinde yatarken gözlerini prensinden ayıramıyordu.

"Eh, sanırım idare etmem gerekecek..."

Suguru, Kuroo'nun kanıyla kırmızıya boyanmış kılıcını havaya kaldırdı. Kılıç Kenma'nın göğsünden 30 santim yukarıda duruyordu.

"Çok yaşa prensim!"

Kuroo boğazına gelen kanı öksürdü.

"K-kenma!"

Kılıcın inip prensinin göğsünü delişini izledi. Bu görebildiği son şeydi. O ana tanık olduktan sonra tüm dünyası karanlığa gömüldü.

Yaklaşık bir dakika sonra Kenma da onun gibi cansız bir cesetten ibaretti artık.

All hail the prince ((kuroken))Where stories live. Discover now