*7*

40.6K 1.9K 59
                                    

Güven ne demekti? Bu beş harf nasıl insan kılığına bürünüp tüm hücrelerimi ele geçirebiliyordu? Bir anda hayatıma giren bu adama hissettiğim şey güven miydi?
Ben Asya Toprak, Asya'nın kuru topraklarına yağmur yağdıran bu adama güveniyordum. Tüm benliğimle, ruhumun acıyla harmanlanmış dipleriyle, kalbimin akciğerlerime hissettiği yakınlıkla güveniyordum.

Dükkan sahibi bir dosya ile yanımıza geldi. Karşılıklı dizilmiş dört tabureden birine oturup bizim de oturmamızı işaret etti. Baran'a baktığımda rahatlığını bozmadan tabureye oturdu. Dükkanın sahibi "Haftanın yedi günü, haftaiçi öğleden sonra gelip akşam dokuzda kapatacaksın. Haftasonu sabah sekizde gelip akşam sekizde kapatacaksın. Ben burada olmayacağım. Her hafta maaşın aksatılmadan banka hesabına yatacak. Anlaştık mı?" dedi. Yaşlı adamın ciddiyeti karşısında kaşlarımı çattım. Cevap vereceğim sırada Baran konuştu.

"Haftalık üçyüz lira olursa anlaştık."
Ona bakınca kaşlarımı iyice çattım. Ayağıma gelen fırsatı kaçırmaktan korkuyordum. Ya adam vazgeçerse?
Yaşlı adam sıkılgan bir sesle "Pekala." dedi.
Ona gözlerimi büyüterek baktım. Nasıl hemen kabul etmişti?
Bir kaç evrak imzaladıktan sonra dükkanın anahtarını elime tutuşturdu. Sanki acelesi var, zamanı yok gibiydi.

"Bu akşam dükkanı sen kapatırsın. Yarın da dediğim saatte açarsın. Ah, kendimi tanıtmadım. Ben Cemal Tunalı."
O kapıdan çıkarken tek yapabildiğim şaşkınca gülümsemek oldu. Baran karşıma dikildiğinde "Nasıl maaş konusunda ikna ettin?"diye sordum. 
Umursamaz bakışlarını eksik etmeden omuzlarını silkti.
"Adam burayı birine emanet etmeye mecburdu Asya. Eline geçen şansı kaçırmak istemedi. Mecbur kaldığı için kabul etti."

Derin bir nefes alarak kitap raflarının arasında gezmeye başladım. Cennetin nasıl bir yer olduğu hakkında bir fikrim yoktu ama burası yeryüzündeki cennet gibiydi benim için.
Baran ellerini kot pantolonunun cebine koyup yanıma geldi.
"Artık kapatıp gitsek mi?"
Kafamı sallayıp taburenin yanına bıraktığım çantamı aldım. Dükkanın kapısını çekip kilitledikten sonra Baran'la caddede dolaştık. Ara sokaklardan geçerken kiralık evlere bakmayı da ihmal etmiyordum. Yedi katlı bir evin üçüncü katının camında asılı duran 'kiralık' ilanını görünce sırıttım. Kağıdın üzerinde yazan numarayı görmek için gözlerimi biraz kıstım. Baran tek kaşını kaldırıp bana baktığında, ben numarayı telefonuma yazmıştım bile.

Telefonu kulağıma dayadım. Dördüncü çalışta açıldı.
"Alo, iyi günler."
"İyi günler."
"Ben Esendal sokaktaki kiralık ev ilanı için aramıştım."
"Hanımefendi evimiz dayalı döşelidir. Eğer on dakika beklerseniz hemen gelirim."

Adamın hevesli sesine gözlerimi devirip "Tamam bekliyorum." dedim.
Baran'ın açıklama bekleyen bir hali vardı.
"Sonsuza kadar Esma'da kalamam. Kendi hayatımı kuruyorum işte!"
Kollarımı göğsümde birleştirip bir ileri bir geri yürümeye başladım.
Adam on beş dakika sonra mahcup bir ifadeyle yanımıza geldi.
Tahmin ettiğimden daha genç olan adam eliyle geçmemizi işaret etti.
Allah'tan binada asansör vardı. Asansöre bindiğimizde elini uzatarak kendini tanıttı.
"Ben Ali Değirmenci."
Uzattığı elini nazikçe sıkıp ben de kendimi tanıttım. Baran sıkıldığını belli edercesine hoşnutsuz sesler çıkarıyordu.
Dairenin önüne geldiğimizde kısa bir nefes aldım. Ali Bey kapıyı açtığında Baran benden önce davranarak içeri girdi. Evin iki odası ve bir salonu vardı. Banyosu genişti. Eşyalar temizdi. Yatak odasındaki çarşafları tabiki atacaktım. Evin önceki kiracıları yeni evli bir çiftmiş. O yatakta neler yaptıklarını düşünmek istemiyordum. Isınan ensemle birlikte salona geçtim. Bay çok bilmiş kehribar saçlı koltuğa oturmuştu.

"Ben beğendim. Kirası ne kadar?" diye sorunca hayretle ona baktım. Adam bizi evli sanabilirdi. Gerçi bunun bir önemi yoktu.
"Aylık altıyüz elli lira fakat altıyüz liraya indirebiliriz."
Kesinlikle uygundu. İçimdeki kelebek heyecanla kanat çırparken "Tutuyorum!" dedim. Önüme gelen bir sürü evrağı imzaladıktan sonra birikmiş olan hazır paramla ilk kirayı ödedim. Geriye sadece o eve dönüp tüm eşyalarımı almak kalıyordu. Ali Bey evin anahtarlarını verirken halinden hoşnut görünüyordu. Bir önceki kiracılar kısa bir süre önce taşındıkları için su, elektrik ve doğalgazı kapattırmamış. Bu da işime geldi açıkçası.
Okulun önüne geri dönerken Baran'a bakmıyordum. Aklıma gelen şey ile yürümeyi kestim. O da benimle birlikte durdu.
"Selen mi? Yoksa Tuğçe mi? diye sormuştun ya, bence Selen. Hadi şimdi git. Eğlen. Yardımların için teşekkürler." diyerek okulun önüne parkettiğim arabama doğru ilerledim. Kelebeğim yine sessizliği tercih etmişti. Aptal kelebek! Her şey senin akılsızlığın yüzünden!

Arabaya bindiğimde yan kapı da aniden açıldı. Görüş alanıma giren ilk şey birbirine karışmış kehribar saçlar oldu.
"Seninle geliyorum." 
İtiraz etmek için ağzımı araladığımda radyoya uzandı ve sesi yükseltti. Arabayı çalıştırıp yola koyuldum. Sessizlik hiç bu kadar gürültülü olmamıştı diye düşündüm. Mantıklı tarafım sesini yükselterek "Gürültülü bir müzik var seni aptal!" diye kafa tuttu. Kaşlarımı çatarak vitese yüklendim.
"Bizi öldürmek mi istiyorsun Asya?" dedi Baran. Ona bakmadan omuz silktim. Görkemli cehennemin önüne geldiğimizde dişlerimi birbirine bastırdım. Baran arabadan inince ben de indim.
"Böyle bir zenginlikten sefalete sürüklenmek isteyecek kadar ne yaşadın? Cidden aptalsın."

Kırgın sesime rağmen gülümseyerek "Ne yaşamadım diye sormalısın." dedim.
Evet, anne sevgisini yaşamamıştım. Huzuru yaşamamıştım. Özgürlüğü yaşamamıştım. Sırf yaşayamadıklarım beni tüketmişti ya zaten.

Bahçeye girdiğimizde güvenlik afallayarak beni selamladı. Beni görmeyi beklemediği her halinden belliydi. Zile bastığımda Baran yine umursamaz gözüküyordu. Yardımcı Yasemin Hanım kapıyı açınca gülümsedim.
"Hoşgeldiniz Asya Hanım ve..."
"Baran." diyerek sözünü tamamladım.
İçeri girdiğimde annemin evde olmasını beklemiyordum. Ona bakmadan odama çıktım. Baran da peşimden geldi. Eşyalarımı valize yerleştirdim. Kitaplarımı küçük bavula nazikçe koydum. Annem odaya girince bağırarak "Çık dışarı." dedim. Kaşlarını çattı. Ciğerlerimdeki yakıcı alev bedenimi kaplarken kısa kısa nefesler aldım.
Annem Baran'a bakarak "Bu serseri için mi gidiyorsun?" diye sordu.
Alay eder gibi çıkan sesime engel olamadan "Biz arkadaşız." dedim.
Baran kendisine söylenilen serseri lafına alınmışa benzemiyordu. Odadan çıkarken yine Baran'a yönelik "Kızımın aklını çelmene izin vermeyeceğim zibidi!" dedi.

Baran fazla sakin bir tonda "Ben de sizinle tanıştığıma memnun oldum Bayan her şeye karışan." dedi.
Annem ağzını aralayınca galibiyetle gülümsedim.
Dışarı çıktığımızda kahkahalarımı bastırmak için yanak içlerimi dişlemek zorunda kaldım. Telefonumu çıkarıp Esma'yı aradım.
"Alo."
"Efendim?" dediğinde onu uykusundan ayırdığımı anladım.
"Bu akşam gelmeyeceğim. Endişelenme diye aradım."
Telefonu kapatarak Baran'a baktım.
"Selen'e mi gideceksin Tuğçe'ye mi?"
Kahkaha atarak arabaya bindi.
"Ne gülüyorsun?"
"Bu kız meselesini kafana mı taktın yoksa?"
Arabayı çalıştırırken kendi savunmamı hazırlıyordum.
"Hayır, ne takacağım? Öylesine sordum."
Yemezler bakışını atıp önüne döndü.
"Ben ciddiyim."
"Tamam Asya." derken bile sırıtıyordu.
Mızmızlanarak "Baran." dedim.
Gülümsemesi yerini ciddiyete bırakırken "Seninle arkadaşça takılmak onlarla yapacağım şeylerden daha eğlenceli." dedi.

Kızaran suratımı saçlarımla kapatmaya çalıştım. Söyledikleri özel miydi, yoksa sıradan mıydı bilmiyordum.
Üzerimde, kelebeğimde bir etki bıraktığına emindim.
"O zaman günün sırdaşlarına!" diyerek gazı kökledim.
Baran'ın benim için bir arkadaştan daha fazlası olmaya başladığının farkındaydım. Onunla gülmeyi, onunla konuşmayı, onunla susmayı, onunla yolculuk yapmayı seviyordum. Ona hisettiğim şeyin sözlükte bir karşılığı yoktu. Ruhum onun ruhuna zincirlenmiş olabilirdi ya da güvenme hissimi onun ellerine bırakmış olabilirdim. Ortada görünmeyen ama hissedilen bir şeyler vardı. Daha doğrusu bu sadece benim için geçerliydi. Herhangi bir kızla yapacakları midemin üzerine tonlarca ağırlık koysa da sözleriyle o ağırlığın yerine kelebekler de kondurmayı başarabiliyordu. Kehribar saçları en çok yağmura yakışıyordu. Su taneleriyle bütünleşiyordu ve kelebeğimin dans etmesine neden oluyordu. O yağmurun ta kendisiydi. Acımasızdı, soğuktu, üşütüyordu ama içimdeki yakıcı ateşten arındırıyordu. Gerçekti, hissedilebilirdi. Baran Andaç benim, Asya Toprak'ın kurak topraklarını tekrar yaşatan yağmurdu. Fırtınalı bir yağmur.

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Şarkıyı mutlaka dinlemelisiniz. Görüşmek üzere ❤

SİYAHIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin