beyaz gülün hikayesi.

472 71 8
                                    

-

sen istanbul'sun, gökhan türkmen.

-

hani hayatımızda bazı anlar olur, böyle her olan biteni kabullenip, karmakarışık bir döngünün ortasındayken yapabildiğimiz sadece devam etmeye çalışmak olduğunda, gözlerimiz sadece o simsiyah tavanı izler. yalnız ol veya olma, kocaman bir karadeliğe düşmüş gibi hissedersin. söylenecek çok şey vardır ama konuşamazsın. işte şuan tam olarak benim yatağımda, hyunjin'in göğsüne yaslanmış bir şekilde onun anlattıklarını dinlerken bunu hissediyordum.

" çocukken hep o bakarmış bana. anne şefkatini kendi annemden değil ondan görmüştüm. şirketin başına geçtiğimde haliyle fazla görüşemedik. asla sevmedim ben popülariteyi. ailem de biliyordu bunu ama annem öldüğünde gizlemediler. o zamanlar daha on sekizdim işte, beş yıl önce. çökmüştüm, nefes alamıyor gibi hissediyordum. beni bakıcılara büyüttüren annemi, bir sevgiyi bile bana çok gören kişiyi kaybetmiştim, şirketin tüm yükü omuzlarımdaydı, ne devredeceğim biri vardı ne de devam edebilecek moralim. "

" sonra, bir gün odamda otururken asistanım bana birinin benle görüşmek istediğini söyledi. normalde reddederdim ama gelen kişi ona çok önemli hayati bir mesele olduğunu söyleyince geri çevirmedim. inanır mısın çiçeğim, kapıdan girdiği anı bile sanki dün gibi hatırlıyorum. annemden daha çok anne olarak gördüğüm kadın o gün, uzun zaman sonra bana gelmişti. sarılmıştık hemen. onu görünce ben de dayanamadım, defalarca göz yaşı döktüğüm kollarda tekrar ağladım. biliyordu muhtemelen halimi, daha çok gençtim ben, o ise, - tabi o zamanlar onun o halde olduğunu bilmiyordum ben. - beni yalnız bırakmamak için gelmişti. "

" şey dediğini hatırlıyorum, " hyunjin, biliyorum, acı çekiyorsun. lütfen oğlum, benim yanımda da içine atma bunları. dök içini bana, dinlerim ben seni. "

başımda dolanan elleri burun çekme sesimden sonra ıslak yanağıma ilişmiş, okşamıştı. sesi o kadar fısıltı gibiydi ki, sanki o da konuşacak gücü arıyordu kendinde. onu bu denli yoran her şeye lanet ettim.

" benim diğer yanımı açabildiğim tek insandı o zamanlar. hep gülümserdi bana karşı, oğlum derdi. ben o zamanlar o kadar doluydum ki, bencillik ettim. göremedim onun da acı çektiğini. bildiğim kadarıyla ailesi yoktu, bizim evimizde ben küçükken bana bakarmış. daha sonra işten sebebini bilmediğim bir şekilde çıkmış. sana ilk gelişimden bir ay önce öğrenmiştim akciğer kanseri olduğunu. inanamadım jeongin, inanmak istemedim. ben, beş yıl önce onun yanında ağlarken bile o bu hastalıkla mücadele ediyormuş. ölümle burun buruna olduğu zaman bile benim yanıma gelmişti. çok öfkeliydim, o hissi tarif etmem çok zor. bunu da babamdan öğrendim, işten çıkmasının sebebi de buymuş. bir kere atlatmış kanseri, sonra tekrarlamış yine. babam da bunları bana anlatırken sanki benim için çok kolay şeylermiş gibi " git bi uğra kadının yanına, sende çok hakkı var. "demişti. o gece hiç uyuyamadım jeongin. "

" sonraki gün yanına gittim. eskiden bana hep gülen suratı şimdi çökmüştü. bembeyazdı, zayıflamıştı. ilk gittiğimde koluna sarılıp ağladığımı hatırlıyorum. çok, çok zordu. ben annemde bile bu duyguyu tatmamıştım. "

" beyaz gülleri çok severdi o. ben bilmiyordum anlamını, her yanına giderken onlardan getirirdim çok seviyor diye. senle de o sıralar karşılaştık işte. işe gitmeden hep ona uğrardım. sonradan boşluklarımda gitmem gerekti, asla aksatmadım onu, kızamadım da. diyemedim neden söylemedin, diye. gün geçtikçe ölüyordu jeongin, nasıl ona kızabilirdim? "

foxy's garden, hyunin. ✓Where stories live. Discover now