33. bölüm

19 5 1
                                    

33. bölüm

Sen söylemeden de biliyordum.
Seziyorum ki kaçacaksın
Yalvaramam koşamam
Ama sesini bırak bende
Biliyorum ki kopacaksın
Tutamam saçlarından
Ama kokunu bırak bende
Anlıyorum ki ayrılacaksın
Çok yıkkınım yıkılamam
Ama rengini bırak bende
Duyumsuyorum ki yiteceksin
En büyük acım olacak
Ama ısını bırak bende
Ayrımsıyorum ki unutacaksın
Acı kurşun bir okyanus
Ama tadını bırak bende
Nasıl olsa gideceksin Hakkım yok durdurmaya
Ama kendini bırak bende
Onlarca kelimeye aşk yüklenmişti. Tüm duygular aşka yönelik kuruluyordu. Ama aşk için yazılan yazıların sadece insanlar için yazılmadığını anlamadılar. Belki anlayacaksınız aşkın sadece iki kişi arasından ibaret olmadığını. İlla anlamak için acısını yaşamak mı gerek? Hayaller aşkın en güzel tarifi, anlamak için hayallerine koştuğun kadar anlarsın. Vazgeçtiğinde ise acısını yaşarsın.

                                                         🍷🍷🍷

(Halid Can)
Deniz kızı karşısında beni görünce dona kalmıştı. Kocaman gözleri beni görünce daha fazla büyümüştü. Sultan'a baktığımda onun da benim gibi düşündüğünü anlamıştım. Deniz kızının ince bacaklarının titremeye başladığını görünce, hemen sardım kollarımı beline. Beli çok inceydi. Gözleri kapanmıştı. "Sanırım bayıldı" dedi Sultan. Tek hamle ile kucağıma aldım ve içeriye götürdüm. Çok hafif oluşu şaşırtmıştı beni. Başı göğsüme yaslanmış, içeri giriyorduk. Saçları yüzünün bir kısmını kapatmıştı. İlk defa bu kadar yakından inceliyordum. Kaşları hilal, gözleri yıldızlı. Kokusu tarif edilemeyecek derecedeydi. Koltuğa yavaşça yatırdım ve arkamızdan kapıyı kapatıp gelen Sultan'dan su getirmesini istedim. Birkaç dakika içinde su ve kolonya ile geldi miniğim. Elimi hafifçe ıslatıp tenine sürüyordum yavaşça. Yanakları, -Kübra ne kadar da inkâr etse de- poğaça yanaktı. Ben onun kusursuz güzelliğini izlerken Sultan, deniz kızının ayaklarını kaldırınca azar azar kendine geliyordu. O kadar masumdu ki. Anlatamam. Yeni açtığı gözlerini açıp kapatırken, ben onun uzun, hilal gibi olan kirpiklerinde kaybetmiştim kendimi. Sanki kalbimde soyut bir sıvı vardı, somut hissettiren. O su, kalbimden taşmış ve onu akmıştı. Dudakları kıpırdamaya başladı. "Halit Can! Sen misin?" Sesin çok masumdu. "Evet güzelim, benim" dedim. Dudakları hafif sağa ve sola gittiğinde, çok güzel gülümsediğinde, içine düşecek gibiydim. 'Acısı çok olanın görüşü güzel olmuş'

Kübra kendine gelmiş, kendi içine hazırladığı kahvaltıyı şimdi baş başa yiyorduk. Pek yediğimiz sayılmazdı ama olsun. "Ananemler her an gelebilirler. Seni yani sizi burada görürlerse bir şey olmaz" dedi deniz kızı. Gülümsedim. "Merak etme, ananenler akşama kadar gelmeyecekler. Hem ben sizi tanıştırmadım Sultan'la" dedim ve diğer odada bekleyemeyiz sultanı çağırdım. Sultan gülümseyerek, "Sultan" dediği ve elini uzattı kibarca. Deniz kızı daha tatlı bir gülümseme ile birlikte uzatılan minik ile tuttu ve "Kübra. Memnun oldum' dedikten sonra bana döndü ve bu kim der gibi baktı. "Nasıl buldun burayı ve nereden biliyorsun ananemin akşama kadar gelmeyeceğini? dedi, merakla. Gözlerine bakıp, gülümsedim ve ilk gün konum atmıştın zaten. Hem bir tane, gönderdiğin resimde, yakınlarda bir çift minare gözüküyordu. Gönderdiğin konumla caminin arası çok yakındı. Yani konum doğruydu. Hem zaten caminin oradaki kadınlara ananenin evini sordu, Sultan. Onlar daha burayı tarif ettiler ve evde kimsenin olmadığını, yaylaya gittiklerini ve akşama doğru döneceklerini söylediler. Biz de söylediği evin önüne geldik, gerçekten de doğru yerdi. Çünkü burada balkonunda kocaman salıncak olan başka bir ev yoktu, sizinki den başka. Ev doğruydu ve içeride senin olup olmadığını attığı mesajdan anladık veya zile basmaya karar verdik" dedim. Söylediklerimi düşünüyordu ve başını salladı hafifçe. Ben devam ettim konuşmaya. "Dün beni aradığında çok mutlu bir şekilde açmıştım telefonu. Ama kapatırken öyle değildi. Çünkü sen mutsuzken ben de mutlu olamam Denizkızı. Sen benim gecemdeki dolunayımsın, ışığımsın. Sen parıl parıl parlamazsan ben yolumu bulamam karanlıkta. Dün telefonu kapattığımda, Sultan da yanımdaydı. Kaybedenler kulübündeydik. Hemen Zafer Abiye söyleyip oradan çıktık ve o geceye iki kişilik, dönüşe de üç kişilik uçak bileti aldım," dediğimde kaşları çatıldı, Sultan'a baktı. Başka birini de mi götüreceksin der gibi baktı bana. Kahvemden bir yudum aldım ve yavaşça bıraktım. Kübra beni izliyordu. Ben de Sultan'a baktım ve "gelirken Sultan'la birlikte geldik. Çünkü o bizim çıkış biletimiz" dediğimde, söylediklerimi anlamaya çalışan deniz kızının çatık kaşları daha da çatıldı ve "nasıl!" dedi, hiçbir şey anlamamışcasına. "Sultan benim çocukluk arkadaşım, hatta kardeşim. Ondan başkasına güvenemezdim ve ondan daha iyisi yoktu zaten ikna konusunda. Onunla birlikte geldim. Çünkü eğer sizinkilerden biri görürse, Sultanı getiren, hiçbir şeyden haberi olmayan bir abi alacağım. Bunu senin için yapıyorum yoksa biliyorsun kimseye eyvallahım yok. Diğer bir sebepse bu akşam sınıf arkadaşında kalacaksın" dedim, Sultan’ı göstererek. Ve devam ettim. "Merak etme. Sultan, ananeni ikna edecek" dedim. Omuzlarıma düşürüp umutsuzca ve sessizce "nasıl ikna edecek?" diye sordu. "Senin sınıf arkadaşı olduğunu, bunun da yazlık evinin yakında olduğunu ve sizin de önceden anlaşıp haberleştiğinizi söyleyip, bu gece kendisinde kalmaya ikna edecek" dedim, kısaca. "Bunu asla izin vermeyecekler" dedi. Sultan'sa gülümseyerek, elini onun omzuna koydu ve "merak etme tatlım, o iş bende" deyip, göz kırptı. Ve ikisi de gülümsediler. Ben de onları izledim.
Ben onu izlerken o, Sultan'la arkadaş olmuş, dedikodu yapıp gülüyorlardı. Bir insan nasıl olabilir de bu kadar mükemmel gülebilirdi? Bir insana ancak bu kadar çok yakışırdı mutlu olmak. O sıra koşup yanıma geldi, deniz kızı. Küçük bir kız çocuğu gibi... Kocaman gözlerini bana dikti ve iki elini birleştirip, "gezmeye gidelim mi? size buraları gezdirmek istiyorum" dedi, o ilaç sesi ile. Tebessüm ettim. Hayranca onun ay yüzüne bakıp "sana hayır demek ne mümkün deniz kızı" dedim. Utanmıştı. Pembeleşen poğaça yanaklarına götürdü ellerini. Tekrar gülümsedim. "Şey... Aslında seninle anılarım olsun istiyorum, her yerde" dedi. Sigaramın son dumanını da çekip ayağa kalktım ve elimi uzattım, uzattığım eli tuttu iki eliyle. Başımı hafifçe eğip elimi tutan bir çift ele baktım. Parmakları ince ve uzundu. Hilal şeklindeki tırnakları ile bir uyum içerisindeydi. "Beni takip et, deniz kızı" dedim. Dışarıya çıkıp havaalanından kiraladığım arabaya bindim ve sessiz sakin, kayalıklı bir sahile gittik. Hava bulanıklığı ve lodos vardı biraz. Sultan arabada bekledi, biz de ilerledik sahile, kayalara basarak. Rüzgâr estikçe savrulan saçları bazen yüzünü kapatıyordu. İnce ve uzun parmakları ile her elini kaldırıp saçlarını kulağının arkasına attığında başını eğiyordu. Her eğdiğinde utanarak kaldırıyordu başını. "Niye öyle bakıyorsun bana?" diye sordu. "Nasıl bakıyormuşum?" "Şey gibi" Kaşlarımı çırpıp, "ney gibi" dedim. Saçları yüzünün yarısını kapatıyordu, rüzgâr sayesinde. Bu kez serbest bırakmıştı onları. Saçlarının arasındaki iri gözleri ile bana bakıyordu pür dikkat. "Ya bilmiyorum işte. Yani isim bulamıyorum. Sanki... Sanki çok uzakta bir şey görmüş avcı gibi. Aynı zamanda da zorlu bir rakiple satranç oynuyormuşsun gibi. Keskin, uzak, düşünceli, bunların hepsi işte. Anladın sen benim ne demek istediğimi" Başımı salladım ve siyah montumu çıkartıp, omuzlarını astım. Hava rüzgarlıydı ve üşüyordu deniz kızı. Denize bakarak, deniz kızına konuşmaya başladım, "Sana bakarken cenneti gören tek kişi ben miyim merak ediyorum. Çünkü sen çok güzel bir kadınsın. Hani Özdemir Asaf diyor ya: “Benim sende gördüğümü görecekler diye ödüm kopuyor.” Öyle işte. Benim de ödüm kopuyordu.

İNTİHAR.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin