0.0 | hep

704 36 84
                                    

"Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir."

🎩

Gökyüzünden başka hiçbir şeyin tanıdık olmadığı bir yerdeyim.

Konuştukları dil farklı, insanlar farklı, her şey farklı.

Üç hafta.

Yıllarım, her şeyim Castello'dan ayrıldıktan çok sonra bir meydan okuma yapıp Pereira'nın isteği üzerine Fenerbahçe'ye geleli tam üç hafta olmuştu. Bu üç haftanın benim için özeti tanışmaktan ibaretti aslında. Yeni bir ülkeyle tanışmak, yeni bir şehirle tanışmak, yeni bir takımla tanışmak, yeni bir ekiple tanışmak... Yedi yılın ardından kendimi o kadar boşlukta hissetmiştim ki, bu tanışma işini ne kadar becerebildiğim hakkında herhangi bir fikrim yoktu. Hâlâ alışamamıştım bu yeniliklere ama en azından deniyordum.

Yeniliklere alışmayı değil, kendimi o yeniliklere adapte edebilmeyi deniyordum.

Öte yandan içimde kocaman bir boşluk olduğu da inkâr edilemezdi. Castello, kalbimin ve hayatımın o kadar büyük bir çoğunluğunu kaplıyordu ki bunu yadırgamıyordum çünkü bir anda kopmuştum oradan. Eski hayatımı özlemeye henüz başlamamıştım ama aklım sürekli İtalya'daydı. Sanki diğer yarım orada yaşamaya devam ederken ben eksik bir şekilde buraya gelmiştim.

Aslında... Zaten öyle olmuştu.

"Bugünlük bu kadar yeter." dedi Pereira ve son 5 dakikadır onu hiçbir şekilde dinlemediğimin anca farkına varabildim. Yarınki maç özelinde son planlamaları yapmak için toplanmıştık ama ben o toplantının yarısında muhabbetten kopmuştum. Koca bir aferin, Kumsal... ''Taktiklerle ilgili benim ekleyeceğim bir şey yok. Sizin var mı?'' Hepimizde tek tek gözlerini gezdirip en son bende durdu fakat o an da ben gözlerimi kaçırmıştım suçluluk duygusuyla. ''Kumsal?''

''Yok,'' dedim boğazımdaki kuruluğu gidermek için yutkunmadan hemen önce. Bu garip tavırlarımın esas sebebi üç haftadır takımdakilerle iletişimimin yalnızca zorunlu durumlara dayanmasıydı. Oyuncusundan teknik ekibine ve hatta aşçısına kadar kimseyle çok fazla konuşmamıştım ve bu da, tanışma işini ne kadar elime yüzüme bulaştırdığımın bir göstergesiydi sanırım. En çok muhatap olduğum kişi Pereira olmasına rağmen onunla bile diyaloğumuz futbolla sınırlıydı.

''Tamamdır,'' dedi ve Filipe'ye döndü. Filipe, Pereira'nın benden sonraki yardımcısıydı ve analiz işlerine yardım ediyordu daha çok. ''Oyuncu analizlerine yarın son kez bakarız. Belirli bir ilk 11'imiz olmasına karşın birkaç oyuncuya dair kafamda şüphe var ve o şüpheyi de istatistikler yok edecek."

O an çok garip bir şey gerçekleşti ve Pereira ile aynı anda, "İstatistikler yalan söylemez." dedik. Onun sesi gür çıkarken benimki mırıltıdan ibaretti ama yine de duymuştu. Başımı yerden kaldırıp göz göze geldiğimizde hafifçe gülümsedi bana.

Pereira bunu hep söylüyordu, o yüzden de rahatça tahmin edebilirdim ama bunu söylememin asıl sebebi aklımın kısa bir an geçmişe kaymasıydı daha çok. Eskiden de böyle düşünen biri vardı hayatımda. Bu nedenle istatistik kelimesini ne zaman duysam kalan bölümüne yapıştırıyordum bu iki kelimeyi.

"Evet. O hâlde..." dedi Pereira ve ekibin kalanına döndü. "Hadi gidelim. Yarın yapacak çok işimiz var."

Bu cümlenin beni de kapsadığını biliyordum ama yine, yine ve yine dahil olamayacaktım tabii. Buraya geldiğimden beri kendimi bana verdikleri odaya hapsetmiştim ve devamlı olarak takımı tanımaya çalışıyor, kendimi buraya adapte edebilmek için uğraşıyordum. Bugün de öyle geçecekti muhtemelen.

maestro | josé ernesto sosaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin