SERMEST 2

906 75 144
                                    

Ay, nasılsınız?

Hoş geldiniiz :')

Yeni bir başlangıcın kilidini bugün itibariyle açtık, Sermest'in ikinci evrenine yol alıyoruz. Çok heyecanlıyım. Gerçekten. Yeni başlangıçlar her daim yeni heyecanları, tebessümleri getirmiştir bende ve içim Sermest'in ilk kitabını şimdi yayınlamışım gibi kıpır kıpır.

Onlar tanıdığınız Erva ve Arel değil; acıları onları değiştirdi ve bu gerçek, sanki yeni bir kurguya başlamışız hissiyatını yaratıyor bende.

Çok heyecanlıyım, çok...

Yeni görenler için altını çizmekte fayda var diye düşünüyorum:
Bu kitap Sermest'in devamıdır. Sermest'i okumadan bu kitaba başlamanız ileride birkaç kopukluk yaşamanıza sebep olacaktır.

Tekrardan hoş geldiniz diyor, an itibariyle o yeni başlangıcın kilidini açıyorum.

Keyifli okumalar dilerim!

Onun avucuna düştüğümde kimsesizdim

Oops! Ang larawang ito ay hindi sumusunod sa aming mga alituntunin sa nilalaman. Upang magpatuloy sa pag-publish, subukan itong alisin o mag-upload ng bago.

Onun avucuna düştüğümde kimsesizdim.

Onun avucuna düştüğümde harflerini kaybetmiş bir cümleydim; yarım değildim, büyük bir yokluktum.

Yaşların çetelesini tutup acıların sirkülasyonunda asılı kalan ruhum onun şefkatiyle karşılaştığında; onun tenindeki gizemi tattığında, dokunuşundaki yumuşaklığın yarattığı şaşkınlıkta boğulduğunda ihtimaller kaçınılmaz olmuştu. Ruhlar tokuşmuştu. Ruhlar saplanmıştı, engelleyememiştim. Onu kendimden de önce gelenim yaptığımda dünya tersine dönmüş ve yeni bir hayatın kumaşı üzerindeki tozları dökmüştü birer birer.

Öpmüştü, öptüğü yere gülleri dikip dikenlerini acı içerisinde kalmak isteyen çocukluğuma batırmıştım. Sarılmıştı, sarılırken temas ettiği her bir noktamda devrimler yaratıp kelimelerin can acıtan uçlarını bükmüştüm. O can alıcı kelimelerinin diz çöktürdüğü toprakları ölü kırıntılarından uzaklaştırmış, her yeri teker seker sulamış ve etraf çiçeklerle dolup taşana dek kendimi parçalamıştım.

Ona aşık olmamak imkansızdı.

Şefkat nedir bilmeyen küçük kız çocuğunun tenine titreyen parmaklar değerken ve karşısındaki incitmekten korkarken, ona aşık olmamak imkansızdı. Olanaksızdı.

Gecelerim gündüzlerime o diye karıştığı aylarda her geçen gün ona daha da saplanmış, etrafımda akıp giden evrenin yalnızca onunla dolup taşmasına her geçen saniye daha fazla izin vermiştim. Ona saplanmıştım. Korkusuzca, ölümden korkup da ölümü dahi düşünmeden. Ona vurulmuştum. Zihnimin her bir bahçesinde o diye ekmiştim tohumları, ruhumun kuytu köşelerine silinmez bir mürekkeple yazmıştım ismini, kalbimin ışıksız kalan sokaklarına güneş diye dikmiştim varlığını.

O, cesur bir adamdı ama konu ben olduğumda da her ihtimali aklına getirip deliler gibi korkan bir adamdı da.

Terk edilmekten, başıma bir hadisenin gelmesinden, aramızın bozulmasından korkan bir adamdı ve bunu da açık açık dile getirirdi çoğu zaman. Saklamazdı. Korkuyorum, derdi. Beni terk etmenden korkuyorum çünkü daha öncesinde annem tarafından acı bir şekilde terk edildim. Sabahın beşinde terk edilen o adam zaafı haline geldiğimde her sabahın beşinde uyanmış, yanında yatıp yatmadığımı kontrol etmişti. Her gece, her gün onu terk edeceğim korkusuyla yaşamıştı.

İlişkimiz terk edilmişti.

Fakat korktuğu gibi terk eden ben değildim, oydu.

Sonu karanlıklara karışmış, ölüm kokan bir gecede terk etmişti beni; bizi, birbirine kenetli ellerimizi. Dilimde ona dökemediğim kelimelerin ağırlığı vardı. Terk ettiğini anladığım o an, dilim o kelimelerin gazabıyla uyuşmuştu. Tenim içine çekilmiş ve gündeminde yalnızca onun dokunuşlarını yaşatmak istercesine küsmüştü içinde bulunduğum saniyelere. Ruhum inanmak istememişti. Kaçmıştı, koşup dizlerini yaralamıştı ama ona sarılıp şefkatiyle ninniler söylemeyen adamı bulamadığında kabullenmiş, bir daha da hiç gün yüzüne çıkmamıştı.

Yıllar aktı, yalın dalgalar kendini kasırgalara bıraktı.

Keskin camı kalbime batıran yokluğu ona yazdığım şiirleri yaktı.

Ruh, enkazına kavuştu. Gölgeler güneşi yenip daimliğin elini tuttu. Gün doğmadı. Ay gökyüzünü bırakmadı, yıllar akıp ayak ucumda gölet oluşturdu. Gelmedi. Dönmedi, terk edildiğim eve uğramadı. Bir haber bırakmadı. Kendine ait olan her izi sildi, süpürdü ve avucuma yalnızca o saniyelerde hapsolmak istediğim anılarımızı bıraktı.

Her gece öptüğü alnım boş kaldı.

Rüyalar, hiçbir zaman kabuslarımın peşini bırakmadı.

Rüyaların kapısının kilidini açan öpücüğü tenimi terk ettikten sonra alnım onu hiçbir zaman affetmedi. Kollarım iki yıl boyunca sızım sızım sızladı, sarılamadığı boynunu kapsamayan saniyeleri ve onu hiçbir zaman affetmedi. Dudaklarım kurudu. Dudaklarım, her saniye yara bere içerisinde oldu. Ruhum fısıldadı: O, yakında. O, yakında ve eline krem alıp yara bere içerisindeki dudağına tenini değdirecek. Olmadı. İki yıl boyunca dudağım hep yara bere içerisinde kaldı ve o; iki yıl boyunca geçtim tenini, gözünü dahi değdiremedi dudağıma.

Dönmeyeceğini, tükendiğimizi anladığımda ve önümde başlangıcı gerçekleşmemiş yıllar dikildiğinde kaçmak imkansızdı. Gerçeklerden kaçabilmeyi arzulayan kalbime önümdeki yıllar duvar örmüştü ve o gerçekler, tüm uvzularımı sarıp sarmalamıştı. Onun dediği gibi olmuştu aslında. Terk etmeden önce dediği o cümle gerçek olmuştu: Artık hiçbir gecenin sabahı olmayacağını biliyorum, demişti. Ardından eklemişti: Bu geceden sonraki gecelerin sabahlarının olmayacağını, gökyüzünün karanlık kalıp ışıkların kaybolacağını. Hayattaki ışıkların yanından tükenmesi gibi gökyüzünün yıldızlarını kaybedeceğini biliyorum.

Öyle de olmuştu.

Gökyüzü, yıldızlarını kaybetmişti.

O gelene kadar da yıldızlarına hiçbir zaman kavuşamayacaktı.

SERMEST 2Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon