1. Bölüm : KURŞUN ASKER

11 4 0
                                    

"Yapabilirsin Kimya!" diye fısıldadım. Titreyen vücuduma inat, sindiğim duvarın arkasından yavaşça çıktım. Göz hapsine aldığım adamlar beni görmüyordu, omuz çantamdan kameramı sakince çıkardım. Büyük vurgunun ilk ateşiydi bu gece. Aylardır planlanan buluşma nihayet gerçekleşiyordu ve ben buradaydım, kameramla birlikte.

İki adam el sıkışırken birkaç poz yakaladım. Terleyen avuç içlerim işimi zorlaştırıyordu, derin derin aldığım nefesler heyecanımı bastırmaya yetmiyordu. En ufak bir hata her şeyi mahvedebilirdi ve ben ölebilirdim. Sakin kalmaya çalışarak, tekrar kamera merceğine gözümü dayadım. Alışveriş gerçekleştiği esnada video kayıt düğmesine bastım. İtalya'dan gelen adamlardan biri, kendi patronuna eğilerek bir şeyler söylerken video hâlâ kayıttaydı. İtalyan patron birden silahını karşısındaki adama çevirdiğinde, korkuyla geri çekildim. Omzumdaki sırt çantam büyük bir gürültüyle yere düştü.

"Kim var orada?!"

Kahretsin! Aynı anda onlarca bakış saklandığım yere doğru döndü. Elim ayağım birbirine dolandığında, bir an bile düşünmeden arkamı dönerek hızla koşmaya başladım. Depodan çıktığımda arkamda hissettiğim hareketlilikle daha da hızlandım. Aldığım nefesler ciğerlerimi yakıyordu, arabam fazla uzakta değildi. Birkaç el silah sesi yankılandı ağaçlık arazide.

Her an yakalanabilirdim!

Saklanmalıydım. Arabama gidemezdim şu an, peşimdeydiler. Koşmaya devam ederken, gözlerim sürekli etrafımı inceliyordu. Genişçe bir ağaç bulmalıydım. Arkamda hissettiğim adım sesleri çoğaldığında damarlarımda gezinen adrenalin de artmaya devam ediyordu. Adımlarım birbirine karışmaya başladığında birden etrafı aydınlatan deponun ışıkları söndü. Bir adım sonramı dahi göremiyordum. Arkamı döndüğümde yaklaşık yüz metre ileride bana doğru gelen birilerinin olduğu, keskin fener ışıklarından belli oluyordu.

Kesinlikle işim bitmişti! Bu haberi almamalıydım!

Korkum doruğa ulaştığı esnada, omzumdan birisi beni çekti, kendisiyle birlikte bir ağacın gövdesine yasladı. Tam çığlığı basacaktım ki bir el kapandı dudaklarıma. Hiçbir şey göremiyordum. Kalbim yerinden çıkacak kadar kuvvetle çarparken, yoğun bir pas kokusu sardı etrafımı. "Sessiz ol." diye fısıldadı, bir erkek sesi. "Zaten her şeyi mahvettin, bırak da yaşayalım!"

Ellerim titrekçe üzerime kapanan bedene tutundu. Parmaklarımda hissettiğim sıcak ve yapışkan bir sıvı beni ürkütürken, dudaklarıma kapanan ellerden kurtulmaya çalıştım. Az önceki duyumsadığım pas kokusu, kandı. "Şş," dedi, çok daha kısık bir sesle. Aldığı derin ve zor nefesler yüzüme çarpıyordu. "Yaralanan benim, korkma." Acıyla inledi. "Geliyorlar."

"Çık ortaya!" diye bir ses yükseldi, çok yakınımızdan. Silah sesleri hâlâ devam ederken, fenerlerin ışıkları etrafımızda dönüyordu.

Ellerim, yüzümü kaplayan ellerine tırmandı. Gözlerimi kapatan parmaklarını yavaşça yüzümden aşağı çektim. Tüm zifiri karanlığın içinde parlayan, bir çift mavi gözle göz göze geldim. Nasıl bir mavilik karanlığı böylesine parçalayıp, yok edebilirdi? Kısık bakışları bana bakmıyordu, sürekli olarak keskin bir şekilde, arkasına saklandığımız ağacın öteki tarafına bakınıyordu.

Bir süre sonra, sesler kesilmişti. Kimsenin kalmadığından emin olmak istercesine yine de hareketsizce bekledim, benimle birlikte o da bekledi.

"Bu gece," dedi, uzun bir sessizliğin ardından. Zorlukla konuşuyordu. "burada olmak zorunda mıydın?"

Dudaklarımı kaplayan avuç içini yavaşça indirdim. Gücü kesilmiş gibi bir anda yere yığıldı. Sırtını ağaca yasladığında, ne yapacağımı bilemeyerek ben de dizimin üzerine çöktüm. Adam yaralı Kimya! "Kahretsin!" dedim, sessizce. Başımı yavaşça kaldırarak etrafa bakındım, kimse yoktu, ses yoktu. Cebimden telefonu çıkararak flaşı yaktım, bedeninin üzerinde gezdirerek yarasının nerede olduğuna baktım. Beyaz gömleği kanla yıkanmıştı, alnında parıldayan ter damlaları ve aldığı kesik nefesler, hâlini apaçık ortaya koyuyordu. Gömleğinin düğmesini açarak, bel boşluğundaki kanayan yere baktım. Çok fazla kan vardı. Boynuma sardığım fuları hızlıca çıkardım, yaraya baskı yaparken ne yaptığımın farkında bile değildim. "Kimsin sen?" dedim.

Yarasına bastırdıkça inlemesi daha da artıyordu. "Asıl sen kimsin?" dedi, zayıf nefesleri arasında. Az önce karanlığı bölen mavilikleri şimdi soluk bakıyordu. Elini cebine atarak kendi telefonunu çıkardı. Titreyen parmakları ekrana basmakta zorluk çıkarıyordu. Boştaki elimle telefonu aldım. "Kime ulaşacaksın?"

"Zahit," dedi, sakince.

Hızlıca rehbere girdim. Z harfine inene kadar ekrana gelen isimlerin neredeyse hepsi tanıdıktı, peşinde olduğum ve ismi hiç de iyi olaylarla anılmayan insanlardı. Kimdi bu yaralı adam? Zahit ismine geldiğimde hızlıca arama tuşuna dokunarak telefonu kulağıma götürdüm. Saniyeler içinde karşı taraftan cevap geldi. "Patron!"

"Zahit değil mi?" dedim, yaraya baskıyı arttırarak.

"Sen kimsin?!" dedi, az önceki yumuşak ve kaygılı sesinin aksine, sert bir sesle.

"Patronun yaralı, durumu gittikçe kötüleşiyor."

Telefonu benden çekerek eline aldı. Hızlıca kulağına dayadığında, inlemeleri durmuştu. "Zahit, depodan yüz elli - iki yüz metre kadar açıkta, büyük bir ağacın arkasındayım." Cümlesinin ardından telefonu kapatarak cebine geri koydu. Dişlerini sıktığı, seğiren çenesinden belli oluyordu. Acısını göstermemeye çalışsa da yalnızca gözlerine bakan birisi bile anlayabilirdi.

"Git," dedi, gözlerini sıkıca kapatarak.

"Yaralısın, ölebilirsin burada."

"Git," dedi, tekrar.

"O Zahit dediğin adam gelsin, giderim."

"Git," diye bağırdı. Mavi bakışları keskin bir şekilde kahvelerime dikildiğinde, irkilerek geri çekildim. "birazdan gelirler. Git."

Kendi bilirdi. Elimi bastırdığım yarasından çekerek hızlıca ayağa kalktım. Ağaçtan kopardığım yaprak parçalarına, ellerimi kandan arınması umuduyla sildim. Arkamı döndüm ve birkaç adım attım. "Dur," dedi. Oyun mu oynuyordu benimle? Ona bakmadım ama adımları durdu. "Kimsin sen," diye sordu tekrar. "Adın ne?"

"Kurşun asker," dedim alayla. Sesime yansıyan bu sinir de neyin nesiydi, bilmiyordum. Omzumun üzerinden ona baktım. "Senin kim olduğun umrumda değil, yalnızca, umarım ölmezsin." Arkamı döndüm ve koşarak ormanlık alandan çıktım.

Arabama ulaştığımda nefes nefese kalmıştım. Hızlı hareketlerle hemen direksiyona yerleşerek, bu lanetli araziden ayrılmak istiyordum. Gaza tüm kuvvetimle bastım, başlayan yağmur yolları çamurlaştırsa da şu an hiçbir şey önemli değildi. Hemen yan koltuğumda duran kameram ve içindeki bellek kartı en büyük zaferimdi. Türkiye'nin en büyük suç örgütlerinden birini ifşalamak üzereydim.





Yaralı Ruhların ZehriOnde as histórias ganham vida. Descobre agora