1. BÖLÜM: KRALİÇE

75 23 116
                                    

"Dön çehreni güneşe, ver benim olanı geri."
"Dön çehreni güneşe, ver benim olanı geri."
"Dön çehreni güneşe, ver benim olanı geri."

Dudaklarımı kapattım ve gözlerimi açarak elimdeki asayı sertçe yere vurdum. Altımdaki toprak bir anda sallanmaya başladı. Şaşkınlıkla etrafıma bakındım. Böyle olmaması gerekiyordu.

Sarsıntı giderek hızlanırken dengemi kaybettim ve dizlerimin üzerine düştüm. Asayı tekrar yere vurarak bu işi düzeltebilirdim. Asa... neredeydi? Muhtemelen düşerken elimden kaymıştı. Korkudan kalbim deli gibi atıyordu. Her yer titreşirken asayı bulamazdım! Sarsıntıyı görmemeye çalışarak daha dikkatli etrafıma bakınmaya başladım. İşte, oradaydı! Elimi uzattım ama yetişemeyeceğim kadar uzaktaydı. Impenta formuma bürünerek asayı alabilirdim fakat sarsıntı o kadar yoğundu ki şeklimi değiştirmeye odaklanamıyordum. Ben asaya ulaşmaya çalışırken bir patlama oldu ve az ileride toprak ikiye ayrılarak geniş bir yarık oluşturdu. Yarık hızla büyürken saniyeler içinde bana ulaşmıştı. Kaçamazdım. Gözlerimi kapattım ve beni içine alan boşlukta düşmeye başladım.

***

Yarık geldiği hızla kapanırken gözlerimi açtım ve odaklanarak impenta formuma büründüm. Kanatlarımı çırparak aşağı indikten sonra tekrar kendi bedenime döndüm. Gözlerime toz kaçmıştı ve yanıyordu. Birkaç kez kırpıştırarak karanlığa alışmaya çalıştım.

"Bir Saere'nin Alfias topraklarında ne işi olur?"

Arkamda bir ses duymamla o tarafa döndüm. Karanlıkta yüzünü seçemediğim bir silüet bana doğru yaklaşıyordu. "Sen de kimsin?" dedim, kaşlarımı çatarken.

"Irkların birbirleriyle iletişim kurmaması gerektiğini sanıyordum."

"Öyle zaten." dedim ve kafamı yana eğerek onu daha dikkatli inceledim. "Peki sen hangi ırktansın? Vücudun bir Heoif olamayacak kadar iri. Geriye Saere ve Alfias kalıyor. Saere olsaydın seni tanırdım. Alfias'sın değil mi? Kraliçenin adamlarından mısın?" diye devam ettim sözlerime. Dudaklarım bilmiş bir şekilde gülümserken gözlerimi kısıp tepki vermesini bekledim.

Fakat o kahkaha atmaya başladı. Kahkahası çok gürdü ve bu yetmezmiş gibi bulunduğumuz mağara gibi oyuğun duvarlarına çarparak eko yapıyordu. Bir müddet kahkaha attıktan sonra yavaşladı ve durdu. "Bilmen gerekenden fazlasına karışıyorsun." dedi. Sonra bir adım daha attı ve avucunu tavana doğrulttu. Birkaç saniye sonra elinde bir ateş kütlesi belirmişti. Ağzımı şaşkınlıkla açarak bir adım geri gittim. "Sen- ne?" diyebildim sadece. Kafasını bana çevirdi ve gülümsedi. Yarattığı ateş ortalığı aydınlatmıştı ve bu sayede yüz hatlarını görebiliyordum. Yani açıkta olanlarını görüyordum en azından.

Yüzünün üst kısmı iki parça kumaşla kapatılmıştı. Bembeyaz teni ve sırtına uzanan upuzun saçları vardı. Suratında görebildiğim tek yer olan dudağını araladı ve konuşmaya başladı. "Ben Apreas." dedi ve gülümseyerek devam etti. "Yeraltı Tanrısı."

"Ne?" dedim kaşlarımı daha da çatarak. Ne demekti bu şimdi?

"Böyle giderse seninle anlaşamayacağız gibi görünüyor." dedi ve başını yana eğerek alayla gülümsedi. "Alfias'a uyum sağlamak için kılık değiştirmen gözlerimi yaşarttı." dedi. "Ama o sarımsı tenin ve antenlerinle bu çabanın bir işe yaradığını sanmıyorum. Sana bakan herkes bir Saere olduğunu anlamış olmalı."

The Last GodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin