[0.7]

1.1K 64 18
                                    

Bana tesadüfen bir şarkı çalacağını, o şarkının beni içinde senin olduğun o tarçın kokan anılara kadar sürükleyeceğini söylememiştin. Beni hayata teslim ettiğinde ve yaşamamı istediğinde bunu da düşünmüşsündür diye geçirmiştim içimden. Şimdi sormak istiyorum sana, seni nasıl unutacağımı bana öğretmeden nereye gidiyorsun?

Korkaksın diye bağırmak istiyorum. Korkaksın. Benim cesaretim beden beden büyük geldi sana.

Şimdi gözlerindeki ışık sönse ne olur, giderken yanında benimkileri de götürdükten sonra.

Oradaydı işte. Motorunu kafenin girişine bırakmıştı az önce. Kaskıyla beraber. Şimdi de eliyle kaskın dağıttığı saçlarını karıştırıyor, deri ceketinin cebinden sigara paketini çıkarıyordu. İçinden bir sigara çıkarışını, o sigarayı dudaklarının arasına yerleştirişini ve çakmağıyla ateşleyişini büyük bir dikkatle izliyordum.

Benim sigaram ondan iki dakika önce yanmıştı, parmaklarımın arasında.

İçine derin bir nefesi çektiğinde yanaklarında oluşan çukurlara baktım. Zayıflamıştı. Yüzündeki kemikler daha belirgindi artık. Tıpkı tişörtünün yakasının açıkta bıraktığı köprücük kemikleri gibi.

Doğru dürüst yemek yediğini sanmıyordum. Görmüyordum da. Bir kafenin sipariş kolunda çalışıyordu. Motorla evlere sipariş götürmek ona göre bir iş sayılırdı. Daha önceki iş deneyimlerini düşündüğümde bu iyiydi. En azından emeğinin hakkını aldığını biliyordum.

"Şeyda, müşteriye baksana."

İçeriden gelen sert uyarıyla artık tükenen sigaramın izmaritini çöp kovasına atıp sırtımı yasladığım camdan ayırdım. Kapıyı itip içeri girdiğimde eş zamanlı olarak kapının üzerindeki zil çalmış, burnuma taze çekilmiş kahvenin kokusu dolmuştu.

Çalıştığım yerin en katlanılabilir yanı buydu sanırım. Kahve sınırı yoktu.

"Buyrun," dedim karşımdaki orta yaşlı müşteriye. "Ne alırdınız?"

Gözlerini elindeki tabletini kaldırıp arkamdaki kahve makinelerine göz attı. Takım elbisesinin yakasını eliyle basitçe düzeltip gözlerini bana çevirdi.

"Sade filtre kahve." Dedi yalnızca. Başımı sallayıp kahvesini hazırlamaya giriştiğimde, koyu yeşil ve siyahın hakim olduğu küçük dükkanın içinde bir kere daha zil sesi yankılandı. Patronum olan kadın bana kısa bir bakış atıp arkadaki küçük odasına doğru adımladığında onu umursamadan müşterinin kahvesini hazırlayıp önüne bıraktım. Gerekli miktarı ödeyip dükkandan çıktığında üzerimdeki önlüğün cebine koyduğum telefonum çalmaya başladı. Elimi cebe atıp telefonu aldığımda gelen aramayı yanıtladım.

"Şükür be kızım," dedi Gurur ahizenin diğer tarafından. "Bu on beşinci deneyişim falan. Neredesin sabahtan beri?"

Gözlerimi devirdim.

"Acaba neredeyim?" Dedim elimle tezgâhın üzerindeki fazlalıkları yerine yerleştirirken. "İşte olabilir miyim?"

"İşteyken telefonları yanıtlama yasağı mı var?" Dedi duraksamadan büyük bir ciddiyetle. Onun bu kasıntı haline bir kere daha gözlerimi devirdim.

"Niye aramıştın sen?" Dedim konuyu değiştirerek. O da buna takılmayarak konuşmaya başladığında elimdeki kendim için hazırladığım kahveden bir yudum alıp, pencere kenarındaki masaya ilerledim.

"Çağla aradı az önce. Akşam bir şeyler yapalım diyor. Canlı müzik veya pub tarzı bir mekana gidebiliriz dedi. Bir şey söylemedim. Ne diyorsun?"

Bekler miydin? •texting•Where stories live. Discover now