Turkuaz

1.7K 201 83
                                    

Ufak elleri vardı.
Ve cılız bacakları.
Çoğu zaman korkudan kafeste büyümekten ötürü uçmaktan korkan ya da uçma hayalini zihnine getirmeye bile korkan bir yüreği.

Bir de hep kaçmaktan asla ait olmamışlık hissi vardı.
Özgür gittiği her şehire bir valiz dolusu gönül ve heves kırgınlıkları dolduruyordu özenle.
Ve hammal gibi nereye giderse gitsin taşıyordu kendi yükünü.

Lakin Feda bambaşka hissettiriyordu.

Bir zamanlar yüzünde tebessümsüz gezmediği ve her şeye rağmen hayal kurmanın uçsuz ve kendine ait bir dünya olarak özgürlük sunduğu evrenleri gibi.
Böylece Özgür bir kez daha kendine itiraf etmişti.

Her dokunuş ona Akça'yı anımsatıyordu.
Her kara bakışta kendini onun gibi bembeyaz olamasa da karanlığa bulanacak ve zorla çekilecek olacak hissettiriyordu.
Özgür,her şeyin en güzelini ve en iyisini hak eden bembeyaz bir kalbin bile katran siyahlı bir gecede yok edilişini görmüştü.

Soğuyan bir bedene sarılıp sıcak gözyaşları ile ona haykırırken anlıyordu insan.
Ölüm,hiçlik gibiydi.
Sesinin bir daha asla yankılanmadığı....

Feda kendine inandırılan masalları dinlemeyi reddetmiş ve buna sağır olan diğer kulaklara seslenmek istemişti.
Ondandı bu çakır gözlerin şimdi kapalı oluşu.
Soluk kumral ten rengi beyaza çalıyor ve ambulans sedyesinden sonra acil kapısından içeri girerken dahi ürküyordu Özgür.

O çok güçlüydü.
Uzundu.
İri yarı bir adamdı.
Lakin herkesin unuttuğu bir gerçekti ki sadece on sekizinde bir çocuktu taşıdığı kalp.

O erken büyümek zorunda bırakılmış bir adamdı.
Özgür ise çocuk kalmak isterken çocukluğuna dair anılar bile ondan çalınacak kadar karartılmış...

Özgür hıçkırarak ağlamış ,sesi kısılana kadar titremişti lakin bir an olsun -yükselen kan basıncına rağmen-kendini koyvermemişti.

Ameliyathane önünde solgun bir yüzle beklerken dahi onun kanına bulanmış elini kurulamamış sadece turkaz tonları ve mavi yeşil harmanlı bakışları ile beklemişti çıkmasını.
Gün geceye dönerken ve gökteki kızıl güneş karaya bulanırken...
Ve yeniden şafak vakti ışıklar doğarken.

Özgür bir an olsun kendini koyvermeden sıkılı yumruklarıyla dikilmişti orada.
Babası ,Feda'yı en iyi özel hastanelerden birinin en uzman doktoruna getirmişti.
Feda vurulduktan yalnızca bir kaç dakika sonra kendisini vuranlar da kelepçelenmiş halde karakola götürülmüştü.
Şimdi işinin en ehil avukatları tarafından babası dava açtırırken Özgür sürekli kendine yineliyordu.

"Daha sana aşkımı gösteremedim..."diye yutkundu.
"Beni öyle bırakamazsın...."

Akça'ya kırgındı.
Onun böyle bir yola yürümesine de değil biliyordu ki bu yolla en güvendiği eller tarafından sırtından itilmişti.
Ama Özgür ona dünyanın en güzel bahçelerinden en güzel çiçek yapraklı yollar sunabilirdi.

Onu oradan ,o kötülük ve art niyet mihenki kazandan,çekip alabilirdi.
Bir şekilde hala hayatta yanında ve güvende olabilirdi.
Aşkını hak edecek ve gerçek güzelliğini görebilecek diline bozuk plak gibi "Güzelim."lafını dolamadan,bu lafın hakkını verebilecek bir aşığıyla kahkahalar atabilirdi.

Özgür geçmişe seyahat edemezdi.
Ve kaderi değiştiremezdi.
Lakin biliyordu ki kamera görünce bile ağlayan o çocuk olmakla ,ruh gibi duvarların ardından sonsuz bir ıstırabı hırka gibi giyerek iyileşmeyi beklemekle şifa bulamayacaktı.

Şifayı yaratacaktı.
Gözünü dahi kırpmadan sessizce kendine ağlar halde dikildi kapıda.
Gün ve gece biterken,yeni bir gün daha sonra erirken.

Bir sürü yabancı temas etmek zorunda kalmıştı.
Gerek bayılmaması için tutulurken gerek sakinleştirici verilmek üzere kolları sıyrılırken.

En ufak bir temasta dahi ürken küçük ruhunu susturup taş gibi kesilerek duraklıyordu.

Güvendeydi zira şimdi çakır gözleri kapalı olan adamın varlığı için varlık katıyordu kendine.
Özgür içerideki bedenden güç alıyordu.
Ve şimdi güç vermek istiyordu.
Sevmekten korkmamak gerekiyordu.
Ezberler bozulabilirdi.
Özgür,sevmekten korkmayacaktı onu.

İkinci günün sonunda yarı aç yarı uykusuz halde Özgür onu görmek için müsade veren doktorları selamlarken dimdik omuzlarla başını kaldırmıştı.
Oğlumun son zaman ki bir serçe kadar ürkek hale gelen kalbinin acımasından korkan annesi tek girmemesi için onun peşine adımlasa da....

"Ben tek gireceğim..."demişti Özgür ufak ayakları titrek adımlarla odaya ilerlerken.

Kumral teni beyaza çalan,saçları yüzüne yapışan çakır gözlü serumla uzanırken Özgür turkuaza çalan çok renkli gözlerinden akan yaşla fısıldadı beyazlar içerisinde uzanan sevdiğine....

"Feda..."diye fısıldadı Özgür kocaman elleri kendi ufak elleriyle kavrarken.
"İyi olacağız....Mutlu ve güvende olacağız..."diye fısıldadı Özgür yutkunup.

Çakır gözler hala kapalıyken Özgür onun avuç içlerine öpücükler kondurup fısıldadı.

"Artık silah değil..."dedi Özgür acıyla inlerken.
"Artık silahları tutmak zorunda değilsin,ellerimi tutarsın..."

Özgür yutkunurken kırmızı burnuyla hıçkırdı güçlü durmaya çalışırken.
"Hem benim ellerim çok daha yakışıyor ellerine ,silahlardan çok...ellerine en güzel ellerim yakışıyor..."

Özgür buruk bir tebessümle uykuda gibi ağır nefesler alıp veren oğlana bakıp yutkundu.
Parmak uçları avuçlarını gezip okşarken fısıldadı titrek bir sesle.
"Ellerimden tutmazsan...Ben ürkerim. Hâlâ..Tam iyileşmedim. Beni hep koruyacağına söz verdin..."

Çakır gözler yavaşça aralanırken tutundu içinde her renkten tutamlar çalan mavili yeşillere...

Feda yorgun bir tebessümle birlikte kan çanağı çakırlarını yumarken elindeki elleri zorlanarak da olsa sıktı kuvvetle.
Ve fısıldadı ağırlaşan sesiyle...

"Güzelliğinin duru tonu, el değmememiş turkuazım...."

NifakWhere stories live. Discover now