2

240 8 1
                                    




Hana yaklaştıklarında –K. bunu dönemeçten anlamıştı– ortalık şaşırtıcı şekilde karanlığa gömülüydü. Oradan ayrılalı o kadar olmuş muydu? K.'nın hesabına göre bir ya da iki saat geçmişti; çıktığında sabahtı, açlık hissetmemişti; az öncesine kadar her yere gün ışığı yayılmışken, şimdi karanlık çökmüştü. "Günler kısa, günler kısa," dedi kendi kendine, kızaktan indi ve hana yöneldi.

Yukarıda, binanın küçük merdivenlerinin başında hancının durmuş, elindeki feneri ona doğru tuttuğunu görünce K. çok sevindi. Birden kendini getiren adamı anımsar gibi olunca durdu; karanlıkta bir öksürük sesi duydu; bu, oydu. Onu nasılsa yakında yine görecekti. Kendisini alçakgönüllü bir ifadeyle selamlayan hancının yanına vardığında, kapının sağında ve solunda duran iki adamı fark etti. Feneri hancıdan alarak, adamların üstüne tuttu; bunlar daha önce gördüğü, kendilerine Artur ve Jeremias diye seslenilen adamlardı. Şimdi selam veriyorlardı. Askerlik günlerini, o mutlu günleri anımsayarak güldü K. "Siz kimsiniz?" diye sordu, bir ona bir ötekine bakarak. "Yardımcılarınız," dediler adamlar. Hancı sesini alçaltarak, "Bunlar yardımcılar," diye onayladı. "Nasıl?" diye sordu K. "Arkamdan gelmelerini beklediğim eski yardımcılarım siz misiniz?" Adamlar onayladılar. "Güzel," dedi K. bir süre sonra, "geldiğiniz iyi oldu."

– "Ayrıca," dedi K. bir süre daha durduktan sonra, "çok geç kaldınız, çok özensizsiniz." – "Yol çok uzundu," dedi adamlardan biri. "Yol çok uzundu," diye yineledi K., "ama sizi şatodan inerken yolda görmüştüm." – "Evet," dedi adamlar, açıklama yapmadan. "Araç gereçleriniz nerede?" diye sordu K. "Bizim araç gerecimiz yok," dediler. "Size emanet ettiğim araç gereçler peki?" dedi K. "Bizim araç gerecimiz yok," diye yinelediler. "Öff, amma adamlarsınız!" dedi K. "Kadastroculuktan anlar mısınız peki?" – "Hayır," dediler. "Ama benim yardımcılarımsanız, bu işten anlıyor olmalısınız," dedi K. Sustular. "Gelin o halde," dedi K. ve onları önüne katarak hana girdi.

Daha sonra hanın içki salonunda üçü birden hiç konuşmadan bira içiyorlardı, küçük bir masanın çevresindeydiler, K. ortadaydı, yardımcılar sağma ve soluna oturmuşlardı. Bunun dışında, bir akşam önce olduğu gibi yine köylülerin doldurduğu bir masa daha vardı. "Sizinle işimiz zor," dedi K. ve daha önce sıklıkla yaptığı gibi adamların yüzlerini karşılaştırdı, "sizi birbirinizden nasıl ayırt edeceğim? Yalnızca adlarınız farklı, onun dışında birbirinize çok benziyorsunuz, tıpkı," durakladı, sonra istemsiz olarak devam etti, "tıpkı yılanlar kadar birbirinize benziyorsunuz." Adamlar gülümsediler. "Aslında bizi birbirimizden ayırt etmekte zorlanmazlar," dediler, kendilerini savunurcasına. "Size inanıyorum," dedi K., "zaten ben de buna tanıklık ettim, ne var ki ben yalnızca kendi gözlerimle görürüm ve bu gözlerle birbirinizden ayıramıyorum sizi. Bu nedenle size tek bir kişiymişsiniz gibi davranacağım ve ikinize de Artur diyeceğim, birinizin adı Artur değil mi zaten? Sen misin o?" diye K. adamlardan birine sordu. "Hayır," dedi adam, "benim adım Jeremias." – "Fark etmez," dedi K., "ben ikinize de Artur diyeceğim. Artur'u bir yere yollarsam, ikiniz birden gideceksiniz, Artur'a bir iş verirsem, ikiniz yapacaksınız; ikinizi ayrı işlerde kullanamayacak olmam, benim açımdan büyük dezavantaj olacak, öte yandan size yüklediğim her işin sorumluluğunu birlikte üstlenmeniz de bana avantaj sağlayacak. İşi aranızda nasıl paylaşacağınız beni ilgilendirmez, sakın suçu birbirinize atarak bahane göstermeyin, gözümde tek kişisiniz." Adamlar düşündükten sonra, "Bu bizim için çok can sıkıcı," dediler. "Olmaz olur mu," dedi K., "elbette can sıkıcıdır, ancak böyle olacak." K. kısa bir süredir köylülerden birinin masanın çevresinde dolandığını fark etmişti, sonunda adam kararını verdi, kulağına bir şey fısıldamak üzere yardımcılarından birine yaklaştı. "Kusura bakmayın," dedi K., elini masaya vurdu ve ayağa kalktı, "bunlar benim yardımcılarım ve şu anda bir toplantı yapıyoruz. Kimsenin bizi rahatsız etmeye hakkı yok." – "Özür dilerim, özür dilerim," dedi köylü ürkerek ve gerisin geriye arkadaşlarının yanına gitti. "En çok buna dikkat etmelisiniz," dedi K. yeniden yerine oturduktan sonra. "Benden izinsiz kimseyle görüşemeyeceksiniz. Ben burada yabancıyım, siz de benim eski yardımcılarım olduğunuza göre, siz de yabancısınız. Biz üç yabancı bu nedenle dayanışmalıyız, hadi bunun için el sıkışalım." Adamlar ellerini pek bir istekli biçimde K.'ya uzattılar. "İndirin ellerinizi," dedi K., "ancak emrim geçerlidir. Şimdi yatmaya gidiyorum, aynısını size de öneririm. Bugün bir iş günümüz boşa geçti, yarın erkenden işe başlayacağız. Şatoya gitmemiz için bir kızak ayarlayın ve sabah altıda kapının önünde hazır olun." – "Peki," dedi adamlardan biri. Ama öteki adam araya girdi: "Peki diyorsun ama, bunun olanaksız olduğunu biliyorsun." – "Susun," dedi K., "ayrı düşmeye mi başlıyorsunuz yoksa?" Bunun üzerine ilk konuşan adam da, "Doğru söylüyor," dedi, "bu olanaksız, hiçbir yabancı izinsiz şatoya giremez." – "İzni nereden isteyeceğiz?" – "Bilmiyorum, belki de kâhyadan." – "Bu durumda izni telefonla istememiz gerekecek; derhal kâhyaya telefon edin, ikiniz birden." Adamlar telefona koştular, kâhyayı bağlamalarını istediler –telefonun başında itişip kakışıyorlardı şimdi! Dışarıdan bakıldığında gülünç derecede itaatkâr görünüyorlardı – K.'nın ertesi sabah onlarla birlikte şatoya gelip gelemeyeceğini sordular. K. yanıttaki "Hayır"ı oturduğu masadan duymuştu. Ancak yanıt daha kapsamlıydı ve şöyleydi: "Ne yarın ne de başka bir zaman." – "Kendim telefon edeceğim," dedi K. ve ayağa kalktı. K. ve yardımcılarıyla o ana kadar –köylü olayı dışında– kimse ilgilenmezken, K.'nın son sözü herkesin dikkatini çekmişti. Hepsi K.'yla birlikte yerinden kalktı ve hancının onları uzaklaştırmaya çalışmasına aldırmadan omuz omuza vererek telefonun çevresinde yarım daire oluşturdular. K.'nın hiçbir yanıt alamayacağı görüşü ağır basıyordu. K. onlardan sessiz olmalarını istedi, onların görüşlerini duymak gibi bir talebi yoktu.

ŞatoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin