Chan'ın muazzam bir stüdyoya çevrilmiş garajındaki kadife koltuklara yayıldığım sırada telefonumun bildirim sesi duyuldu. Ekranda kocaman Sujin teyze'den gelen "seni çok özledim." mesajını görmemle bir iki saniye kadar afalladım. Sonra aklıma Sujin teyzenin biricik oğlu ve benim biricik sevgilim olan oğlanın telefonunun bozuk olduğu geldi. Resmen annesinin telefonu aracılığıyla flörtleşiyordu benimle. Bu düşünce sırıta sırıta söylenmeme sebep oldu.
"Salak çocuk, ben de seni özledim!"
Parmaklarımı telefonumun ekranında gezdirirken kendi kendime yazdığım mesajı da sesli bir şekilde okuyordum bir yandan.
"Ben de sizi özledim Sujin teyzeciğim. En yakın zamanda görüşmek üzere..."
Yazdığım mesaja bir müddet güldüm ama Minho'nun bu yazışmayı silmeyeceğinden emin olduğum için daha sonra kadına, oğlunun üzerine atlamak istiyormuş gibi bir imaj vermek istemediğimden bu şekilde yazmayı uygun gördüm. Her ne kadar oğlunun üzerine atlamak istesem de...
Aradan geçen bir dakikanın ardından bildirim sesim tekrar yankılandı stüdyonun içinde.
"Parmaklarını yiyeceğim Jisung."
Mesajı görür görmez yüzümdeki kocaman gülümsemeyle olduğum yerde eridim. Kalbim için bu kadar büyük bir sevgi fazlaydı ve bazen dayanamayacak gibi oluyordum. Minho mideme küçük kramplar armağan ederken benim tek yaptığım ona ölüyormuş gibi bakmaktı. Çünkü cidden ölüyordum karşısında. Aşık olduğumu fark ettikten sonra bu hisle bu kadar burun buruna olmak her seferinde şaşırtıyordu beni. Sabahları uyanıp geceleri uyurken; kahvaltı edip okula yürürken ya da perdeleri asıp kitaplığımı düzenlerken bile içimde muhafaza edebiliyordum bu delisi olduğum hissi.
"Aşık böcekler, nefret ediyorum sizden!"
Chan beklemediğim bir anda bağıra bağıra elindeki iki kupayla yanıma geldiğinde sıçradım.
"Ne oluyor be deli?"
Sıcak kahvenin bulunduğu kupayı elime tutuştururken o da çaprazımdaki bir diğer koltuğa oturdu.
"Dünyanın sonu bile gelse sürekli yüzünüzdeki şu sırıtmayla yiyorsunuz birbirinizi. Biraz nefes alın lan, aşk zehirlenmesi yaşayacaksınız sonra."
"Dedi, Seungmin'i her gördüğünde aşktan dili tutulan çocuk."
Chan, ağzındaki kahveyi püskürtmekten son anda kurtularak gözlerini dikti bana. Onun bu haline kıs kıs gülüyordum tabi ben de.
"Oğlum, adını söylemeden önce uyarı versene. Komaya giriyordum."
"Ben de bundan bahsediyorum işte! Ben de Minho'yu düşününce komaya giriyorum. Ne yapayım şimdi düşünmeyeyim mi?"
"Yok," dedi kararsız bir tavırla. "Öyle de hiç olmuyor. Zaten yazık lan şu çocuğa. İki güne bir aşkından yataklara düşüyor diye kolunda serumla geziyordu artık. İyi oldunuz siz, aferin lan!"
Öyle deyince üzüldüm yine.
"Çok mu kötüydü cidden?" Sesim beklediğimden daha kırgın çıkınca Chan da telaşla "Yok, lan yok!" Dedi aniden.
"Yani arada vuruyordu tabi. O anlarda da yanıma gelip bir iki söyleniyordu 'delireceğim ben, gidip açılsam mı, sence Jisung beni döver mi?' Gibi manasız şeyleri sıralayıp iki dakika sonra yine senin yanında bitiyordu."
Burukça gülümsedim bunun üstüne. Ben, o güzel hislerinden bihaberken çok zorlanmıştı kesin. Şu an o zamanların hiç lafını etmese de biliyordum bunu. Yalnızca benim üzülmemi istemiyordu ama ben de ona hiç kıyamıyordum ki. Onun canı ufacık bir şeye sıkılsa, biraz yüzü düşse onu üzen her şeyi yakıp yıkmak istiyordum. Ve çok yakın bir zamana kadar o güzel yüzün düşmesine bizzat ben sebep olduğumdan kendime de öfkeliydim ama bu defa kendimi yakıp yıkmak yerine, onu sevip sarmalayacaktım çünkü ancak böyle iyileşirdi yaralar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
aramızdaki iğneler, minsung✓
Teen FictionAramızdaki iğneler bizi birbirimize diker ancak.