9

139 23 80
                                    

Mezarlık ölülere aittir derler. Yanılıyorlar. Mezarlık yaşayanlara aittir. Kimse göçüp gittiğinde ardında ismi yazan bir taş olup olmadığını merak etmez; edemez çünkü ölüdür. Artık yeryüzüne ait değildir ve toprakta adımlayamaz.

Bazen hala yaşama ait olduğum yanılgısına kapılıyorum. Bana ayrılan toprağın sahibiyim ve üstünde, silinmiş de olsa ismimin, hayatımın geçtiği o kısa zaman diliminin yazılı olduğu mezar taşıma bağlıyım. Bazı vakitler kasabada dolanmak istemediğimde toprağın üstünde otururdum; Bonto'nun köklerine ayaklarımı uzatıp sırtımı hayatıma yaslardım.

İsmim artık bana ait değil ve hayatımın sonunu hatırlamıyorum. Yine de, acaba diyorum, yaşamın içinde bırakılıp ona sahip olamamak bir ceza mı? Büyük bir kötülükle mi geçirdim kısacık ömrümü de ne ölülere ne de yaşayanlara ait olabiliyorum?

Belki de öyledir. Doğrusu budur. Hiçbirimizin bir koloni gibi mezarlıklarımızda yaşamamız gerekiyordur. Belki de her birimiz ne olduğunu anlamadığımız boşluk anlarında güneşe çıkmalıyızdır. Belki de Porsuk haklıdır. Daha mutlu görünmüyor muydu?

Hayır, görünmüyordu elbet. Yine de... Hayatı tamamlanmış gibiydi.

"Aklından ne geçtiğini okuyamam ama o yüz ifadesini görebiliyorum," dedi karşıma oturan Mezbek. "Son zamanlarda fazlasıyla hem de."

"Sanırım neşemi kaybediyorum," dedim itiraz etmeden.

"Hah! Vakti gelmişti. Artık Bonto'ya el koyabilirim öyleyse, madem neşeni kaybediyorsun, bitkilerinle de ilgilenmezsin."

"Hey, ben öyle bir şey demedim."

"Emin misin? Bitkiler neşesiz yerlerde solup giderler, biliyorsun. Sevgiyi hissetmeleri gerekir."

"Neşesizliğimin sevgimden götürdüğü yok, Bonto ona olan sevgimi hissetmekten mahrum kalmaz. Hem, öyle olsaydı yedi sülalesi de huysuz Huysuz'un ağacı şimdiye dek yok olup gitmiş olurdu."

"Haklısın, belki de öyle olmalıydı..." dedi Bonto'nun rüzgârda kıpırdayan yapraklarını izleyerek. "Bana söylemek istediğin bir şey var mı Kızıl?"

Mezbek bilirdi. Bu yüzden ona kemiklerine-köpekler-işesin diyorlardı ya. Gözünden hiçbir şey kaçmaz, kaçanı yakalar, peşini bırakmazdı. Güvenliğimizi sağlamayı kendisine sessiz bir yeminle iş bellemişti. Kimsenin şikâyetçi olduğunu duyduğumdan değil, insanlar işlerine karışılmasından hiçbir vakit hoşlanmazlar, ölü olsalar bile.

Yine de huysuz memnuniyetsizliklerinin altında Mezbek'in onlarla ilgilenmesine izin veriyorlardı ki Mezbek pekâlâ bunu farkındaydı. Hem, onun mezar taşının arkasında hayat ağacı vardı, öyle değil mi?

Ona söyleyemedim. Porsuk'un ismi zihnimde dile geldiğinde dahi ölü hücrelerimi bir boğukluk kaplıyordu. Bataklığa düşmüşüm de ağzımdan içeriye dolan çamurla kapana kısılmışım gibi; dilim dönmüyor, boğazımda kocaman bir tıkanıklık doğuyordu.

Bedenimde birikmiş topraklar ağırlıklarını hissettiriyor gibi, vücudumda yuvalamış canlıların adımları bedenimi sarsıyormuş gibi. Acıyla titriyordum. Eğer bu mümkünse.

"Hayır," dedim ama sesim itiraz etti. Çatallaştı, kırıldı; havaya karıştığında taşınmayı reddetti. Bu yüzden başımı sallayarak duyulmayan kelimelerimi desteklemek zorunda kaldım ki bedenimi kontrol etmek kelimelerimden daha zordu.

"Öyle olsun." Bana inanmadığının ikimiz de farkındaydık. Yine de ayağa kalktı, eli omzumda bir süre durdu. "Gülünü birleştirmiş," dedi arkamdaki mezar taşımın önüne bırakılan gülü işaret ederek.

"Evet," dedim bakışlarını izleyip. "Gülümü birleştirdi." Her zamanki gibi.

Omzumu sıktığını hissetmedim, hareket eden parmaklarından tahmin ediyordum yalnızca; gülümsediğini duydum ama. Anlatacağın zaman burada olacağım gülümsemesiydi bu. Nerede görsem tanırdım.

Uzaklaşırken "Dünkü hikâye güzeldi," diyen sesini de ardında bıraktı. Cevap verme gereği duymadım, beğendiğimi biliyordu.

Oysa sonuna gelememiştik bile.

Bir zamanlar mezarının önünde oturan bir beden varmış diye başlıyordu hikâye. Karanlık, kapkaranlık bir mezarlıkta sadece o ve sessizlik varmış. Ölüler uzun zaman önce ama mezar taşları yakın zamanda tamamen unutulmuş ve artık sadece o ve yaşamını temsil eden taşı kalmış. Bir de her sene ziyaretine gelerek yanında oturan, konuşmadan geçirdikleri bir gün sonunda kalkıp giden kişi. O kadar.

Mezarlığımızı ziyaret eden yabancı kelimeleri tane tane okurdu, bu yüzden genelde diğer sayfaya geçmesi dakikalar alırdı. Benim için sorun yok tabii, zamandan bol neyim var ki? Diğerlerinin sıkıldığını söylediklerini işitmiştim; sanki hayatlarında daha heyecanlı anları varmış gibi.

Neyse ki, yabancı benim mezarımın üstüne oturuyordu, böylece sadece bana geldiğini hayal ediyordum. Bana kitap okuyordu. Benimle konuşuyordu. Beni ziyaret ediyordu.

Beş asırlık ölü hayatımda bir kez bile ziyaretime gelen olmamıştı. Ardımdan gömülen herkesin belli dönem sevenleri gelmişti, her birini hatırlıyorlardı. Belki isimleri yoktu, belki geçmişlerine artık sahip değillerdi ama o tek kişiyi, hikâyede her sene adamın yanına gelen o sessiz kişi gibi, mezarlarının başına gelip usulca gitseler bile, o birkaç saniyeyi her biri hatırlıyordu.

Ben de yalnızlığımı hatırlıyordum.

Bu yüzden yabancının mezarım başında oturarak kitap okumasını sahiplendiysem, kusuruma bakmayın. Birisinin benim için bir şey yaptığına dair anılarım bile pusluydu. Uyduruyor dahi olsam ait hissetmek güzeldi.

Tıpkı sadece bir kez bulunduğum bahçedeki çiçeklere ait hissetmem gibi.

Ormanda yaşanan andan beri içimde tarif etmekte zorlandığım bir hissiyat beni mezarlığı terk etmekten alıkoyuyordu. Ne kadar süre geçtiğini söyleyemem, zamanla aramdaki bilinçlilik uzun süre önce bozuldu, biliyorsunuz. Yine de tüm gününü toprak altında geçiren biri için ölülerle kaplı bir yerden ayrılamamak oldukça uzundur dersem anlaşılırım herhalde.

Çiçekleri özlemiştim. Koku duyumu ne zaman kaybedeceğimi bilmiyorum, bu yüzden olabildiğince o bahçeye sık gitmek istiyorum. Fakat korkuyorum.

Gerçekten, korkuyorum.

Bir ordu olmalarından korkuyorum. Ne zamandan beri bu halde olduklarını bilmiyor oluşumdan, planladıkları şeyden korkuyorum. Ne istiyorlar? Bizden biri olmakla ne kastediyorlar?

Yanındakileri incelemek için kalmadım bile ama mezarlığımdaki kişilerin her biri, Porsuk hariç yerinde. O halde arkasındakiler de kimdi öyle?

Bilmiyor oluşum korkumu körüklüyor.

Evimi terk etmemi, bahçeye gitmek için yalvaran ölü hücrelerimi dinlememi zorlaştıran da bu hissiyat. Ya ben gittiğimde bir şey olursa? Ne beklediğimden emin değilim, yine de korku orada. Midemde kıvrılan yılanlar gibi, ağırlıklarının yarattığı basınç midemi bulandırıyor.

Bu mümkün değil tabii, sadece bir hissin hayaletleri.

Ölü olan bendim yine de hislerin hayaletleri tarafından dadanmış halde, korku içinde, mezarımda beklemekteydim.

Keşke hikâyenin sonunu öğrenebilseydim.

Keşke hikâyenin sonunu öğrenebilseydim

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
güne batanlar | tamamlandıWhere stories live. Discover now