32

115 15 6
                                    

Elmas'a gittim. Giderken tanımadığım birileri sen Elmas'ın ablası mısın diye sordu. Meğer anlatmış kardeşim gelip yerleşeceğimizi. Ne olursa olsun kardeş farklı bir dayanak insana. Şimdilerde tecrübe ettim tabi, herkesin çok güzel yürüyen kardeşlik ilişkisi yok maalesef. Farklı konular girmiş araya dini, siyasi, eş faktörü, çocuk telaşı, uzak mesafe, uyumsuzluk derken bir çok kardeşliğin bittiğine şahit oldum.

Elmas'a gidince Dünya'yı unutuyorum bazen. Yeğenim uyanıksa o güzel gülen gözlerine bakarak, uyuyorsa odaya sinmiş mis kokusunu içime çekerek. Bu defa uyanıktı. Bir güzel sohbet ettik agu gugu. Minicik ellerine işaret parmağımı vererek sevdim kana kana. Diş çıkarıcak olmalı ne bulsa ağzına götürüp duruyor. Huysuzlaşınca Elmas, abla ben biberonu hazırlayayım sen onu beşiğe bele dedi. Beşik ahşaptan, ahşap yuvarlak halkalar ses yapsın oyuncak olsun diye üst kısmında asılı. İçinde yün yatağı ve yorganı var. Şengül'ü yatırdım. Yanından sarkan ucunda minik oklavaların olduğu bezle iyice sardım. Bunu sallarken kayıp düşmesin diye yapıyoruz. Bilmeyenler için anlattığım tuhaf gelebilir. Bilenler ise şuan anılarını tazeliyordur. Annesi biberonu getirdi. İki eliyle tutarak hemen ağzına koydu. Bende alttan destek olarak tüm mamasını içti ve gözleri kayarak uyudu. Tam uykuya dalsın diye bir kaç kez beşiği salladım.

Sobanın tellerine çamaşır asarken Elmas'a, o filede gördüğüm gıdayı sordum. Gülerek,
-Abla o nardır dedi. Şimdi var nar dedi.
-Nar nasıl bir şey ki dedim.
-Meyve. Bizde bir kere aldık. Açıyorsun içinden taneler çıkıyor. Çok güzel. Eniştenle ben çok beğendik dedi.
Merakım daha da arttı. Meyve olduğuna pek ihtimal vermemiştim. Dursun'a söyleyeyim bizede bir kere olsun alsın.
-Peki ekşi mi? Dedim Elmas'a.
-Ne ekşi, ne de tatlı. Değişik abla ilk yediğimde bende şaşırmıştım. Aldığı manava Muzaffer sormuş. Öyle dikkatle açtık bizde. Dursun eniştem alır zaten.
Bir meyve ne kadar merak edilirse işte o kadar merak ettim. Bu meyve merakıma sonradan çok daha yenileri eklendi tabi. Hatta ileri yaşlarda tropikal denilen meyvelere çok şaşırmışlığım bile oldu. Biz alışkınız sürekli yediğimiz meyvelere.  Elma, portakal, mandalina, erik birde bizim oralarda çok olur töngel. Töngele burada muşmula deniliyor. Muz ile çok sonra tanıştık.  Hastanede yatarken Dursun ve kuzenim Hatun getirmişti. Bolca yemiştim o zamanlar.

Şengül uyurken biraz kızkardeşim ile sohbet edip evime geldim. Evimizde yemek yapmaya sebze, kurubakliyat vardı artık. Akşam yemeği için mutfağa girdim.

Tencere yemeğinin yerini hiç bir şey tutmuyor. Soğanın salçayla kavrulma sesi ve kokusuna mest oluyorum. Şimdilerde gençlerin bir çoğu dışardan hazır gıda tüketmeye bayılıyor. Hiç yiyemedim dışardan yemek ya da o dürüm gibi fast food türlerinden.
Akşama pilav, patates yemeği yaptım. İki kişiyiz zaten yanına Elmas'ın verdiği turşudan koyar birde ayran çalkaladım mı tamamdır. Pilavı sardım soğumasın diye. Patates kısık ateşte kaynarken birden dedim ki; benim bütün günlerim böyle geçemez, ben çok sıkılırım. Bunca boş zamanı değerlendirmem gerekli. Çocukluğumdan beri hiç ama hiç alışık olmadığım bir durum bu. Dursun şu işini yola koysun ip alsın bana örgü öreyim. Nasıl olsa çoğu örgü çeşidini yapabiliyorum. Tığ, şiş kullanabiliyorum. Tabi ya ben bunu Dursun'a söylemeliyim.

Hava karardı, odanın gaz lambasını yaktım. Aklıma köydeki evde yalnız kaldığımda kapıya ayının geldiği gece düştü. Şimdi gülüyorum ama biliyorsunuz ne geceydi. Sobayı harladım. Kapıdan Dursun seslendi. Koştum açtım. Hoşgeldin dedim. Çok yorgun görünüyordu ama mutluydu. Bayadır böyle sesini incelterek şakır gibi konuşmuyordu.
-Sen neler yaptın bakim fındığım? Mis gibi kokular geliyor içerden diyerek sarıldı.

Bu cilveleri ancak köydeki kendi evimize yerleşince başbaşa kaldığımızda yapar olmuştuk. Sonra taşınma stresi, yorgunluğu ve geçirilen şok üstüne şok tablolar bize bu duyguları unutturmuştu. Dursun'u tanıyorsunuz az çok, sever şakayı, gülmeyi, cilveyi, işveyi. Daha fazla tatlı utancımı uzatmayayım. Bende sarıldım.

- Yemek pişirdim bize dedim gülerek...

Dursun elini, ayağını yıkayana kadar sofrayı kurdum. Önce bir bardak ayran içti, nasıl yorulduysa. Yemeklerimi hep beğenmiştir. Murat Emine'si senin annen mi diye şaka yapardı hep. Hatırlarsanız annem kaç köyün meşhur ahçısı Emine çavuştur. Ellerine sağlık dedi ve halen dediği gibi hatta şuan bile diyor:
-Bir çay olsa içilir, şöyle tavşan kanı güzel ellerden diyerek kahkaha attı.

Sofrayı kaldırıp çayı demledim. Yanına köyden getirdiğim fındık cevizden kırdım. Dursun ceplerindeki paraları çıkarıp saydı.
-Fidan'ım çok yoruldum, ayaklarım zonkluyor ama Allah bereket versin bütün meyveyi sattım. dedi.
Çok mutlu oluşu, keyfi bundandı demek ki.
-Çok sevindim. Allah yardım etsin önümüz kış inşallah kolaylık olur dedim.
Bana biraz para verdi. Bir kısmını kenara koy, bir kusmıyla mutfak eşyası alırsın dedi.
O kadar mutlu oldum anlatamam. Belki param yeterse ip de alabilirdim.

Sonraki gün Dursun işe gitti. İşimi bitirip Elmas'ın yanına koştum. Dedim ben nerden mutfak eşyası alabilirim. O da abla bugün cumartesi. Modern pazarı dedikleri yer var. Uzak biraz ama beraber yavaş yavaş gideriz dedi. Şengül uyanınca onuda aldık kucağımıza dinlene dinlene pazara vardık. Bir iki sahan, leğen aldım. Ha birde çok merak ettiğim nardan aldım birtane. Param arttı ama sadece bir kukla beyaz ip alabildim. Dantel yaparım tığla diye düşündüm.

Dönüşte bizim eve geldik. Hemen karnımızı doyurduk. Dinlenince Elmas evine gitti. Yeğenimin uykusu gelmişti ve akşama yemeğim yok abla dediydi. Benim yemeğim vardı. Heyecan ile danteli örmeye başladım. Bu ip ile ancak oturma odası takımı için bir kaç modif örebilirim dedim. Sonra devamını alır bitiririm. Akşam Dursun'la sohbet ettik ve tüm incelikle nar'ı ayıklayıp şaşırarak yedik. Çok beğenmiştim. Paramız oldukça artık alabiliriz dedik.

Günler Dursun'un yorgunluğu, akşam yemeğimiz ve benim dantel örme heyecanlarım ile gelip geçer oldu. Bir gün Elmas, onun evinde sohbet ederek yaptığım danteli görünce abla bunları nerede kullanacaksın dedi.
Bilmem belki ilerde eşya alırsak örterim üzerlerine dedim. O sırada Elmas'a komşusu ve bizim uzaktan akrabamız olan biri daha geldi. Yaptığım danteli çok beğendiler. Bunları satar mısın dedi kadının biri. Öylece dona kaldım. Hiç böyle bir şey aklımdan geçmemişti. Kızkardeşim abla sat eline para geçtikçe yine ip alır örersin dedi. Bana da çok mantıklı geldi, bu fikir beni çok mutlu etti.

Sonraları ben adı duyulan en güzel danteli yapan Gülfidan olarak anılacağımı hiç düşünmemiştim. Kısa süre sonra parayla kukla örmeye başladım. Artık oğlu, kızı için çeyiz hazırlayan annelerin siparişini sıraya koymaya başladım. Hem zamanımı değerlendiriyor hemde eve katkıda bulunuyordum. Bu durumdan Dursun da çok memnun kalmıştı. Neredeyse pazar alışverişini kendim yapmaya başlamıştım. Dursun evin ihtiyaçlarını alıp taksit ile ödüyordu.

Evimiz renklenmeye, şenlenmeye başladı, eşyalarımız arttı. Komşu oturmaları olmaya başladı. Bu oturmaların ilk zamanları en çok içimin acıdığı bebek sorma muhabbetleriydi. Bu zaman diliminde Samsun'a yerleşeli neredeyse iki yılı bitiriyorduk. Evliliğimizin ise beşinci yılına girmiştik. Benim halen bebeğim olmadı. Çok doktora gittim kukla paralarımla ama doktorlar artık çok uzun yıl olduğu için bana kısır teşhisini koymuşlardı. Olmayacağını biliyor ve kabul etmiştim artık. Bu sorulara da alışmaya başladım. Başka çarem yoktu. Kısık sesle Rabbim bağışlamadı vardır bir bildiği der susardım. Üstelemezlerdi ben susunca.

Hasta olduğu bazı günler hariç Dursun hep eniştem ile birlikte seyyar meyve satıcılığı yaptı. Benimde desteğim ile kenara biraz para biriktirmeyi başarmıştık. Şengül iki yaşına geldi. Kıvırcık bal rengi saçlarıyla o kadar güzelleşti ki. Birde deyze demeyi öğrendi kurban olduğum. Elmas'da benim gibi örgü örmeye başlamıştı. Bana gelen bazı işleri ona gönderirdim. Ben zaten hepsini sıraya koyamazdım buna gücüm, zamanım yetmezdi.

Zaman su gibi akıp geçiyordu. Evliliğimizin beşinci yılına 1985 yılı Mart ayında girdik. Dursun ile eniştem bir gün bulvara yeni büyük market açılıyormuş haberiyle geldiler. Çok umutluydular. İki aya işe başlanacakmış dediler. Başvurmuşlardı. Heyecanla haber bekliyorduk.
İki yıldır soğuk, sıcak demeden meyve satarak ev geçindirmek hiç kolay değildi onlar için. En azından market olursa kışın sıcak, yazın serin yerde çalışmış olacaklardı.

Her şey yolunda gidiyor gibiydi. Nisan ayının ortalarıydı. Bir sabah uyandım...

Gül FidanWhere stories live. Discover now