G.Z 8

69 42 7
                                    

Keyifli okumalar...

Zamanında yanmıştım, öyle bir yanmıştım ki kül olmuş gibiydim. Kaç kere bir rüzgarda savrulup yok olacağımı düşündüm, kaç kere savrulup yok olmayı diledim. Sanki savrulursam, kül olsam bile yanmaya devam eden ateş sönecekti. Küllerimin savurulması, ateşin sönmesi demek; ölmek demekti. Her savrulma düşüncesi yok olmanın düşüncesiydi. Her ateşin sönmesini dileyişim ölümü dileyişimdi aslında. Her ne kadar bu düşünceleri ve dileyişleri kafamdan silemesemde savrulmaktan ve sönmekten korkuyordum ama yinede her şey bitsin istiyordum.

Tam yok olmayı tekrar tekrar dileğim zamanlarda hayatımı tekrar onaran insanlar geliyordu aklıma. Onlar beni toplayan insanlardı. Elfin beni yakan, küle çevrildiğimi hissettiren; Faraz ve ailem ise aslında bir kül olmadığımı anlatan, ateşimi söndüren kişiydi. Elfin içindeki ateşi söndüren olmadığı için beni yakmıştı. Yani en azından ben böyle düşünüyordum. Ateşini bana bırakıp, beni yakacağını bile bile gitmişti benden. Beni yine o ateşe atmak için tekrar hayatıma girmiş gibi hissediyordum.

"Geçmişinin bir noktada kesiştiği bu yabancıyı bir kez olsun dinleyemez misin?"

Şimdi karşımda trafik lambasının yeşile dönen ışığı yüzüne vuruyorken durmuş ağlaya ağlaya bana bu soruyu soruyordu. Benden tekrar geçmişi sorgulamamı, tekrar kül gibi hissetmemi istiyordu. Ama bilmiyordu ki ben kül gibi hissetmeyi çoktan bırakmıştım. Çoğu sorunun cevabı almıştım.

Elini tersi ile bir kez daha gözlerini silerken ona cevap vermek içimden gelmedi. Hayır diyemedim, sorgulamak istemiyorum, seni dinlemek istemiyorum diyemedim, içimden geçenleri diyemedim. Onun yerine cevapsız kalıp ellerimi cebime attım ve yürümeye başladım. Sanırım gün bitmişti benim için, artık yurt odama gitme vaktiydi.

Onu geride kalabalık bir cadde olduğu için bırakıp giderken kendimi motive etmeye çalışıyordum. Islık çalarak yürümeye devam ederken aklımdan keyifli bir şarkı seçiyordum. Çalan telefonum ile ıslık çalmayı kesip telefonu cebimden çıkararak arayana baktım.

"Alo kardeşim, neredesin ya?" Faraz'ın hafif kızgın sesi ve meraklı sesi ile sebepsizce sırıttım. "Dışarıdayım, sen neredesin? Çok mu merak ettin beni bebeğim?" Diyerek onunla alay etmeye başladığımda küfür etti. "Seni ne merak edeceğim ben oğlum, bakayım, umurumda mısın? Aa, değilmişsin."

"Kırıldım," diyerek kahkaha attığımda aslında kendimi motive etmek için kırk takla atacağıma onu arayabileceğimi fark ettim. "Neyse ne, ne işin var dışarıda? Hani bugün Mertler ile takılıyorduk?" Unutmuştum, ben sadece arkadaşlarla buluşmadan önce birkaç bardak içmek istemiştim ama Elfin her şeyi karıştırmıştı. Üstelik Faraz'ın, Elfin'in geri döndüğünden bile haberi yoktu. Cesaret edip ona Elfin'in bana mesaj attığını söyleyememiştim.

"Alo, kapattın mı oğlum?"

"Ne? Yok, kapatmadım. Ben Mertlerle buluşacağımızı unutmuşum ya, siz bensiz takılın."

"Hayatta izin vermem evde oturmana, neredesin tam olarak söyle geleyim oradan yürüyelim parka."

"Yurda vardım bile," dediğimde yurdun olduğu sokağa dönmüştüm bile. Sokağa girdiğimde karşımda yurdun önünde oturan, telefonla konuşan Faraz'ı gördüm. "Yalan söyleme lan."

Başını yere eğip yerdeki taşla oynadığı için beni görmemiş, yalan söylediğimi sanmıştı. Telefonu yüzüne kapatıp yerden aldığım taşı ona doğru fırlattım. Taş tam önüne düştüğünde korkup ayaklarını havaya kaldırdı ve bağırarak küfür etti. Koşa koşa ona doğru giderken gülmemi zor tutuyordum. Ayaklarından yakalayıp onu havaya kaldırdığımda daha büyük bir küfür savurdu.

Geçmişin Zincirleri Where stories live. Discover now