17

195 34 2
                                    

İnsanlara sevdiğimi belli edemezdim, söylemezdim. Ben anne ve babama bile sevdiğimi söyleyemezken ona söylemiştim. Kimse için kılını kıpırdatmayan ben her şeyi onun için yapmıştım. Yapmamam gereken şeyleri yapmıştım. Bu onun benden nefret ettiğini, yanında istemediğini söyleyişine kadar devam etmişti.

Şimdi yine onun mutlu olması için her şeyi yapacağımı biliyorum. Yine onun gideceğini bildiğim gibi. Bu sefer benden ayrılırken nefret ettiğini söylemese de yıkılacağım. Belki kasabadan giderse daha mutlu olacak ama bencilce burada kalmasını istiyorum. Daha doğrusu benimle kalmasını istiyorum.

"Benden daha iyi olmalıydın." Ondan daha iyiydim ama üzüldüğü için topları almasına izin veriyordum. Bunu bilmesine gerek yoktu. Topu potaya attığında basket oldu. Bana dil çıkarıp güldü. "Ben kazandım!"

"Tebrikler hyung." Gülüşü durdu ve kaşlarını çattı. "Bilerek yenildin?"  Dediğinde omuz silktim. "Sana tavuk ısmarlamak istiyordum." Omzuma vurdu yine de onun bu durumdan memnun olduğunu biliyordum.

Buz gibi havada basketbol oynamayı neden teklif etmiştim ki? Zaten çabucak hasta olurdu. Daha fazla dışarıda kalmaması için yürümeye başlamalıydık.

Yerden topu aldım ve onu da omzundan tutup  yönlendirdim. "Gruba yazayım mı çocuklar da gelsin?" Ona anlamazca baktım. Beni batırmak mı istiyordu? "Hyung ben sana ısmarlarım dedim. Diğerlerine de ısmarlarsam ne kadar tutar biliyor musun?"

"Çok cimrisin!" Ciddi anlamda söylemediğini biliyordum ama yine de kendimi savunmaya çalıştım. "Hyunglarımı seviyorum ama çok yiyorlar. Ben de çok yiyorum gerçi." Elimi tutup rahatlatmak ister gibi sıktı. "Biliyorum, sadece şaka yapıyorum." Elimi tutmayı bırakmadı.

Siparişi verip oturduğumuzda mutlu gözüküyordu. "Yanakların kızarmış hyung üşüdün değil mi?" Dediğimde ellerini yanaklarına götürdü. "Evet, biraz." Benim yüzümden üşütmezdi umarım. "Keşke önceden söyleseydin." Dediğimde omuz silkti.

Garson siparişi getirdiğinde teşekkür edip yemeye başlamıştı. "Ne zamandır açsın sen?" Dediğimde gözlerini kısarak bana baktı. "Sanırım sabah yediğimle duruyorum." Dediğinde benim tavuğumdan onun tabağına koydum. "Bolca ye." Dediğimde başını salladı.

O iştahlı iştahlı yerken onu izliyordum. Hava yavaştan kararmaya başlamıştı.  "Eve erken gitmen gerekiyor mu?" Dediğinde başımı iki yana salladım. "Sahile gidelim mi?" Onunla olmak güzel olsa da üşütmesinden korkuyordum. "Hava soğuk üşütürüz."

"Jongho, eve gitmek istemiyorum." Bizim eve davet edebilirdim ama annem için sorun olmasa da Yeosang'ın ailesinin bundan hoşlanmayacağını biliyordum. "Benim evime gidelim. Evinize yakın geç saatlere kadar kalırsın, istersen yatıya da kalabilirsin."

"Yatıya kalamam ama geç saatlere kadar kalabilirim." Ailesi burada olmasa belki de eskisi gibi yatıya kalacaktı. "Baban yüzünden mi eve gitmek istemiyorsun?" Dediğimde gözlerini kaçırdı. "Jongho, ben kötü biri miyim?" Kötü onun zıttı olan her şeydi.

"Hayır sen çok iyisin. Neden böyle düşünüyorsun ki?" Dediğimde sanki her şey ortada der gibi ellerini açtı. "Babam kanser ve ben onunla yaşamayı bile kabul etmedim." "İkinci dönem Seul'deki özel liseye gidebilirsin hyung. Ama orada olman bir şeyi değiştirmez. Zaten haziranda gideceksin."

"Bugün durumunu ayrıntılı olarak konuşacağım. Ölecek olan biri gidip boşanmaz değil mi?" Dediğinde ellerini tuttum. "Teknoloji ve tıp gelişti. En kötüsünü düşünme." Dediğimde başını salladı. "Özür dilerim ellerim kirliydi." Dediğimde gülmeye başladı. "Benim de kirliydi sorun değil."

"Çocukken kasabadan gitmek isterdin. Anne ve babanın yanında daha mutlu olacaksan..." "Olmayacağım." Dediğinde başımı salladım. "Ama gideceğini biliyorum. Eninde sonunda annenin dediklerini yapıyorsun."

"Hayır, eskiden olsa dediklerini yapardım şimdi öyle değilim." Eski ve yeni aşamadığımız bir ayrım gibiydi. Onu tanıyordum ama tanımıyordum. "Senin adına sevindim. Seni.. seni mutlu eden insanlar bulmana da sevindim."

"Sen ve Wooyoung da mutlu ediyor." Dediğinde bunu kibarlık için söylediğini biliyordum. "Ben seni mutlu mu ediyorum? Hyung birbirimizi kandırmayalım. Ayağım kırılana kadar benimle konuşmadın bile doğru düzgün." Şaşkınlıkla bana bakakaldı.

Dudağının kenarına bulaşmış sosla komikti. "Biz kötü bir şekilde ayrılmıştık. Yani ayrılmıştık derken arkadaşlığımızı bitirmiştik. O yüzden bana laf sokmaya çalışıyordun." Güzel olan her şeyi kendinde barındırıyordu. "Neden gülüyorsun ki?" Masadan peçeteyi alıp ağzını sildim.

"Ben ve senin aranda her zaman bir duvar vardı. Bunu yıkmaya çalışmadım. Senin o evden çıkmanı sağlayamadım. Hatta seni aşırı koruma altına alıp yanımda da hapsedilmiş hissetmeni sağladım. Benden nefret etmeni sağladım. Hongjoong hyung ve diğerlerine minnettarım bu yüzden senin yanındalar ve özgürsün. En başında sana kızgındım hatta sizi kıskandım ama artık anlıyorum."

"Benim için birileriyle kavga etmeni izlemekten nefret ediyordum. Ben senden nefret etmedim sadece... Beni koruman kötü hissettirmiyordu bu seni yaralayana kadar. Ama öyle ya da böyle  çocukluğumun en güzel günlerini birlikte olduğumuz anlar oluşturuyor."

"Baş belası küçük kardeş değil miydim?" Dediğimde başını iki yana salladı. "Benim kahramanımdın. Ama büyüdükçe bunun sana zarar verdiğini anladım." Kaşlarımı çatmadan edemedim. "Bana zarar vermiyordu."

"Hala kasabanın yarısı senden korkuyor. Okuldan ve basketbol takımından neredeyse atılacak olmanı saymıyorum bile." Sorun olmazdı eninde sonunda basketbol oynamayı bırakmıştım sonuçta. "Üzgünüm." Dediğinde Yeosang'a anlamazca baktım. "Aklına gelmesine neden oldum." Birbirimizi düşündüğümden daha iyi anlıyorduk. "Sorun değil. Zaten benimle basketbol oynayacak biri hala var."


Perfection|JongsangWhere stories live. Discover now