1

1.5K 71 147
                                    

anlık, karmaşık. 2022 | taslak.

Karanlık bir evim vardı; bedenime tam uyan, böylece kıpırdamam da imkânsızlaşıyordu ama sorun değil, hepimiz bu şekildeyiz. Alıştık sayılır, en azından artık rahatsız değilim. İlk zamanlarda hareket alanım olmadığından parmak uçlarıma kadar titriyordum; ne de olsa yerinde duramayan biriydim.

Tan vaktinden itibaren gözlerimi bir kez bile kırpmamıştım. Tam olarak sekiz yüz kırk dört dakika. Çıkmak için can attığımı itiraf etmeliyim, biraz zıplamak ve koşturmak istiyordum. Alıştım pek de inandırıcı gelmiyor artık, değil mi? Parmak uçlarım hala karıncalanıyor, beş asır geçmesine rağmen üstelik. Beş asır, evet. Yine de yirmi senelik alışkanlıkları aşamıyordu belli ki.

Sırtımdaki tahtalar yer yer çürüklerle kaplı; sertliğine karşın toprağın yumuşaklığını hissedebiliyorum, solucanların ilerlediğini, tohumların çatladığını duyuyorum. Kuşların cıvıltıları uzakta, yine de saati anlamam için yeterliler; birazdan güneşin batacağını ve gök kadar özgür kalacağımı biliyorum.

Heyecanım bana dudaklarımı kemirtiyor; eski alışkanlıklar, söylemiştim. Tavana dokunan elim ittirmek için can atıyor ama yapamam, hala vakit var. Sessizlik dayanılmaz geldiğinde nefes alıyordum. Soluklarımı duymak odaklanmama yardımcı oluyordu.

Sonra birden

tek bir karganın yankılanan sesi

ve sessizlik.

Nefes almayı bıraktım.

Tavan yoktu, toprak yoktu. Gök vardı sadece. Her zaman sadece o ve ben. Toprak ve Bonto. Beş asır önceden beri böyleydi bu.

Çıplak tabanlarım altında karla kaplı toprak, ciğerlerimde soğukluk bırakan hava... Ansızın esen rüzgâr serin bir uğultuyla tabutlarından ayrılmış ve çoktan dağılmaya başlamış gurup sakinlerini selamlıyordu.

"Ben gelene dek uslu dur Bonto, kimsenin dikenlerini toplamasına izin verme."

Bonto benim mezar ağacımdı. Benden birkaç sene sonra ismim bilinmediğinden sadece kırık gül sembolüne sahip mezar taşımın tam arkasına ekildi. Önceden, henüz benden başka kimsenin bulunmadığı bir ormanlık iken, her gurup vaktinde yaprakları altında uzanıp göğü izler, bazen bulutlardan şekiller yaratır, bazen renklerin tonlarını ayırt etmeye çalışır ve her birini Bonto'ya anlatırdım. Beni sessiz bir ilgiyle dinlerdi. Yapraklarını üzerime düşürdüğünde veya rüzgârın yardımı ile beyaz çiçekleriyle kaplı ince dallarını üzerime eğdiğinde bana cevap vermiş olurdu.

Artık orman yoktu. Ağaçlar, çalılar ve çiçeklerle kaplı mesafelerin arasında birilerinin evleri kazılıydı. Birçoğu yerinden asla çıkmıyordu; bunlar sessiz bir uykuda kalmayı tercih edenlerdi ve birçoğunun bedenleri toprakla bütünleşmişti. Bazılarının ise seslerini duyabiliyorduk. Kimisi nasıl çıkacağını bilmediğinden yardım dileniyor, kimisi anneleri için ağlıyordu. Önceden sesler canımı yakardı. Kulaklarımı toprak ile doldururdum, dışarı çıktığım vakitlerde ise tan vaktine son saniyeler kalana dek geri dönmezdim.

Şimdilerde sesleri duymuyorum.

Mezarlığın çevresinde ağaçlar sıklaşıyor, birkaç metre ötede ise toprak yol taştan bir patikaya dönüşüyordu. Parmaklarımla keçeleşen saçlarımı açtırmaya çalışarak ilerliyordum. Silkelediğimde dökülen topraklar harici bugünkü ganimetlerim birkaç yaprak, Bonto'nun evime ulaşan köklerinden parçalar ve kırmızı meyveler oldu ki sonuncusu beni oldukça mutlu etti.

"Ah, meyve zamanı gelmiş! Rüzgarla en uzağa yarışı vakti demek bu! Bir de çiçeklerinin bir kısmını toplayıp kendime taç yapabilirim. Bak şimdi heyecanlandım işte."

Sekerek kendimi yolun iki yanına atıyor, bir o ağaca selam verip, bir ötekine gülümsüyorum. Koşturan sincaba sesleniyor, dallardaki kuşları isimleriyle selamlıyorum– her seferinde başka bir adla fakat fark ettiklerini sanmıyorum; hatta aynı kuşlar bile olmayabilirler.

Yolun sonu; insan sesleri silik bir yoğunlukta, yine de çocuklarınki her zaman en tepede. Fırından gelen ekmek kokusu taze bile değil, benim için ise yeterli. Göğe karanlık çökene dek Alaca'nın arkasında saklanırım. İnsanların beni görmemesinin daha iyi olduğuna geçen asır karar vermiştim. Pek karar sayılmazdı gerçi, mecbur kaldığım düşünülürse.

Alaca benim saklambaç ağacım. Gövdesinin orman tarafına kazınmış bir sıra çiçek figürleri var, böylece onu ayırt edebiliyorum. Onunla bir sonbahar vakti tanıştığımda yaprakları her mevsimden izler taşıyordu, ismi bu yüzden Alaca.

Tezgahlar kaldırılıyor, birkaç elma yerlerde yuvarlanırken çocuklar gülüşerek peşlerinden koşuyordu. Kediler sevimlilik yapmak için dükkan sahiplerinin bacaklarına sürtünürken kızlar son kez süpürgeleriyle geziyordu. Her gün, neredeyse aynı işleyiş. Yine de gülümseyerek izliyorum. Çünkü herkes canlı. Her birinin yüzünden belli belirsiz bir memnuniyet var. Öfkeli oldukları anlarda bile bunu görebiliyorum. Alışkanlıkları onlara bir hayat sağlıyor. Farkında olmasalar da, mutlu olduklarını görebiliyorum.

Benim geldiğim yerde herkes toprakla kaplı. Çürümekten korkuyor ama yaşamdan kaçmaya devam ediyorlar. Korku ve cesaret arasında sıkışıp kalmış cansız varlıklar her biri– hayatlarını da böyle geçirdiklerini düşünmek bana hüzün veriyor fakat elimden gelen hiçbir şey yok.

Denedim. Tekrar etmek gibi bir niyetim yok.

Fakat benim için şimdi yaşama vaktiydi.

Fakat benim için şimdi yaşama vaktiydi

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

merhaba. uzun süre oldu, benim için en azından. bir sürü yazacak kurgum olmasına rağmen içimden gelen bir şekilde buna başladım. tamamen doğaçlama. taslak kısacası. düşünmeksizin sona gitmek istiyorum bu sefer, buna ihtiyacım var gerçekten. o yüzden bölümlerin içeriği kopukmuş gibi gelebilir... sizinle birlikte öğrenerek ilerliyorum bir nevi. düzenlendiği zaman hepsi daha oturaklı olacaktır. yayınlamam normalde ama arkadaşlarım ilk kez benimle birlikte bir yolun sonuna kadar gidecekler ve bunu ancak yayınlayarak yapabilirdim. 🙏🏻

güne batanlar | tamamlandıWhere stories live. Discover now