3. BÖLÜM: KAHİRE

47 19 95
                                    

Başım dönüyordu. Geçitten geçtikten sonra kendimi boş bir meydanda bulmuştum. Hava karanlık ve sıcaktı. Karanlığa alışmaya çalışarak etrafıma bakındım. Kimse yoktu. Derin bir nefes aldım ve ellerimle kollarımı ovalayarak yürümeye başladım.

Gerginlik üzerime binerken etrafı son kez kolaçan ettim ve bir sokağa girdim. Etrafta gezinen kuyruklu, küçük yaratıklara basmamaya çalışarak bir müddet ilerledim. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Ne yapacaktım? Nasıl yaşayacaktım? Nerede uyuyacaktım? En önemlisi, Dünya'lılarla nasıl konuşacaktım? Beni anlayacaklar mıydı? Düşünceler aklıma doluşurken durdum ve duvara yaslanarak oturdum. Az önce gördüğüm kuyruklu, kulakları olan küçük yaratıkların birinden bir mırıltı çıkınca o tarafa döndüm. Garip yaratık bana bakıyordu. Ne tür bir canlıydı bu?

Yaratığın ne olduğunu anlamak için görüntüsünü incelemeye başladım. Vücudunu koruyan uzun, siyah beyaz lekeli tüyleri vardı, dört ayaklıydı ve gözleri sarıydı. Yaratığın ne olduğunu anlamamıştım. Saldırgan mıydı? Bana zarar vermek için mi buraya gelmişti?

Kaşlarımı çattım ve loş ışıkta etrafıma bakındım. Hemen yanımda bir taş parçası vardı. Elimi uzatarak taşı aldım ve garip yaratığa doğru fırlattım. Yaratık sinirle tısladı ve arkasını dönerek diğer yöne doğru ilerledi. Derin bir nefes aldım. Ne yapacağımı bilemeyerek bulunduğum yere sırt üstü uzandım ve gökyüzüne baktım. Yıldızlar. Gökyüzünde parlayan yıldızlar vardı.

***

Birkaç hışırtı duymamla yavaşça gözlerimi araladım. Bir çift bot göz hizama girerken kaşlarımı çattım ve hızla doğruldum. Karşımda gözlerini yere dikmiş garip bir Dünya'lı vardı. Korku içimde birikirken baktığı yere baktım ve Apreas'ın bana verdiği kılıcın orada olduğunu fark ettim. Hızla atılıp kılıcı elime aldım. Karşımdaki garip kadının bakışları bir anda bana döndü. Sapsarı parlak gözleri ve koyu bir teni vardı. Kafasını hafifçe yana eğdi ve beni baştan aşağı süzdü. Aniden elini beyaz elbisesinin kemerine attı ve bir tomar lacivert, altın desenli kart çıkarttı. Her kartın üzerine işlenmiş farklı bir sembol vardı. Elimdeki kılıçtan destek alarak ayağa kalktım ve kadını daha dikkatli izlemeye başladım.

Bir süre elindeki kartlarla oyalandıktan sonra tekrar bana döndü ve gülümseyerek kart dizisini bana uzattı. "Sol elinle üç kart seç." dedi. Sözlerine anlam verememiştim. "Sen de kimsin?" dedim, kartları tamamen görmezden gelirken.

"Adımı söylersem büyü bozulur. Hadi, üç kart seç." dedi ve tekrar kartları gösterdi.

"Büyü mü?" dedim. Anlam veremiyordum. Dünya'lıların yeteneksiz varlıklar olduğunu duymuştum. Büyü yapabiliyorlar mıydı?

"Şaka yapıyorum!" dedi karşımdaki kız. Neşeli bir kahkaha attı ardından tekrar gülümseyerek bana döndü. "Beni pek sevmezler ama adım Alrea. Şimdi, kralın askerleri bizi yakalamadan şu üç kartı seçmelisin." dedi ve kart destesini son kez uzattı. Bu sefer karşı çıkmadım ve dediği gibi sol elimle rastgele üç kart seçtim. Kartları dikkatli incelediğimde her birinin üzerine bir şeyi temsil eden farklı semboller olduğunu fark ettim. Neyi temsil ettikleri sembollerin altına yazılmıştı. "Tılsım Dörtlüsü, Asaların Kraliçesi ve Ölüm mü? Bunlar ne anlama geliyor?" dedim ve bakışlarımı kartlardan çekip Alrea'ya yönelttim. Kaşları çatılmıştı ve ilgiyle elimdeki üç karta bakıyordu. Dudaklarına tereddütlü bir gülümseme yerleşirken kafasını kaldırdı ve konuşmaya başladı. "Yeni bir hayat seni bekliyor. Attığın adımlar seni özgürlüğüne götürürken ipin ucunu çeken bir şey var. İhanet. Duygular. Duygularına ihanet edilecek veya edeceksin. Dikkatli ol. Bağımsızlığın sonu seni ikinci hayata sürükleyebilir."

The Last GodTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon