15

197 14 31
                                    

Kar yağmaya başladı. Atın üzerinde üşüye üşüye yol alıyorum. Rüzgar vurdukça yüzümü ve bedenimi kastıkça kasıyorum. İçimde ayrılık ateşi, dışım buz kesiyor. Aynı hatıralarımın sıcacık, kaygılarımın soğuk olması gibi. Beni neler beklediğinden habersiz adım adım uzaklaşıyorum geçmişimden. Yeni yaşamıma tanıklık edecek köye girer girmez davul zurna çalmaya, ıslıklar, silah sesleri karışmaya başladı. Köylülerden beni hiç görmeyenler: "Görelim bakalım Dursun'un bu kadar çok sevdiği, yıllarca beklediği gelini." diyorlardı. Onlar duağımın altındaki beni merak ettikçe, bende şimdiden sonraki yaşayacak Gülfidan'ı merak ediyordum.

At durdu. Dursun elimden tutup yardım ederek yere indirdi beni. Duağımı açmadan bir elime Kuran'ı Kerim, kolumun altına ekmek, diğer elime su bardağı verdiler. Suyu içtim, bardağı yere attım. Bu nazar içinmiş. Kuran'ı Kerim'i öptüm alnıma koydum bu birlikteliğin hayrı içinmiş. Ekmeği öptüm alnıma koydum. Bu da bereketli olmam içinmiş.

Eski yaşamda bu tarz örf adetlere çok daha fazla önem, değer veeilirmiş. Hatta annem anlatırdı. Filancanın Gelini ne uğurlu geldi adamlara diye. Dahası en büyük yengem için de: "Gelin geldiği sene dağ taş doldu taştı, çok bereketli geldi gelinim." diye övünürdü. O sene sağlığım yerinde, bağım bahçem bereketindeydi diye anlattığına çok şahit olmuşumdur.

Bunlar nasıl hafızama kazınmışsa adımımı atarken tek dileğim bereketli, uğurlu gelin olmaktı. Şimdi düşünüyorum da bu tarz hisleri bile neçok yük etmiş, dert etmişim kendime.

Alkışlarla silkelendim. Köyün imamı duasını bitirdi. Hayırlı uğurlu olsun dedi. Dışarda oynayanlar var davul zurnayla. Bende de bir panik, bir kaygı, bir korku hakim ve hiç gitmeyen göğsümdeki ayrılık acısı. Annem, babam, ailem göz pınarlarımda el sallıyorlar bana halen. Sofra kuruldu bir kaç bişiler yemeye çalıştım. Odada ki kadınlardan biri: "Emine çavuşun yemekleri gibi olmaz ama yoldan geldin, için ayrılık acısı bişiler atıver ağzına gelin kızım." dedi. O an nasıl anlatılır ki: sanki bin pişmanım, sanki bırakın gideyim demek istiyorum, benim burda ne işim var ki diyerek kalkasım geldi. Lakin üzerimdeki gelinliğin güpürleri, avucumda ki kına ilişti gözüme. Hani ben evlendim ya.

Zar zor bir dilim somon ekmek, bir iki kaşık et yahnisi yutabildim. Akşam karanlığı basmaya başladı. Gelin görmeye gelen misafirler gitti. Ocağın olduğu mutfak olarak kullanılan ahşap odanın duvarındaki gaz yağı lambası yakıldı. Aynı evde kalacağım büyük eltim geldi yanıma. Gelin odanızın gaz lambasını yaktım dedi. Öyle ya herkes yatarken ben buraya geldiğim ilk geceyi gelinlikle mutfakta oturarak geçirecek halim yoktu. Odaya girdim; yerde bir yer yatağı, gaz lambası, küçük bir güzine soba/üzerinde küçük bir güğüm, seccade/tesbih, su ibliği var. Bir köşede de çeyiz yatağım, bohçam vardı. Hepsi bu. Tamı tamına hepsi bu. Tanımadığım bir köyde, henüz tam tanıyamadığım ev ahalisi, ahşap bir evin delme çatma ahşap bir odasındayım. Ayakta öyle kalakaldım. Eltim yüzümü duağım ile örttü. Dursun gelir birazdan dedi.

Hani yaş küçük ama aklım da eriyor tabi. Utanıyorum, korkuyorum, üzgünüm, alışmaya çalışıyorum, yadırgıyorum. Ahşap ev birde. Yan oda da ne konuşulsa duyuluyor. Zorluklarını siz düşünün. Dursun içeri girince fark ettim ben halen ayakta kalakalmışım. Yaklaştı anlımı öptü. Çok yorgunsun, üzgünsün anlıyorum ama alışacaksın zamanla dedi.
Alışıyor insan dedi. Nitekim neye alışmamış ki insan.
Öyle ama alışana kadarda neler yaşıyor, atlatıyor insan.

Sabah gün ışırken kayınvalidemin sesi geldi kulağıma. Geline üç gün çok iş yaptırman diyordu. Bu da bir adetimizmiş. Yoksa hep iş bulurmuş kadını öyle derlerdi bize. Lakin kayınvalide kalkmış ateş yakıyor, eltim güzine sobaya ekmek koyuyor, kayınpederin sesi ahırda duyuluyor. Yeni gelinde olsan yat hadi yatabilirsen. Yavaşca kalktım, sabaha karşı sönen sobadan sonra oda esiyor resmen, o kadar soğuk. Kış halen kapıda. Kalınca giyindim. Çıktım odadan. Mutfağa geçtim. Kolay gelsin dedim. Kayınvalidem otur sen kızım misafirsin dahaca dedi. Oturamadım, çok utandım. Gelinim ya sanki tüm iş benden bekleniyor sanıyordum. Hele ki kayınpederim ahırdan yukarı çıkınca nasıl otururdum. Dayanamadım bardak, çatal çıkardım.
Sofra bezini serip, ahşap yer sofrasına koydum. Eltime yardım edeyim abla dedim. O da Dursun'u da çağır çayımızı içelim dedi.

Dursun'unu çağırdım. Sofra hazır, hadi çaya gel dedim kapıdan. Şimdi ki ile sakın ola kıyaslamayın. Mümkün mü yanına gireceğim, sevgi, şefkatle çaya çağıracağım. Evde büyükler var, ev zaten sese karşı çok iletken. Bunu yapmayı bırakın aklımdan geçiremezdim. Sofraya oturduk.
Hiç ama hiç iştahım yok. İzliyorum sadece. Kim nasıl konuşuyor, nasıl yiyor. İş bölümü nasıl oluyor. Kim ne işler yapıyor. İzliyor ve dinliyorum.
Sonra bir ses;
"Gelin çay dök bakim bardaklarımıza."
Ses babamın sesi değil, abimin de değil, kardeşlerimin hiç değil. Bir burukluk, bir özlem ile çayları bardaklara döktüm. Demliği sobanın üzerine koyunca:
"Hoşgeldin Gülfidan, hoşbul inşallah Gülfidan." dedim kendime...

Burası artık Çatak Köyü değil, Koccağız köyü...

Sesleri ayırt etmelisin ki nerede olduğunu bilesin!

Gül FidanWhere stories live. Discover now