11| Sanki terk etmişler beni

7.1K 682 709
                                    

Lost Horse - Asaf Avidan

Günlerin gecelerinden yine bir tanesi, sanırım artık cumartesi. Hayır, cuma. Emin olamıyorum. Hoş, pek önemi de yok aslen. Günler anlamını yitireli çok olmamıştı benim sayaç kavramımda ancak şu an ne zaman ne mekan kafamın içinde önemli bir noktadaydı.

Hâlâ aynı yerdeyim, kapının bir köşesine çökmüş ağlıyorum sanırım. Göz yaşlarımı pek hissedemiyorum. Bundan korkmalı mıydım bilemiyorum fakat daha mühim konularım vardı. Babam vardı mesela, tam karşımda bir şeyler söyleyip duruyor, bağırıyor çokça. Annem ne zaman inmiş de dolu gözlerle beni izliyor anlayamıyorum. Kaç dakika devirmiştim yahut kaç saat geçirmiştim bu kapı önünde bilmiyorum. Evin ara holündeki bir yanı kırılmış avizeden yüzüme vuran sarı ışık gözlerimi yakıyordu. Vücudum da titriyor, işte bunu çok iyi anlıyorum. Gözlerim yanıp duruyor hem uykusuzluktan hem yaşlarımdan, sarı ışığı da unutmamak gerek Babam da hâlâ bağırıyor. Susmak bilmiyor her zamanki gibi.

"Soruma cevap ver dedim." diyor, yüzüme doğru sinirden saçtığı tükürükleri hiçe sayıyorken bağırmak ona ne de kolay geliyor. Ne sormuştu duyamamıştım bile, yalnızca çöktüğüm şu kapı önünde nefeslerim tıkanana dek ağlıyorum, artık fark ediyorum.
"Gecenin bu saatinde ne işin vardı o adamın arabasında?" diyor acımasızca, tekrarlıyor sorusunu. Neydim ben diyorum kendi kendime, bugün kendime sorduğum kaçıncı soruydu bu hatırlayamıyorum. Neydim ben sahi onların gözünde; babamın ahlaksız imalarıyla dile döktüğü kelimeleri, annemin durumu nasıl kurtaracağını düşündüğü çaresiz bakışları beni olmayan birisi hâline getiriyordu. Kulaklarımı kapatıyorum hemen duymamak adına, ancak engel olur mu duymamama, sanmıyorum. Yine de deniyorum bir umut. Sesi o kadar yüksekti ki, hemen arkasındaki annem adım atmaya korkar hâlde bana yaklaşıyor. "Jeongguk." diyor. "Jeongguk." Adım annemin dudaklarında ölümü mü buluyor canı mı tadıyor bilemiyorum. Ağladığımı görüyor oysa, neden bir şey yapmıyor diye kendime sorduğum kaçıncı soruydu bu yıllardır, bilemediğim onca şeyin arasına bunu da sığdırıyorum. "Oğlum," diyor bana sessizce. Yanıma birkaç adım daha atıyor. "Ne oldu? Birisi bir şey mi yaptı?" Korkarcasına soruyor o, siz yaptınız diyemeyecek kadar cesaretsiz ve bitgin hissediyorum. Neydim ben, bir tutam sızıdan başka.

"Jeongguk bir kez daha sormayacağım." diyor babam. Annemin kolundan tutup kenara çekiştiriyor, yüzümü görebiliyor şimdi. Bir kin belirmiş, kırışıklıkların çoğaldığı yüzüne bir nefret binmiş. Sebebi ben olmak yüreğime ince usul bir sızı yerleştiriyor. "Ne oluyor?" diyor annem merakla, çokça da korkmuş sesiyle. "Jeongguk ne oldu?" Yüzü acıya bürünmüş, benim acımı bilse ne hâle bürünür düşünemiyorum. Soruyor ancak cevabından da ölesiye korkuyor biliyorum. Ah benim sızısına yandığım çaresiz annem.

"Öğretmenim dediği adamın arabasından iniyor, saat kaç farkında mısın sen? İnsanlara rezil mi edeceksin sen bizi?" Ona, insanların bu konuyu kendisi kadar önemsemediklerini söylemek istedim ancak dudaklarımı araladığım an göz yaşlarımın gizleyemediği bir hıçkırık kaçıyor. Konuşamıyorum. Onun da benim de bir erkek olduğumu, insanların bunu görse bile bir şey demeyeceğini dile getirmek istiyorum. Yapamıyorum, ağır geliyor hepsi.

"Ağlamada söyle şunu, o gün de o herifin evinden çıkıyordun. Ben sana öğretemeyecek miyim terbiyeyi Jeongguk?" Ağlama diyor ama bu isteği konuşmamı istediği için oluyor, canım yanmasın diye değil. Bu beni yerden yere vuruyor, bu beni kimsesiz bırakıyor.
Karşımda bağırıp duran adam bana küçüklüğümü hatırlatıyor, hiç unutturmuyor gerçi. Aynı manzara, aynı ses kulaklarımı kirletip duruyor, zihnimi çürütüyor.
"Yaklaşmayacaksın bir daha o adama. Hakkında, hakkımızda ne düşünecek kim bilir."

scary loveWhere stories live. Discover now