Bölüm 32: Çöp Kutusundaki Hayaller

800 34 13
                                    


SEZON FİNALİ


Bölüm 32:
Çöp Kutusundaki Hayaller

🌺

🎵 Sezen Aksu - Tükeneceğiz

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

🎵 Sezen Aksu - Tükeneceğiz

*

Erman sinirle ayrıldığında ‘acaba ne yapacak?’ düşüncesi çoktan beni ele almıştı.
 
Parmaklarımla alnını ovaladım. Annem telaşla kapıdan çıktı.
 
“O gürültü neydi?” Bahçe kapısının sesinden bahsediyordu.
 
“Bir şey olmadı anne.”
 
“Buranın hali ne böyle?”
 
Sıkıntıyla nefesimi dışarı bıraktım. “Sinirlendim biraz. Bende sinirimi çiçekten çıkarttım.”
 
“Ne oldu? Bu çiçek nereden geldi?”
 
“Anne lütfen. Gidip bir ağrı kesici daha alacağım.”
 
“Hayır Meyra. Daha bir saat olmadı içeli başka içemezsin henüz.”
 
Annemi arkamda bırakıp odama çıktım. Ciddi anlamda Deniz Can sinirlerimle oynamaya devam ediyordu. Onu arayıp deli gibi bağırmak istiyordum. Ama Erman’a söz vermiştim. Onunla muhatap olmayacaktım. Deniz Can bir türlü her şeyi başka şekilde aktarmayı başarıyordu. Bu yüzden ondan uzak durarak doğru yapıyordum. Yoksa her şeyi daha kötü olabilir.
 
Erman’ı aradım. Defalarca. Ama açmadı. Zehre’yi aradım. Birkaç çalıştan sonra açtı.
 
“Zehre, Erman eve geldi mi?”
 
“Hayır. Neden ne oldu?”
 
Ofladım. “Çok sinirliydi. Çıkıp gitti.”
 
“Aradın mı?”
 
“Aradım açmıyor.”
 
“Kavga mı ettiniz yine?” Evet yine! Bu sıralar neden böyleydi bilmiyorum.
 
“Deniz Can çiçek göndermiş. Erman da yanımdaydı. Bir şekilde bana kızdı.”
 
“Sonra ne oldu?”
 
“Korktum Zehre. Bende başını belaya sokmaması için eğer Deniz Can’a bir şey yaparsa ilişkimizi bitirebileceğini söyledim.”
 
Zehre garip sesler çıkardı. “Bu kötü olmuş Meyra. Abim daha çok sinirlenmiştir. Keşke başka türlü ikna edebilseydin.”
 
“Yapabileceğim başka bir şey yoktu. En son Deniz Can’ın burnunu kırmıştı. Daha kötüsünü yapacaktı belki bilmiyorum. Korktum işte.”
 
“Tamam sakin ol. Ben haber alırsam seni ararım.”
 
Telefonu kapatıp yatağıma uzandım. Keşke peşine takılsaydım diye düşünmeden edemiyorum.
 
Gece, Zehre Erman’ın eve geldiğini haber vermişti. Nasıl olduğunu sorduğumda ‘sakin ama dalgın’ demişti. Aramalarıma cevap vermediğinde, kafasını dinlemesi için daha fazla rahatsız etmedim.
 
Ertesi sabah uyandığımda, hala gözlerim uykuluydu. Geçe pek uyuyamamıştım. Kalktığım gibi ilk işim telefonuma bakmak oldu. Ne mesaj ne de arama vardı. Neredeyse öğlen olmuştu.
 
Duşa girip kasılan kaslarımı biraz olsun yerine getirmeyi umdum.
 
Gri şortumu, beyaz atletimi giyip aşağı indim. Annem mutfakta hamur yoğuruyordu.
 
“Günaydın anne. Yine ne yapıyorsun?”
 
“İkindi çayına poğaça.” Diye güldü. Asla üşenmiyordu. Canı istediği zaman, isterse gece uykusundan uyanıp hamur yoğurduğunu bile hatırlıyorum. “Sen nasıl oldun?”
 
“İyi iyi.” Diye geçiştirdim. “Birkaç yudum bir şey yiyip Ekin’e gideceğim.”
 
“Heh! Hatice'ye de söylersin gelir. Kadın ne zamandır gelmiyor. Denk de gelmiyor hiç.”
 
“Söylerim. Bari bizde kızlarla parka falan gideriz.”
 
Annemle bir yandan muhabbet ederken ben ağzıma birkaç lokma bir şey atmıştım bile. Pek de canım istemiyordu açıkçası.
 
Ekin'lerde saatlerce oturmuştuk. Hatice abla çıkmıştı. Ekin ile mutfağı toparladıktan sonra telefonuma bilmem kaçıncı baktım. Sürekli kontrol etmem Ekin'in gözünden kaçmamıştı.
 
“Arasana.” Dedi. “Merak ediyorsun işte.”
 
Aradım. Açmadı.
 
Telefonu masaya attığımda oflayarak sandalyeye oturdum.
 
“Neden sürekli aramız bozuluyor anlamış değilim.”
 
“Üzülme ya düzelir.”
 
“Düzeliyor. Yine bozuluyor.” Şortumun ucunu kıvırıp düzelttim. “Bence nazar değdi bize.” Diyerek başımı kaldırdım. “Kesin o Mısra yellozunun nazarı değdi.”
 
“Niye öyle söylüyorsun? Belki düşündüğün gibi bir şey yoktur.” Ah Ekin'im benim saf arkadaşım. İyilik meleğim. “Yani aranız onun yüzünden bozulmasın diye söylüyorum canım benim.”
 
“Sen görmedin onu Ekin. Şeytanın teki. Sinsi.” Daralan içimi rahatlatmak adına derin bir nefes alıp verdim. “Erman da gerçekten gözü var. Gözümün önünde, öptü Erman’ı ya!”
 
Şaşkınlıkla kaşları havalandı. “Ciddî misin sen?”
 
“Evet.” Sinirle gözlerini devirdim. “Kız bayağı nispet yapıyor bana.”
 
“İnanmıyorum.” Ekin'in telefonu çaldı. “Efendim?” Diyerek telefonu açtı. “Oturuyoruz Meyra bizde.. Akşama mı? Olur..” Telefonu kapatıp bana döndü. “Duygu. Akşama birlikte dışarı çıkalım diyor.”
 
“Hiç keyfim yok benim.”
 
“Erman abi de arkadaşlarıyla çıkacaktı ya. Sende gelecektin bu akşam hani?”
 
“Öyle de.. Böyle olunca pek gidesim yok şuan.”
 
Ekin'in ısrarı üzerine kabul etmiştim. Birkaç saate çıkacaktık. Bu yüzden Ekin'den çıktım.
 
Yolda yürürken tekrar Erman’ı arasam mı diye düşünüp duruyordum. Telefonumun kilidini bir açıyor bir kapatıyordum. Sonunda tekrar aramaya karar verdim.
 
Tekrar açmadı. Sinirlenmeye başlamıştım. Ne yapmaya çalıştığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. En sonunda mesaj attım.
 
“Erman daha ne kadar telefonuma cevap vermeyeceksin? Amacın ne anlamıyorum. Kızgın olduğunu biliyorum. Sadece başın belaya girsin istemedim.”
 
Mesajı gönderip, derdin bir iç çektim. Birkaç adım attım ve Zehre’yi aradım.
 
“Efendim bebeğim?”
 
“Zehre ne yapıyorsun?”
 
“İyiyim. Duştan çıktım şimdi sen ne yapıyorsun? Sesin neden kötü geliyor?”
 
“Erman beni delirtmek üzere. Dünden beri telefonlarımı açmıyor. Evdeyse gelip onunla konuşacağım.”
 
“Evde yok. Yani sabah çıktı. Annem hatta ‘sabah sabah nereye gidiyorsun?’ diye sordu. Hava alacağını söyledi. Sonra geldi duş falan aldı, yarım saat önce çıktı.”
 
“Tamam. Neyse. Akşama görüşürüz.”
 
Saatime baktım. Altı buçuğu gösteriyordu. Büyük ihtimal Atilla’lar ile olan buluşmasına gitmişti.
 
Bahçeye girdiğimde Cemile abla, Yasemin abla, Hatice abla, Aynur abla ve annem masanın etrafında gülüşüyorlardı. Hepsi bana döndüğünde gülümsedim.
 
“İyi akşamlar.”
 
“İyi akşamlar kızım. Gel bir şeyler ye.”
 
“Biraz yerim.”
 
Masaya geçip bir poğaça aldım. Annem bana çay dolduracağı sırada elimi kaldırdım.
 
“Doldurma anne. Birazdan içeri geçip hazırlanacağım. Kızlarla dışarı çıkacağız.”
 
Annem çaydanlığı yerine koydu. Aynur abla bana gülümseyerek “Gezin Meyra gezin,” dedi. “Gençlik bir daha gelmez.”
 
Cemile abla Aynur ablaya doğru döndü. “Kız Aynur sanki altmış yaşındasın. Sende daha gençsin. Dışarıdan gören seni yirmi beş yaşında kız sanır.”
 
Aynur abla kahkaha attı. “Yok artık Cemile abla. Otuz iki yaşında kadınım, ne yirmi beşi?”
 
Hatice abla ciddiyetle başını salladı. “Ama göstermiyorsun be komşum.”
 
Aynur abla minyon tipli güzel bir kadındı. Gerçekten asla yaşını göstermiyordu. Bizimle kafası da uyuşuyordu ayrıca. Aynur abla, gerçekten ablamız gibiydi.
 
Elimdeki poğaçayı kemirip dururken onlara gülümsüyordum. Tufan, Uraz ve Miray içeriden sekerek çıktılar. Uraz bu kez bana hiç pas vermedi. Hatta direk Yasemin ablanın yanına geçip, yüzünü eğdi.
 
“Anne, biz bakkala gidip dondurma alacağız.” Tufan annemin yanına geçerken Yasemin abla cüzdanına uzandı.
 
“Gelin bakalım. Ben para vereyim size, gidin alın.”
 
Annem, Yasemin ablanın para vermesine itiraz etse de Yasemin abla yalandan kaşlarını çatıp çıkardığı parayı çocuklara uzattı.
 
Tufan teşekkür edip, “Tuvaletimi yapıp geliyorum Miray, beni bekleyin,” diyerek içeri girdi.
 
Uzanıp Uraz’ın yanağını sıktım. Yine pas vermedi. Yasemin abla şaşkınlıkla Uraz’a baktı.
 
“A! Uraz? Meyra ablana neden pas vermiyorsun sen?” Uraz omuz silkti. “Hani sen Meyra ablanı çok seviyordun? İlla onu göreceğim diye tuttururdun evde.”
 
Uraz küçük suratını çatıp tekrar omuz silkti. “Ben Meyra'ya küsüm.”
 
“Neden?” Diye tatlı tatlı sordum.
 
“Küsüm işte.”
 
Ona doğru eğilip koltuk altını hafifçe gıdıkladım. “Bilmeden bir şey mi yaptım ben acaba? Üzüldüm şimdi.” Kollarını birbirine bağlayıp kendini çekerken bana üzgün üzgün baktı.
 
“Sen benim sevgilim değilsin artık.”
 
Masadakiler gülerken Yasemin abla, Uraz’ın saçını okşadı. “Urazcığım, Meyra’nın senin sevgilin olması için büyük değil mi? Meyra ablan sayılır senin.”
 
Uraz kendini daha da çattı. “Abim de Meyra'dan büyük değil mi? Ama onlar sevgili.”
 
Gözlerim kocaman açılırken Yasemin abla hafifçe güldü.
 
“Nereden çıkardın bunu oğlum?”
 
“Gördüm. Sevgililer gibi dudaktan öpüşüyorlardı.”
 
Genzime kaçan lokmayla öksürmeye başladım. Tüm masada oturan komşuların gözlerini üzerimde hissediyordum.
 
“Urazcığım..” Dedim sesim içime kaçmış gibi. “Sen yanlış gördün bence. Öyle bir şey yok.”
 
Uraz başını sağa sola solladı. “Hayır. Dün gördüm. Abim seni dudağından öptü. Sende ‘yakalanacağız’ dedin. Hani ben büyüdüğümde evlenecektik?”
 
Şuan yer yarılsa da içine girsem diye dua ediyordum. Titreyen dudaklarımı ıslattım. Ne karşımda oturan Yasemin ablanın yüzüne, ne annemin yüzüne bakabiliyordum.
 
Yerimden kalkıp koşarak bahçeden dışarı kaçmak istiyordum. Ama sanki kal gelmiş gibiydim. Ne dizlerim tutuyordu ne kollarım. Gözlerimi bile oynatamıyordum. Nefesim tıkanıyordu sanki göğsümde. Deli gibi korkudan titriyordum.
 
Utanıyordum.
 
“Meyra doğru mu bu?” Diye Yasemin ablanın sesine karşılık gözlerimi yere indirdim. Doğrulup da nasıl yüzüne bakabilirdim ki? Ya da ne diyecektim? Dilim tutulmuştu.
 
“Meyra!” Diyen annemin sesi ise öfkeliydi.
 
Derin bir nefes alarak doğruldum. Ne olacaksa olacaktı artık. Yalan diyemezdim. Belki her şeyi söylemek için doğru bir zamandı. Gözlerim doluyor, boğazım kuruyordu.
 
“Doğru.” Dedim. Ama hala kimsenin yüzüne bakacak gücüm yok gibiydi. “Erman size söylemek istedi. Ama ben engel oldum.”
 
Kısa bir ölüm sessizliği oldu.
 
Şaşkınlardı büyük ihtimal. Ne tepki verdiklerini bile göremiyordum. Tek duyduğum; kalbimin çarpıntısıydı.
 
“Meyra çabuk odana.”
 
Anneme bunu daha önce söylemesi için yalvarabilirdim belki. Sesiyle birlikte dizlerimden güç alıp zorlukla ayağa kalktım. Sanırım onların bakışları altında eziliyordum. Sertçe yutkundum. Ama boğazıma oturan bir yumru vardı.
 
Kaçmak için adımlarımla savaş veriyordum adeta. Ben ne kadar hızlı kaçmak istesem de, ayaklarım bir o kadar yavaştı. Sanki zemine saplanıyordu ayaklarım.
 
İçeri girdim. Doğruca odama çıkıp yatağıma sakince oturdum. Ellerim titriyordu. Sırasını bekleyen kurbanlık koyun gibiydim. Annemin öfkeyle içeri girmesini bekliyordum.
 
Gözlerimi sıkıca yumdum. Dedikoducu Cemile abla, şimdi tüm mahalleye yayacaktı her şeyi. Tek umudum; yanına bir şey katmadan doğruyu söylemesiydi.
 
Aklıma birden Erman geldi. Hemen telefonuma sarıldım. Onu aradım. Bu kez açması için içimden bin bir dua geçiriyordum.
 
Açmadı tekrar aradım. Yine açmadı tekrar aradım. Ve mesaj attım.
 
“Erman sana ihtiyacım var. Lütfen aç şu telefonu. Annem ve Yasemin abla bizi öğrendi.”
 
Telefonu avucumun arasında sıktım. Dudaklarımı ısırmaya başladım. Annem hala gelmemişti. Ben yukarı çıkalı kaç dakika olmuştu?
 
Cevap var mı diye telefonuma baktım. Yoktu.
 
Telefonumu yastığın altına soktum. Annem kesin telefonuma el koyacaktı. Erman ile konuşmadan onu vermeye niyetim yoktu.
 
Penceremden bakmak için ayaklandığım sırada annem bir hışım odama daldı. Yerimde sıçradım. Kalbim yerinden çıkacaktı neredeyse.
 
“Meyra bu ne demek Meyra?!”
 
“Anne..”
 
“Siz ne zamandır berabersiniz?” Kaşlarını öyle çatmıştı ki gözleriyle bir olmuştu.
 
“Dokuz, dokuz aydır.”
 
Çekinerek dile getirdiğim gerçekle annem elinin tersiyle avuç içine yana yıkıla vururken ben ellerimi ovalayıp duruyordum.
 
“Ah Meyra ah! Rezil ettin bizi.. Cemile abla herkese olur olmadık şey söyleyip duracak.” Annem geçip yatağıma oturdu. Elini alnına yaslayıp diğer elini dizine vurmaya başladı.
 
“Anne o kadının ne dediğini umurumda değil. Biz Erman ile birbirimizi seviyoruz..”
 
“Sus!” Diye bağırmasıyla tekrar sıçradım. “Umurunda değilmiş! Sen küçücüksün daha! Erman koca çocuk! Aklınız nerede sizin?” Annemin gittikçe yükselen sesiyle küçük dilimi yuttum. “Terbiyesiz! Ulu orta öpüşüyor muydunuz bir de?!”
 
“Anne hayır..”
 
“Ne demek hayır? Küçücük çocuk görmüş sizi!” Sustum. “Ayakta uyuttunuz bizi, ayakta! Uyanık sanıyordum bende kendimi.. Erman’a da yazıklar olsun. Evimize girip çıkıyordu. Meğer kızımızda gözü varmış! Daha ne kadar saklayacaktın Meyra?!”
 
“Anne gerçekten Erman söylemek istiyordu. Sizinle konuşacaktı ben durdurdum.”
 
Sinirle gülümsedi annem. Ama bu çok kısa bir gülümsemeydi. “Kızım! Sen daha on yedi yaşındasın! Erman yirmi beş! Senin aklınla onun aklı bir mi?! Sen onun yanında çocuk kalıyorsun çocuk!” Ağzımı açacağım sırada, bana doğru işaret parmağını kaldırarak yerinden kalktı. “Bir daha onunla görüştüğünü ne göreceğim, ne de duyacağım Meyra!”
 
“Anne yapma!” Anlamadığım bir an yaş süzüldü sağ gözümden. “Aşığım diyorum.”
 
Annem sertçe kolumu kavradı. “Ne aşkı Meyra? Sen çocuk aklınla aşk sanıyorsun bunu. Erman sana aşık mı sanıyorsun?”
 
Ağlamaya başlamıştım. “Evet.”
 
“Kızım yapma. Olmaz! Olmaz sizden!”
 
“Anne neden öyle söylüyorsun?” Burnumu çektim aceleyle. “Ben onsuz yapamam anne..”
 
Annem dişlerini sıkarken, bir yandan kolumu sıkıyordu. “Meyra beni zorlama. Siz aynı sokakta büyüyen çocuklarsınız, abi kardeş gördüm ben sizi!” Kolumdaki baskı arttığında dizlerimin üzerine düştüm. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Kolum acımıyordu. Erman'dan ayrılma düşüncesi benim canımı yakıyordu.
 
“Anne lütfen dinle. Erman gelsin konuşsun. Biz seviyoruz birbirimizi neden inanmıyorsun?” Annem kolumu bıraktı. “Hani sen çok seviyordun onu?”
 
“Erman’a da soracağım ben!”
 
Annem odamın kapısından çıkarken arkasından ayağa dikildim.
 
“Anne..”
 
“Odandan sakın çıkma Meyra.” Odamın kapısının kulpunu tutarken bir kez daha baktı bana. “Seni iyi yetiştirdim sanıyordum. Ama bütün emeklerimi çöpe attın sen. Seni terbiye edememişim ben.”
 
Annem kapıyı örterken, hıçkırarak kendimi yere bıraktım. Hem annemin gözünden düşmüştüm hem Yasemin ablanın. Kendi annem bana bunları düşünüp söylüyorsa, kim bilir Yasemin abla ne düşünüyordu.
 
Dakikalarca ağladım.
 
Annem odamdan çıkalı bir saat olmuştu. Erman hala geri dönmemişti. Görmediğini umuyorum. Yoksa mesajımdan sonra mutlaka dönerdi. Hatta beni yalnız bırakmaz, nerede olursa olsun gelirdi.
 
Onu bir kez daha aramaya karar verdim.
 
Çaldı çaldı ve çaldı. Sonra beni meşgule attı.
 
Sinirlendim. Öfkeden deliye döndüm. Yatağından kalkıp telefonu tekrar kulağıma yasladım. Sinirle odamın içinde adım atıp duruyordum. Sadece bir kez çalan telefon beni tekrar meşgule düşürdü.
 
Erman gerçekten sabrımı zorluyordu. Meşgule attığına göre kesinlikle masajı okumuştu. Buna rağmen telefonu açmıyordu. Kafayı yiyecektim.
 
Bir kaç saniye bekledim sadece. Tekrar aradım. Bu kez telefonu kapalıydı.
 
Sinirden gülmeye başladım. Aynı zamanda gözlerimden yaş akıyordu. Elimle saçımı sinirle tarayıp, tutup sıktım. Başıma ağrılar girmişti.
 
Çekmiyor falan olmalıydı. Tekrar aradım. Yine kapalıydı. Defalarca aradım. Kapalıydı.
 
Telefonu yatağının üzerine atıp derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeyi denedim. Telefonunu açmaması için bir nedeni olmalıydı.
 
Odamın içinde dönüp dolaşırken telefonuma gelen mesaj sesiyle hışım hızıyla telefonumu kavradım.
 
Tanımadığım bir numara bir fotoğraf göndermişti.
 
Mesaja tıkladım. Fotoğrafı görmemle başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Saç diplerim cayır cayır yanıyordu.
 
Mısra, masada yanında oturan Erman’ın yanağına uzanmış, dudaklarını Erman’ın dudaklarıyla birleştirmişti.
 
Masada duran alkoller ve mezeler vardı. Erman'ın telefonu, masanın üzerindeydi.
 
Gözlerimden yaşlar süzülürken telefonu elimde sıkıp yere fırlattım. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Yatağının kenarına çöküp, bacaklarımı kendime doğru çektim.
 
Canım yanıyordu.
 
Erman'ın bunu bana yapacağına ihtimal dahi vermezdim. Ona karşı asla güvensizlik beslememiştim. Ama bütün güvenimi boşa çıkarmıştı. Arayıp mesaj atmama rağmen benim değil, onun yanındaydı. Onu öpüyordu..
 
Başımı dizlerime yaslayıp ağlamaya devam ettim. Her şey bitmişti. Erman ile hikayemiz bizim buraya kadardı. Ona en ihtiyacım olduğu zamanda, bana bunu yapması.. Onu asla affedemezdim. Bu yaptığının affedilir bir tarafı yoktu.
 
Üzgündüm ama öfkeliydim de..
 
Avuç içlerimi gözlerime bastırarak başımı dizlerimden kaldırdım. İçimdeki acının tarifi yoktu. Telefonum çalıyordu ama nerede olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu. Dolabımın altından sesi geliyordu. Ama her kimse açacak durumda değildim.
 
Sustu ve tekrar çalmaya devam etti. O anda beyaz gardenyalarımı fark ettim. Ağlayarak, öfkeyle yerimden kalktım.
 
Kucağıma alabildiğim kadar gardenya saksılarını aldım. Dört saksıyı kucaklayıp hırsla odamın kapısından çıktım. Aceleyle indiğim merdivenlerle annem kapıdan çıkarken arkamdan baktı.
 
“Meyra nereye? Nereye diyorum?”
 
Anneme cevap vermeden doğruca az ileride bulunan çöp tenekesinin içine saksıları attım. Aynı hırslı adımlarla geriye dönüp odama çıktım. Tekrar kucağıma alabildiğim kadar saksı alıp tekrar aşağı indim. Doğruca çöp tenekesine.
 
Annem odama çıkarken arkamdan geldi bu kez. “Meyra ne oluyor? Neden atıyorsun çiçeklerini?”
 
Sinirle koluma sıkıştırdığım saksıyla bir başkasına uzandım. “Hiç birini görmek istemiyorum.”
 
Kucağımı doldurup odamın kapısından çıktım. Annem şaşkın şaşkın bana bakıyordu. Bir yandan ağlıyor bir yandan odamı temizliyordum.
 
“Erman mı aldı bunları?”
 
Anneme cevap vermeden koşar adımlarla basamaklardan indim. Çöp tenekesine çiçekleri atıp geri döndüğüm sırada Zehre ile karşılaştım.
 
“Meyra! Ne oldu?! Neden bunları atıyorsun?” Onu es geçip doğruca eve yöneldim. Bahçede arkamdan koşarak geldi. “Annem anlattı. Sen iyi misin?” Hızla ona döndüm.
 
“Bok gibiyim!”
 
Sesimin yükselmesine karşı Zehre kısa bir an duraksadı.
 
“Çiçekleri neden atıyorsun? Kaç kere aradım neden açmıyorsun? Gel konuşalım bir..”
 
“Konuşmak istemiyorum.” Burnumu çektim. Ağlamak istemiyordum. Dudaklarımı ıslatıp evin kapısına döndüm. “İşim var şimdi. Odamı temizliyorum.”
 
İçeri girdiğimde koşar adımlarla beni takip etmeye devam etti. “Meyra iyi değilsin sen. Neden beni aramadın? Abime ulaşamıyorum. Sen konuştun mu?”
 
Basamakları çıktığımda Zehre’ye doğru dönerek son basamakta durmasını sağladım. Annem odamın kapısından bizi izliyordu. Parmağımı Zehre’ye doğru kaldırdım.
 
“Bundan sonra asla ve asla onun adını duymak istemiyorum.”
 
Zehre şaşkınlıkla kaşlarını çattı. “Hiç bir şey anlamıyorum.”
 
Tekrar odama girdim. Hâlâ çok fazla çiçek vardı. Tekrar kucaklayıp tekrar dışarı çıktım. Çöp tenekesi. Tekrar odama ve tekrar çöp tenekesi. Zehre artık pes etmişti. Annem bir köşede, Zehre bir köşede bana bekliyordu.
 
Kalan son çiçeğimi çöp tenekesine attım. Çiçeklerle dolu çöp tenekesine bakarak içimi çekerek hıçkırdım. Gözlerimi bir kez daha ellerimle sildim.
 
Gözaltlarım acıyordu. Omuzlarım sarsılarak olduğum yere çömeldim. Kollarımı dizlerime sarıp ağlamaya devam ettim.
 
Göğsümün ortasında kocaman bir yara vardı. İçime içime işliyordu acısı. Mideme kadar vuruyordu. Ensem yanıyor, boğazım sıkılıyordu..
 
Yüzümü kaldırıp çöp tenekesinin ucundan sarkan gardenya çiçeğine baktım. Ardından daha çok ağlamaya başladım. Hıçkıra hıçkıra.
 
Bedenim sarsılmaya daha fazla dayanamadı ve kalçam yere dokundu. Gözlerimi yumdum. Kapalı gözkapaklarımın arasından yaşlar süzülüyordu.
 
Omuzlarımı tuttu biri. Ardından önüme çöktü. Zehre görüş açıma girerken kolumu sıvazladı.
 
“Beni delirtmek istemiyorsan her şeyi anlat.” Ona baktığımda tekrar bir hıçkırık koptu boğazımdan. “Hadi. Gel içeri girelim. Kıçına karıncalar girecek yoksa.”
 
Zehre kolumdan beni destekleyerek ayağa kaldırdığında ayakta duracak gücümün olmadığını fark ettim. Dizlerim tutmuyordu. Başım döndü ve dengemi kaybedip yere yığıldım. Bacaklarımın üzerine. Zehre korkuyla çığlık attı.
 
“Filiz anne! Koş!” Zehre kollarını koltuk altımdan geçirmiş beni destekliyordu. “Meyra iyi misin?”
 
İçimi çekerek başımı Zehre'nin omuzuna yasladım. Konuşamıyordum. Aşkından öldüğüm adam, bizim için burada olmak yerine başka bir kadınla öpüşüyordu.
 
Ben, aldatılmıştım..
 
Annem telaşla bahçeden çıktı. “Meyra. Meyra ne oldu?”
 
Sessizce ağlıyordum sadece. Annemle Zehre beni kaldırıp zorla odama çıkardılar. Başımı yastığa koydum. Başım dönüyordu. Gözlerimin şiştiğini hissedebiliyordum.
 
Zehre saçlarımı okşadı yavaşça, “Ben bu akşam burada kalacağım.” Bunu anneme mi yoksa bana mı söylüyordu emin olamadım.
 
Annem burnunu çekti. “Meyra beni korkutuyorsun. Tamam.. Erman ile konuşacağım. Arayalım gelsin.”
 
“İstemiyorum.” Diye mırıldandım varla yok arası bir sesle.
 
Zehre “Belki telefonunu açmıştır,” dedi. “Filiz anne aradığında gelir.”
 
“İstemiyorum.” Dedim bu kez net bir sesle.
 
Annem hafifçe boğazını temizledi. “Meyra istediğin bu değil miydi? Neden böyle kendini yıpratıyorsun o zaman?”
 
“Şimdi, istemiyorum.” Tane tane döktüğüm cümleyle, gözlerimi bir an olsun odakladığım yerden çekmiyordum.
 
Zehre’nin eli bir saçımı bir omuzumu okşayarak bedenimde geziyordu sürekli. Annem bir kez daha iç çekti.
 
“Yalnız kalmak istiyorum.” Dedim.
 
Zehre “Seni böyle bırakamam,” dedi.
 
“Uyuyacağım. Yalnız kalmak bana iyi geliyor.”
 
Zehre kararsız bir tonda ofladı. “Hayır asla içim rahat etmez biliyorsun.”
 
“Lütfen Zehre. Beni zorlama.”
 
Gerçekten yalnız kalmak istiyordum. Zehre sessizce yüzüme bakıyordu bunu hissediyordum. Bir dakika kadar sustu ara sıra iç çekip ofladı.
 
“Yarın sabah geleceğim. Kovsan da gitmem sonra.”
 
Yavaşça kalktı ama gidip gitmemek arasında kararsızdı. İstemeyerek adımları uzaklaşırken yatakta döndüm ve sırtımı kapıya doğru verdim.
 
Saatler geçti ama ben hala uyuyamamıştım. Annem beni birkaç kez kontrol etmişti. O geldiğinde uyuyor numarası yapıp gözlerimi kapatıyordum. Gittiğinde gözlerim açılıyordu.
 
Tuvaletimin gelmesiyle yataktan kalktım. Görüşümü zorlaştıracak kadar gözlerim şişik bir hal almıştı.
 
Banyoya girdim. İşimi hallettikten sonra ellerimi yıkamak için çeşmeyi açtığımda aynadaki halimi gördüm.
 
İçler acısıydı.
 
Kan çanağına dinen gözlerim, kızarıp şişen gözkapaklarım, kısaca yüzüm berbat haldeydi.
 
Elimi yüzümü yıkadım. Yetersiz geldi. Kendimi hemen duşa attım. Soğuk suyun altına girdiğimde soluğum kesilecek gibi hissettim. Ama buna ihtiyacım olduğunu biliyordum. Kısa bir an titresem de alışmıştım.
 
Şortumu ve askılı badimi giyip yatağıma uzandım. Gözüm dolabın altında ışığı yanan telefonuma takıldı. Kalkıp telefonumu aldım.
 
Saat sabahın beşiydi.
 
En son Zehre mesaj atmıştı.
 
“Eve geldiğimde abim nasıl geldiyse öyle uyuyakalmış. Annem sarhoş olduğunu söyledi. Aranızda ne geçti bilmiyorum ama birbirinize neden bunu yapıyorsunuz anlamıyorum. Meyra, abim ilk kez eve sarhoş geliyor. Yarın geldiğimde hepsini anlatacaksın bana.”
 
Derin bir iç çekerek telefonumu komodin üzerine bıraktım. Ardından gözlerimi kapatıp uyumayı denedim.
 
Gözlerimi telefonumun sesine karşı zorlukla araladım. Odama güneş vuruyordu. Sabah olmuştu. Biri beni arıyordu. Beynim hala açılamamıştı.
 
Yavaşça kalkıp telefonuma uzandım. Erman arıyordu. Dudaklarımın iç kısmını ısırırken, dolan gözlerimi kırpıştırıp ağlama istediğimi geri çevirdim. Meşgule attım.
 
Gözüme bilgisayar masamın üzerindeki tepsi çarptı. Annem gelip seslenmiş olmalıydı. Poğaça, meyve suyu ve birkaç kahvaltılık malzemesi vardı.
 
Uzanıp hırsla poğaçadan bir ısırık aldım. Telefonum tekrar çalmaya başladığında, poğaçadan bir ısırık daha aldım.
 
Başka bir şey ile ilgilenirken düşünmemeyi tercih ediyordum. Telefonum sustuğunda saat sabah on biri beş geçtiğini gördüm.
 
Ardından zile arka arkaya alacaklı gibi birinin basmasıyla oturduğum yerden kalktım. Bu Zehre olmalıydı. Beni sorguya çekecekti.
 
Poğaçayı tabağa geri bırakırken bıkkın bir şekilde iç çektim. Uyuyor numarası yapacaktım. Yatağıma oturduğum sırada Erman’ın sesini duymamla gözlerim şaşkınlıkla açıldı.
 
Burada ne işi vardı şimdi?
 
Cama doğru uzandım.
 
“Filiz abla lütfen dinle..”
 
Annem kolundan tutup aceleyle bahçenin bir kenarına çekti onu. Anlaşılan benim duymamı istemiyordu.
 
“Asıl sen beni dinle!” Kızgın ses tonunu alçak tutmak için uğraşıyordu. “Sen benim kızımdan uzak duracaksın! Sen benim kızımı ulu orta öpemezsin. Sen..” diyerek parmağını kaldırarak derin bir nefes alıp verdi annem. “Sen benim evime girip çıktın..”
 
“Filiz abla..”
 
“Sus..” Annem sinirle kaldırdığı parmağını indirdi. “Ben seni oğlum yerine koydum. Yeri geldi kızımı ben sana emanet ettim. Neden? Çünkü siz abi kardeş gibi büyüdünüz. Sen kendine nasıl yakıştırdın Erman benim kızımı?!”
 
Erman ağırca ıslattığı dudaklarıyla ne yapacağını bilemedi. “Ben Meyra’yı çok seviyorum Filiz abla.” Bunu söylerken doğruca annemin yüzüne bakıyordu. Sanki bunu söylediğinde üzerinden bir yük kalmış gibi omuzlarını kaldırdı. “Yemin ederim kendime yakıştıramadım. Ona baktığımda, hızlanan kalbimi inkar ederek yüzümü başka yöne çevirdim ben. Ama onu deli gibi sevdiğimi, yüreğim sızlayarak hatırlattı bana.. Anla Filiz abla; ben kızını çok sevdim.”
 
Pencerenin önünde yaşaran gözlerimi ondan kaçırıp, hıçkırmamak için elimi dudaklarıma bastırdım. Ona o kadar öfkeliydim ki pencereden çıkıp ‘yalancı’ diye bağırmak istiyordum.
 
Annem sinirden kıpkırmızı oldu. “Meyra sana göre değil Erman. Bir daha onu görmeyeceksin. Sen yaşına uygun birini bul. Benim kızım daha küçük.”
 
Annem döneceği sırada Erman iki eliyle annemin koluna yapıştı. “Yapma Filiz abla. Ben Meyra'sız nefes alamam. Uzaklaştırma onu benden.” Annem başını sağa sola sallayıp inkar edecekken Erman sözlerini kesti. “Beklerim Filiz abla! Sen uygun görene kadar beklerim. Ne zaman dersen, o zaman gelir isterim kızını.”
 
“Hiç bir zaman demeyeceğim!” Diye bağırdı annem.
 
O sırada babam arkadan gelip annemin omuzlarına dokundu. “Sen içeri geç Filiz.”
 
Annem öfke saçan gözlerini Erman’ın üzerinden alamıyordu. Kızgındı. Hem de çok.
 
Belki her şeyi anlatsaydım, bu kadar öfkeli olmazdı. Yine kızar bağırırdı. Ama böylesine öfkeyle dolup taşmazdı.
 
Annem aynı öfkesini koruyarak içeri dönerken babam derin bir nefes alarak Erman’ı oturmasını için kamelyayı işaret etti.
 
Erman yüzünü eğdi. Babamın gösterdiği yere oturdu. Babam çenesini sıvazlayarak Erman’ın karşısına oturdu. Anlamıştım. Annem her şeyi anlatmıştı babama. Bense çaresizce ağlayıp, olanları tülün arkasından izliyordum.
 
“Bak Erman..” Diyerek babam dirseğini masaya yasladı. “Seni severim. Çocukluğunu bilirim. Aileni bilirim. İşinde gücünde, kötü alışkanlığı olmayan güzel bir çocuksun.”
 
“Sağ ol Hüseyin abi.” Dedi Erman sıkılan, varla yok arası bir sesle. Ara ara babamın yüzüne bakıyor daha sonra yüzünü eğiyordu.
 
“Kızımı senin gibi birine tabii vermek isterim. Ama sana değil.” Erman kızaran gözlerini şaşkınlıkla babamın yüzüne kaldırdı. “Sen olgun bir delikanlısın, benim Meyra'm daha küçük. Hele ona olan yaklaşımından bahsetmek dahi istemiyorum.” Erman ile öpüşmemizden bahsettiğini Erman da anlamış olmalı ki hemen başka yöne baktı. Babam kaşlarını çatmış derin bir nefes aldı. “Bakma böyle sakin olduğuma. Çok kızgınım.”
 
“Ne deseniz haklısınız.” Erman dudaklarını ıslattı ağırca. “Ama sevmenin yaşı yok Hüseyin abi. Aramızdaki yaş farkı küçük bir detay sadece.” Kızaran gözlerini kapadı ve açtı. “Meyra’ya yaklaşımım sadece sevgimden. Niyetim onu kullanmak falan değil. Endişenizi ve kızgınlığınızı anlıyorum. Ama benim niyetim ciddi. Filiz ablaya da söyledim. Ben Meyra’yı ölene kadar beklerim..” Ağırca yutkundu. “Yeter ki onu benden ayırmayın.”
 
Babam çenesini sıktı. Eğrildi ve doğruldu. Sessizleşti. Babam Erman’ı da çok severdi. Onun hep ne kadar terbiyeli olduğunu gördükçe dile getirirdi. Hem onun hem de benim kalbimi kırmamak için orta yolu bulmaya çalıştığını biliyordum. Çünkü babamı tanıyordum.
 
“Meyra büyüdüğünde ve senin yaşına geldiğinde daha farklı hissedecek. Ya senin, ya da onun kalbi kırılacak Erman.” Nefesini toparladı. “Sen en iyisi benim kızımın peşini bırak.”
 
“Yapamam Hüseyin abi.” Erman başını sağa sola salladı. “Siz bana, nefes alma diyorsunuz.” Erman'ın gittikçe boğuk bir hal alan sesi, içimde tuhaf bir acıya sebebiyet veriyordu. Kızgınlıkla birlikte yakıcı bir acı.
 
“Bak oğlum; bizde genç olduk. Ben, Meyra’nın yaşında farklı biriydim, senin yaşında farklı biriydim.”
 
“Hüseyin abi, yanlış anlamayın. Size saygım sonsuz. Ama aramızdaki yaş farkı sizi neden bu kadar rahatsız ediyor?” Babam sıkıntıyla içini çekti. “Haddimi aşmak istemiyorum, ama ben onu seviyorum.” Erman kendini kanıtlamak istercesine babama bakıyordu. “Ve bunun değişeceğini sanmıyorum.”
 
Babam kısaca nefes alıp verdi. “Filiz bana dün akşam olanları anlattığında, bu yaşıma kadar hiç bu kadar sinirlendiğimi hatırlamıyorum Erman.” Babam iyiden iyiye kaşlarını çatmış bedenini germişti. “Şuan sakin görünüyor olabilirim, ama biraz daha karşımda oturursan bir babanın tokadını yiyeceksin.” Erman konuşarak babamı sinirlendiriyordu. “Meyra bir yana, dünya bir yana benim için. Kızımdan uzak dur.”
 
Erman yüzünü sıvazlayıp, çenesini sıktı parmakları. Kızarmış gözlerini bu kadar net görmek canımı sıkıyordu.
 
“Ne fark eder Hüseyin abi? Kalbimi söküyorsunuz, bir tokadın lafı mı olur?” Hırsla ısırdığı dudaklarını araladı. “Kusura bakmayın. Benim Meyra’yı bırakmak gibi bir niyetim yok!”
 
İkisi de öfkeyle birbirine bakıyordu. Gözaltlarımı parmaklarımla silerken, ıslanan dudaklarımı ısırdım. Daha fazla dayanamayacaktım.
 
Kapımı açıp hırsla merdivenleri inmeye başladım. Annem portmantonun önünde durmuş başını ovalayıp duruyordu. Gürültümü duyunca başını kaldırdı.
 
“Meyra odana!” Terliklerimi giyerken annem kolumu tuttu. “Meyra odana dedim!” Annemi dinlemeyerek kolumu kurtardım. “Meyra!”
 
Kapıdan çıktığım an Erman’ın kızarık gözleriyle karşılaştım. İhanetine rağmen yüreğime dokunan o güzel gözleri, kaburgalarımı bıçak gibi kesiyordu. Kalbim sıkılıyor, sancı çekiyordu.
 
Perişan halimi görmesi onu duvara toslamış gibi şaşkına çevirmişti. Yavaşça oturduğu yerde sırtını dikleştirdi.
 
Genizlerim yanıyordu. Asla karşısında ağlamayacaktım. Öfkem, tüm duygularımı öldürmüştü adeta.
 
“Daha fazla yalan söylemeden, git buradan.”
 
Babamın bakışlarını üzerinde hissedebiliyordum. Erman ne dediğimi idrak etmeye çalışarak ayağa kalktı.
 
“Ne yalanı Meyra?”
 
“Git, dedim.” Dişlerimi sıkarak kaşlarımı kaldırdım. “Seni bir daha görmek istemiyorum.”
 
Erman kaşlarını çattı. “Meyra ne oluyor?”
 
Dudaklarımı ısırdım. “Baba iki dakika müsaade eder misin?” Babama döndüğümde yüzümdeki o öfkeyi görse gerek bir şey diyecekken duraksadı. Yavaşça başını sallayarak onay verdiğinde bahçe kapısından dışarı çıktım.
 
Adımlarımı yavaşlattığımda Erman aceleci adımlarla yanımdan geçti. Doğruca çöp tenekesine ilerledi.
 
“Meyra bunlar, benim sana aldığım çiçekler?”
 
“Evet. Çünkü seni hatırlatan hiç bir şey istemiyorum hayatımda.”
 
Şaşkınlıkla bana döndü. “Ne diyorsun Meyra sen?”
 
“Bitti.” Titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. “Aramızdaki her şeyi bitirdin sen..” Derin bir iç çektim.
 
“Saçmalama Meyra” Ağırca yutkundu. “Bak dün yanında olamadığım için özür dilerim..”
 
“Çünkü başka bir kadının yanındaydın.” Acıyla kurduğum cümleyle gözlerinin içine baktım. Duraksadı. Kimden bahsettiğimi gayet iyi anlamıştı.
 
“Bildiğin gibi değil.”
 
“Evet, tam da bildiğim gibi!” Sinirle başımı salladım. “Ben burada bizim için, tek başıma çabalarken; sen onunla öpüşüyordun!” Alt dudağımı ısırarak gözlerimi ağlamamak için sıkıca kapadım. Ama bu boşunaydı. Kapalı gözkapaklarımın arasından yaşlar süzülüyordu.
 
“Ne?” Dedi büyük bir şaşkınlıkla.
 
Telefonumu şortumun cebinden çıkarıp açık kalmış fotoğrafı ona çevirdim. “Haberim yok mu sanıyorsun?” Kızarmış dudaklarımı ıslattım. Titreyen nefesimi sakin tutmaya çalışıyordum. Hıçkıra hıçkıra ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. Telefonu cebime sıkıştırdım.
 
“Meyra sana yemin ederim böyle bir şeyi hatırlamıyorum.” Parmak uçlarıyla koluma dokunduğunda bir ateş misali değmiş gibi kendimi geri çektim.
 
“Dokunma.” Bir adım geri gittiğimde kolumu sıkıca yakaladı.
 
“Meyra özür dilerim!” Diye bağırdı. “Yemin ederim hatırlamıyorum!” Kolumu kurtarmak için çabalarken diğer elini yanağıma yasladı. Önce koluna daha sonra omuzuna vurarak geri çekilmesini sağladım.
 
“Defalarca aradım seni.” Yumruklarımı sıkıp göğsüne vurdum. “Ama sen telefonumu açmayacak kadar meşguldün!” Yumruklarını tekrar omuzlarına vurdum. “Nasıl yaparsın?” Bir kez daha vuracakken Erman ellerimi yakaladı. “Senden nefret ediyorum Erman.”
 
Ellerimi kurtarmak için çabalarken bir anda beni kendine çekip sarılmasıyla soluksuz kaldım. Nefesim ciğerlerimde tıkandı. Ardından bir hıçkırıkla serbest kaldı. Başını başıma yasladı. Sıcak nefesi, saçlarımın arasından kulağıma vuruyordu. “Yemin ederim hatırlamıyorum. Bunu düzeltmeme izin ver. Yalvarırım nefret etme benden. Çekip gitme.”
 
Boynuma sıkıca doladığı kolu hareket etmemi engelliyordu. Dermansız kollarım onu itmekten vazgeçmişti. Artık, kollarının arasında hıçkırarak ağlıyordum.
 
“Defalarca aradım..” Diye mırıldandım. “Benim sana ihtiyacım vardı.” Kollarının arasından kurtulmak için debelendim, ama başarısız oldum. Hıçkırıklarımın arasında, Erman saçımı koklayarak iç çekti. “Bana bunu nasıl yaptın sen?”
 
“Aklım başımda değildi. Sende biliyorsun Meyra; gözüm senden başkasını görmüyor. Lütfen yapma böyle.” Dudakları şakaklarıma dokunduğunda debelenip kollarının arasından çıktım.
 
“Başkasını öptükten sonra, gelip bana dokunamaz o dudakların.” Yaş dolu gözleri, çaresizce bana bakıyordu. “Bitti Erman. Sen bizi bitirdin..”
 
“Hayır!” Diye bağırdı ve kolumu sertçe kavradı. “Bitmedi! Ben bunu düzelteceğim Meyra. Benim bir suçum olmadığını göreceksin.” Elini tekrar yanağıma koyacakken, koluna tekrar vurdum.
 
“Bana dokunma!”
 
Yanından ayrıldığımda arkamdaki gürültü kaşlarımı daha fazla çatmama sebep oldu. Çöp tenekesini tekmelediğini tahmin edebiliyordum.
 
Zehre'yi buraya doğru gelirken gördüm. Bahçe kapısından girerken, annemin bakışlarına maruz kaldım. Farklı bakıyordu. Kızgın değildi. Babam oturduğu yerde oturmaya devam ediyordu. Bana baktığında dudaklarımı hafifçe oynatarak ona teşekkür ettim.
 
Odama geçip kapıyı kapatır kapatmaz ellerimi yüzüme bastırdım. Bağırarak ağlamamak için kendimi sıkıyordum. İçim yanıyordu. Dudaklarımı ısırdım. Omuzlarım sarsılarak yere çöktüğümde, başımı yatağıma yasladım.
 
Zehre kapıyı açtığı gibi içeri girerek geri kapattı. Hemen önüme oturdu. Bir elini dizime bir elini yanağıma koydu.
 
“Bebeğim benim. Ne oldu?” Uzanıp sarıldığında içimi çeke çeke ağladım. “Kızlara haber vermedim. Seni yalnız bırakmazlardı.”
 
“Yalnız kalmak istiyorum.”
 
Saçımı okşayarak hafifçe geri çekilip yüzüme baktı Zehre. “Ne oldu? Anlat.”
 
Cevap vermedim. Sadece telefonumu çıkarıp fotoğrafı Zehre’ye gösterdim. Görür görmez o kadar çok şaşırdı ki ne tepki vereceğini bilemedi. Gözlerimi silip ellerimi dizlerime koydum.
 
“Annemler öğrendiğinde hemen onu aradım. Defalarca aradım ama açmadı. Çünkü Mısra ile birlikteydi.”
 
“Ben şoktan ne tepki vereceğimi bilmiyorum..” Zehre kaşlarını çatıp, hafifçe yüzünü buruşturarak başını sağa sola salladı. “Abim nasıl böyle bir şey yapabilir?”
 
“Hatırlamadığını söylüyor.”
 
“Annem eve geldiğinde sarhoş olduğunu söyledi. Hatta odasındaki masaya çarpmış. Önünü bile zor görüyormuş. Ya gerçekten hatırlamıyorsa?” Düşünür gibi gözlerini kıstı. “Yani; Mısra denen o kızın abime takıntılı olduğunu söylemiştin. Fırsat kolluyordu belki?”
 
“Zehre hatırlayıp hatırlamaması umurumda değil. Böyle bir şey yaşandı mı? Yaşandı. Yanında mıydı? Yanındaydı.” Burnumu hırsla çekip Zehre’ye baktım. “Kaç defa o kızdan uzak durmasını söyledim ben. Bana erkek erkeğe olacaklarını söylemişti. Zaten en başında yalan söyledi.”
 
Zehre dudaklarını büzerek kolumu sıvazladı. “Sabah uyandığı gibi kendini duşa attı. ‘Başım çatlıyor’ diye şikayet ederken annem seni sordu. Bende olanları özet geçtim. Kapıdan fırlayıp buraya gelince, üzerimi değiştirip bende çıktım.”
 
Parmaklarımla oynarken yavaşça dudaklarımı ıslattım. “Yasemin abla kızgın mıydı? Yani ne dedi?”
 
“Daha çok abime kızdı.”
 
Yüzümü ovaladım sertçe. “Yüzüne bir daha bakamayacağım.” Oflayıp gözlerimi sıktım.
 
“Saçmalama Meyra.” Dedi sakin bir sesle. “Annem hala seni çok seviyor.”
 
“Kesin öyledir.” Derin bir nefes alıp ofladım. “Hâlâ aklım almıyor. Erman'ın bunu bana nasıl yaptığını aklım almıyor.” Parmaklarımla dizlerimi sıktım. “Bir kabusun içinde gibiyim. Gerçek değil sanki.”
 
“Abimi affetmeyecek misin?”
 
“Hayır.”
 
🌺
 
Ertesi gün yataktan ölü gibi kalktım.
 
Deliksiz uyumama rağmen, üzerimden kamyon geçmiş gibiydi.
 
Kahvaltımı neredeyse öğlen gibi yapmıştım. Canım hiç bir şey istemiyordu.
 
Odamın tavanını izlerken Fiona'nın havlaması beni daldığım boşluktan çıkardı. Yavaşça kalkıp penceremden aşağı baktım. Tasmasını çekeleyip duruyordu. İki gündür onu gezintiye çıkaramamıştım. Sadece bahçe sınırları içindeydi.
 
Saçımı toplayıp aşağı indim. Annem hemen beni görmüştü. “Meyra nereye?”
 
“Fiona’yı buralarda gezdireceğim biraz.” Bitkin sesim kendimden soğutmuştu beni.
 
“Tufan gelince dolaştırır.”
 
“Anne yapma. Onunla karşılaşacak değilim. Pazartesi günü çalışıyor.”
 
Annem sinirle başını çevirdi. “Yarım saate evde ol.”
 
Bahçeye çıkıp Fiona’nın başını okşadım. Bileğimi yalamaya başlayıp sevecen garip sesler çıkardı. Boynunu severken suratını birkaç kez öptüm.
 
“Onu hatırlatan her şeyden kurtuluyorum ama seni bırakamam.” Fiona uzanıp boynuma koydu kafasını. Varla yok arası kısa bir an kıvrıldı dudaklarım. Sırtına hafifçe iki kez vurdum. “Hadi gel dolaşalım biraz.” Anında dikilip kuyruğunu sallamaya başladı. Kırmızı ipini elime doladım. “Ruh halim yüzünden seni de ihmal ettim farkındayım. Kusura bakma.”
 
Beni umursamadan bahçe kapısına yöneldi. Bahçeden çıkacağım sırada Duygu, Ekin ve Ezgi koşarak önümde belirdi.
 
Ezgi “Olanları duyduk,” dedi nefes nefese.
 
Ekin “İyi misin?” diye sordu.
 
Ezgi tekrar “Nasıl geçti? Kötü müydü?” diye yutkundu.
 
Ekin yüzünü buruşturdu. “Kesin kötü geçti. Yüzünden belli.”
 
Duygu kızgınlıkla ikisine baktı. “Bir susun be! Taramalı tüfek gibi çeneniz..” Ardından bana döndü. “İyi misin Meyra?”
 
“İdare ediyorum.” Diye omuz silktim. “Dışarıda konuşalım. Fiona’yı dolaştıracaktım.”
 
Yolda yürürken Ekin elini sırtıma koydu. “Niye bize söylemedin? Yanında olurduk. Bugün haberimiz olur olmaz koştuk geldik.”
 
Ezgi “Zehre’nin de haberi varmış,” dedi. “O da bir şey söylemedi.”
 
“Ben yalnız kalmak istedim.” Sırasıyla hepsine göz gezdirdim. “Siz nereden duydunuz?”
 
Ezgi hemen “Mahalle sizi konuşuyor,” deyince Duygu dirsek attı. Ezgi inleyip küfür mırıldandı.
 
“Tahmin etmiştim.” Kısa bir iç çektim. “Ne diyorlar?”
 
Ekin dudaklarını birbirine bastırdı. “Erman abinin dün Filiz ablayla Hüseyin abinin sorgusuna çekildikten sonra, sizi çöp tenekesinin yanında tartışırlarken görmüşler.”
 
Ezgi “Ailelerinizin sizi ayırdığını söylüyor herkes,” dedi birden.
 
Duygu düz bir sesle, “Kimsenin ne dediğine bakma,” dedi. “Umursama konuşulanları.”
 
“En azından kötü bir şey söylememişler.” Dediğimde hepsi sustu. Yerimde duraksadım. “Başka ne söylediler?”
 
Ekin hızlıca kafasını salladı. “Hiç bir şey. Gerçekten.”
 
Duygu “Söylenenleri umursama dedim,” diyerek kaşlarını çattı.
 
Ekin ellerini açtı. “Yani. İki gün konuşurlar, sonra unuturlar.”

Beyaz GardenyaWhere stories live. Discover now