4

161 30 42
                                    

tekrar bakmadım, hataları olabilir; cümlelerin üstünden bitirdiğimde yeniden geçeceğim. ♡.

Ender pek uyumazdı. Tandan birkaç saat önce gözlerini dinlendirirdi o kadar. Çiçekleri ile ilgilenerek geçirdiği vakitlerinden sonra, mumunun ışığıyla pencere kenarında kitap okumayı tercih ediyordu.

Okuyor ve sayfalara kaşlarını çatıyor; okuyor ve kelimeleri çiziyor, okuyor ve boş bulduğu yerlerde metinle kavgalar ediyordu. Ender kitapları ile konuşuyordu. İnsanlarla yapmadığı sohbetler ve kavgalar açığını kapatıyordu bir nevi; çocuk kendine nazaran artık susan ve cevap vermeye tenezzül etmeyen birine dönüştüğünden aptal davranışlara karşı düşüncelerini kitaplardaki karakterlere söylüyordu. Daha doğrusu, yazıyordu diyelim. Ender pek de konuşkan bir tip değildi, bunu şimdiye değin anlamışsınızdır zaten.

İhtiyar'ın evi için kimsenin yol tarifine ihtiyacı yoktu. Biraz olsun nasıl kişiliğe sahip olduğunu bilen herkes onun dairesini kolayca bulabiliyordu. Ruma Kasabası'ndaki, çiçeklerin binasına sarılarak yukarılara tırmandığı coşkulu ev başka kime ait olabilirdi ki? İhtiyar ve karısı birlikte yalnız bir çiftken, çocuk olan Ender tek başına kalabalıktı. Bir çocuk istediler ve Ender'i evlerine aldılar.

Ender'in bir aile istediğinden ise emin değiliz. Fakat onları sevdiğini biliyoruz.

Çiçekçinin üst katındaki dairenin arka bahçeye bakan odasını Ender'e vermişlerdi. Genç adam anında penceresini kendi için düzenlemiş ve orada vakit geçirmeyi alışkanlık haline getirmişti. Kitaplarını okurken düşüncelere dalmak için çiçeklerine bakmayı severdi.

Hayali dünyalar ve çiçekleri arasındaki yaşamı gerçekten de bir Hayalçıvan'a aitti; belediye başkanının oğlu geldiği isimde yanılmamış demek. Yine de bu denk geliş ile hakkında yanılgıya düşmemek gerek, neticede oğlan gerçekten de başarısızlık abidesi. Gerçi, bizi ilgilendiren bir karakter değil.

Biz, birkaç sokak ötede dinlediği hikayelerden sıkılarak dalgınca yürümeye başlayan gece yolcumuza dönelim. Kollarını kendisine sarmış, dışarıdan biri görse kolayca üşüdüğü izlenimine kapılabilir, salınarak sokağın sahibiymişçesine tanımadığı dönemeçlerden geçiyordu. Bir bakıma öyleydi de: Geceleri insanlar evlerine çekilir, sokak ıssızlaşır ve hava soğur, ısı yok olur, rüzgâr ardında buzlar bırakırdı; güne batanlar evlerinden çıkar ve sessizlikte adımlardı. Sokağın ölü kral ve kraliçeleri.

Bedeni, tana az bir vakit kaldığına dair uyarılar verirken yürüme hızını arttırmadı; adımlarını evinin yolunda tuttu o kadar. Önünden geçtiği evlerin bahçelerinde birkaç ağaç ve birkaç taneden fazlası olmayan farklı türlerde çiçekler, gecenin bu vakti sokakta yürüyen bu yabancıyı merakla izliyorlardı; tabii bizimkinin bundan haberi yok. Eğer dillerinden anlayabiliyor olsaydı, bu zifirde yüzünü görememelerine rağmen ne kadar da üzgün bir çocuk diye aralarında fısıldaştıklarını duyabilirdi.

Fakat o, çiçekleri görmedi bile. Buradan hepimiz mezarlık sakinimizin gerçekten de üzgün olduğu kanısına varabiliriz. Birkaç saat önce Hüzün ile sohbetinden memnun olan ve neşeli insan topluluğunun hikayelerini dinleyen kızıl saçları kirden keçeleşmiş kızımız şimdi melankolik bir hayaletten ibaretti.

Şapkasını çıkarmış, ellerinde tutarak adımlarını hızlandırdı, başını çıplak ayaklarından bir an bile kaldırmadı; Bonto'ya dönmek istiyor, evine girmek, küçük ve sadece ona ait yatağında uzanarak hayal kırıklıklarından uzak bir uyku istiyordu. "Ben ölüyüm," dedi içinden. Yoldaki minik taş parçalarına tekme attı; büyükleri de vardı fakat ne kadar hissedemeyecek dahi olsa insani alışkanlıklar işte, kendini bunu yapmaya ikna edememişti. "Buraya ait değilim, hiç olmadım, asla olmayacağım. Benim vadem kısa süreliydi ve çoktan doldu."

Kimi ikna etmeye çalışıyordu, müphem. Fakat sorun yok, ayda bir kez böyle anlar yaşar, üzüntüsüne kapılmak için kendine izin verirdi. Ardından bir kelebek görerek peşine takılır ve tüm neşesi geri gelirdi.

Ölü olduğunun beş asırdır farkındaydı neticede.

Ormana yaklaştığında genelde her an uzun tırnaklarıyla karanlık kubbeye tırmanabilecek ve ardından hızla gökteki yerine yerleşebilecek olan güneşe karşılık kasabanın içinden değil de ara yollardan saptığı ağaç dalları ile kapalı patikayı tercih ederdi. Bu sefer dümdüz devam etmeyi seçti ve seçimi onu muazzam kokularla kaplı bir serüvene çıkardı.

Ender kitabının son sayfalarındaydı. Güneşin birazdan doğacak oluşunu zihnen fark etmediyse bile bedeni pekâlâ farkındaydı. Gözlerinin altındaki karartılar öncekilere nazaran daha da koyulaşmışlardı sanki. Yakında vücudunun geri kalanından ayrı bir bölgeye dönüşürlerse, başta İhtiyar olmak üzere kimse şaşırmazdı doğrusu.

Gök mavileşmeye henüz yeni başlamış olmasına rağmen Ender'in ışığı bir süre önce sönmüştü. Genç adamın son zamanlarda belli uzaklıktakileri bulanık görmesinin sebebi böylece belli oluyordu ama kendisinin bunun pek farkında olduğundan emin değiliz.

Tam son sayfasındaydı, bir hayatı bitirmek ve tanıdığı insanlara veda etmek üzereydi ki bir ses duydu. Çok da uzak olmayan bir mesafeden gelen ses, fısıldamaya çalışıyor ama heyecanından sebep tizleşen sesinin bu izbe kasabada yankılanmasını engelleyemiyordu.

"Ah, ne kadar da güzel kokuyordunuz öyle! Neden saklıyorsunuz kokunuzu benden?"

Kaşlarını çatarak başını pencereden uzatan Ender, elinde şapka tutan bir kızın dizleri üstünde çökmüş çiçeklerine ellediğini gördü. Tam ona seslenmeye, çiçeklerine izinsiz nasıl dokunabildiğinin hesabını sormaya hazırlanıyordu ki kızın uzakta olduğundan hafif bulanık görebildiği gülümsemesi ve ardından çiçeklerine doğru konuşan ses tonu onu duraklattı.

"Ama gitmem gerek, sizi daha önce görmediğime inanamıyorum. Burası mükemmel! Kokunuzu lütfen benden bir daha saklamayın, yarın sizi ziyarete geleceğim."

Penceredeki genç adam, işgalcinin eğilerek çiçeklerinin yaprağına öpücük bırakmasını, kalkarak son kez tüm bahçeye veda edişini ve gülerek oradan hızla ayrılışını izledi.

Sebebini henüz anlayabilmiş değildi lakin pencerede donakalmış halde, tek bir kelime edemeden oturmasının asıl sebebi kızın ses tonundaki yabancı tınıydı. İsmini koyması biraz vaktini alacaktı ama biz şimdiden sizin çoktan bildiğiniz gerçeği söyleyelim: Evi bir mezar olan kızımızın sesinde beş asır geçmesine rağmen hala sevgiyle baktığı dünyaya karşılık mutluluk vardı.

Kelimelere dökememiş dahi olsa Ender'in ruhundan geçen cümle aşağı yukarı şöyleydi: Sesi, benim bedenimde bile olmayan mutluluğa sahip.

Kelimelere dökememiş dahi olsa Ender'in ruhundan geçen cümle aşağı yukarı şöyleydi: Sesi, benim bedenimde bile olmayan mutluluğa sahip

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
güne batanlar | tamamlandıWhere stories live. Discover now