3

6 2 0
                                    

Gözlerimi kırpıştırırken yavaşça boynumu öptü. Odadaki ağırlık nefesimi keserken biraz orada oyalandı. Gözlerimi tekrar yummamak için savaş verirken kuruyan dudaklarımı yaladım.

Ay ışığının girdiği pencerenin hizasında durduğu için sırtını görebiliyordum. Güçlü kolları her iki yanımdan yatağa tutunmuşken giydiği tunik kasılmış ve geniş sırtını ortaya çıkarmıştı.

Onu görebileceğim kadar geri çekildi ve uzun uzun baktı bana. Bir kez daha yutkundum. Ömrümde ilk defa birisine karşı böylesine bir çekim hissederken ona sonsuza dek bakabilecekmiş gibi hissettim. Kıpırdamadan bu şekilde yaşayabilirmişim gibi.

"Seni ne kadar uzun süredir beklediğimi tahmin dahi edemezsin."

Bacaklarımı hafifçe kendime çektim. Çehremi titreten sesi otoriter ve baş döndürücüydü. Beni mi beklemişti?

Ne diyeceğimi bilemeden öylece durdum. Ona kilitlenen bakışlarımı aldırmıyormuş gibi bir süre beni inceledi. Bacaklarımın üzerindeki battaniyeye sıkıca tutunmuş, kocaman olduğunu bildiğim gözlerimle yutkunmadan ona bakıyordum. Az önceki öpücüğün ve ortamdaki ağır havanın etkisiyle aldığım oksijen yetmezken göğsüm hızlıca inip kalkıyordu. Enseme yapışan saçlarımdan arta kalanlar omuzlarımın üzerinde dağınık biçimde dökülmüştü. Bütün bunları bana bakan gözlerindeki yansımamdan görebiliyordum. Yoğun bakışı titrememe sebep oldu ve bunu fark etti.

Dudağının bir kenarı hafifçe kıvrılırmış gibi olduğunda bakışlarımı onlara düşürdüm. Beni öptüğünde vücuduma yayılan elektriği hatırladım. Tüylerim diken diken olurken bacaklarım kasıldı. Seslice yutkundum.

"Ben..." Etkisinden kurtulmaya çalışırken doğru kelimeleri aradım. Dilimi dolamayı beceremezken tekrar yutkundum. Birden kaşları çatılınca alt dudağımı sertçe ısırdım. Yanlış bir şey mi demiştim? Oysa daha konuşamamıştım.

Birden doğruldu ve yataktan kalktı. Ay ışığının yansıdığı pencereyi tamamen kaplayarak bütün görkemiyle dikildi. Boyunun uzun olduğunu fark ettim.

"Şimdi gitmem gerekiyor," dedikten sonra bana asırlar kadar gelen bir süre sonra eğilerek elimi tuttu ve nazikçe öptü. "Bir yere kaybolayım deme."

Odadan çıkıp gitmeden önce bana son bir bakış atmayı da ihmal etmedi. Kalbimin ne kadar hızlandığını anladığımda elim göğsüme gitti.

Hıh?

Nefesimi hala düzenleyememişken üzerimdeki battaniyeden kurtuldum ve hızlıca eski tip pencereye yaklaşıp temiz hava almayı amaçladım.

Daha önce aynı rüyaya dönmek isteyip de çabalarıma rağmen yakınından dahi geçemezken şimdi gerçeklikle karıştırdığım bir düşün içerisindeydim ve oldukça uyanık hissediyordum.

Böyle bir şeyin mümkün olup olamayacağını anlamaya çalışırken bildiğim bütün gerçekliği sorguladım.

Yutkunamazken tükürüğümün boğazıma takılmasıyla birkaç saniye öksürdüm. Kendime gelirken bunun bir rüya olmadığını anlamıştım. Vücudumun her bir zerresi karıncalanır gibi hissederken acıyan boğazımla yavaşça yutkundum.

Pencereden uzaklaşıp odada turlamaya başladım. Gözlerim yerde gezerken ellerimi başıma dayadım ve soluklandım.

Her şey gerçek miydi yani?

İçinde olduğum filmden çıkma bu şato, taştan duvarlar... o?

Aniden odanın içindeki havadan çok daha fazlasına ihtiyaç duydum. Nefesim kesilirken orada olduğunu yeni idrak ettiğim kapıyı açtım ve kendimi dışarı attım. Uzun koridorlardan ve içlerinden ses gelen odaların kapalı kapılarının ardından hızla geçtim.

Buradan çıkmalıydım. Dışarı.

Zihnimi toparlamam gerekiyordu ve o adamın yanındayken bunu yapamazdım. Ya geri gelirse? Ona yaklaştığımda dünya duruyordu ve sadece ona odaklanıyordum. Şimdi buna ihtiyacım yoktu. Beynimin en uç noktasındaki mantık sorularını kurcalarken geniş kapıların açtığı bahçeyi görmemle adımlarımı hızlandırdım.

Bakımlı bahçenin ortasındaki fıskiyeye koşar adım ilerledim. Ayağım takılınca düştüm ve son anda fıskiyenin taş kısmına tutunarak başımı çarpmaktan kurtuldum. Sert bir iç çekişle gözümün önündeki suya bakım.

İçinde sarı ve turuncu balıklar yüzüyordu. Ay ışığının yansıttığı suda kendimi görmemle yüzümdeki panik duygusu daha da belirgin oldu. Ellerimin altındaki soğuk taş ve esen hafif meltem tüylerimi diken diken etti.

Bu, fazla gerçekti.

Hayranlık ve korkuyla karışık bir gülüş boğazıma takılarak tuhaf bir ses çıkarmama sebep oldu. Hayal gücü gelişmiş biri olarak bu tarz dünyaları ve belki de daha değişik olanlarını birçok kez düşlemiş ve yazmıştım.

Gözlerimi yansımamdan ayırıp düştüğüm yerden kalktım ve fıskiyeye arkamı dönerek görkemli yapıtı inceledim. Büyük taşlardan oluşan uzun ve karanlık bir yapıydı. Bir şatoydu. Gözlerimi bu kez yukarıdaki aya çevirdim. Yuvarlak cisim sanki benim için parlıyordu.

Ellerimle taş alandan destek almaya devam ettim ve etrafımda bir kez daha döndüm. Bu, düşlediğim şeyse o zaman... o adam ve buradaki diğerleri, insan mıydı?

Tüylerimi okşayan rüzgarla titredim ve ellerimin kaymasıyla suyun içine düştüler. Balıkların kaçıştığını göz ucuyla görmüştüm. Kollarımı fıskiyeden çıkarıp öne doğru eğildiğim için ıslanan saç uçlarıma aldırış etmeden çıktığım kapıdan geri girdim.

Birileriyle konuşmam ve olanları mantığıma oturtmam gerekiyordu. Konuşmak istediğim kişinin kim olduğunu biliyormuş gibi vücudum beni odanın önüne kadar getirdi. Burası bıraktığım gibiydi. Yatağın dağınıklığına ve neredeyse yere düşmüş olan battaniyeye bakarken olanların gerçekliği bir kez daha kanıma işledi.

Yüzümün hayalet görmüş gibi çekildiğini hissettim. Duvarların arasından Casper'ın tam tersi kötü hayaletlerin çıkacak olma ihtimali kanımı dondurdu. Bir an önce ona gitme ihtiyacıyla adımlarım hızlandı. Bana ne derse desin ona inanacak gibi hissediyordum. Dahası, sadece onun dedikleri beni yatıştıracakmış gibiydi.

İki kere gördüğüm, sıkça düşlediğim ve anlayamadığım bir şekilde yakınlaştığım bir adama koşuyordum. Kendimi sonra sorgulama kararı alıp sadece onu bulmaya odaklandım.

Koridorun sonundan hızla dönerken birine çarpmamla yeri boyladım. Islak saçlarım boynuma yapışırken onları çektim kime çarptığıma bakmadan ayağa kalktım. Kimseyi umursayacak durumda değildim. İlerlemeye devam edecekken kolumdan tutulup çekildim.

"Hey, nereye gittiğini sanıyorsun?"

Acıyan koluma baksam da kısa süre sonra karşımdaki kadına odaklandım. Yeşil harelerin dans ettiği ela gözleri hiddetle açılsa da çok güzeldi. Burnu kalkık ve dudakları gergindi. Kül sarısı saçları başının üzerinde sıkı bir topuz yapmıştı. Onu hayranlıkla incelerken güzelliğini gölgeleyen çatık kaşlarına bakakaldım. Bana kızgın mıydı?

"Üzgünüm, gitmem gerek." Bana bakışlarında soru işaretleri yer alırken kaşları çatıldı ama kolumu bırakmadı. Hatta canımı daha da acıtırcasına sıkmaya devam etti. Böyle narin gözüken biri nasıl oluyordu da bu kadar güçlü olabiliyordu.

"Yeni gelen hizmetkarlardan biri misin?" Ona anlamsızca bakarken bu durumdan nasıl sıyrılabileceğimi düşünüyordum. "Seni daha önce gördüğümü sanmıyorum."

Vücudum kasılırken yaptığım tek eylem nefes almaktı. Ağırlık yapan bakışlarından gözlerimi güçlükle çektim ve bir kez daha tutuşundan kaçmaya çalıştım.

Birden beni kendine çekti ve kokladı.

Vücudum kasılırken dediği şey az önceki düşüncelerimi destekler nitelikteydi.

"Nesin sen?"

TUTULMAWhere stories live. Discover now