6

135 24 104
                                    

Arkasında şapkasını bırakmıştı. Seranın girişinde, çiçekler, boş saksılar ve toprakla kaplı masada duran şapka tüm gün Ender'in zihnini meşgul etmişti. Yine de çiçekleri ile ilgilenirken çok da değil.

İhtiyar'ın ona seslenişini birkaç kez duymamış, kahvaltısını unutmuştu. Korkuluk geldiğinde bunu fark etmemişti bile. İşte o zaman İhtiyar bir şeylerin yolunda olmadığını düşünmeye başlayarak Ender'i dükkânda yanına çağırmış, üst kata çıkartıp birer fincan bitki çayı doldurarak masaya oturtmuştu. "O bardağı sen yapmıştın, hatırlıyor musun?"

Ender'in parmakları girintili çıkıntılı bardak yüzeyinde hareket ettikçe anılar zihninde beliriyordu. Ayakları çıplak, teni görünmeyecek kadar kirle kaplı halde; onu yazın bile soğuk olan bu kasabanın ayazından korumaktan aciz kıyafetleri eşliğinde ara sokaklarda yürüyen küçük bir çocuk geliyordu aklına mesela. Anne ve baba kelimelerinden sadece haberdar, içindeki soyut bağdan ise bihaber kayıp bir çocuk.

Küçükken hiç konuşmamıştı. Ne bir laf atanı olmuştu ne de laflayacak kişisi. Yanlarından geçip giden bu çocuk hakkında sadece dilsiz mi acaba soruları dönüp dolaşıyor, kimsenin zihninde birkaç saniyeden fazla yer tutmuyordu.

Sonra bir gün, bu kendi ruhundaki kalabalıklarla baş etmeye çalışan dilsiz çocuk bir bahçeye adım attı. Bilinçsizce, gece vakti yayılan kokularda mest olarak. Karanlıktı fakat ay ışığı altında parlayan çiçekler netti. Çok küçüktü, belki de hayatımda hiç diyemeyecek kadar küçük; ama bu kuralları kim belirliyor ki zaten? Küçük bir çocuğun yaşadığı yılları kim azımsıyor?

Terk edilmiş, dışlanmış, ailesiz sokaklarda büyümüş bu çocuğun kalbi bir kez bile ne korkudan ne mutluluktan hızlanmamıştı. Bu yüzden, çiçek bahçesinin bu mis kokusunda büyülenmiş minik beden için hayatında hiç bu kadar güzel hissetmemişti dersek ne yanlış ne yalan söylemiş oluruz.

"Burada havalar hep soğuk," dedi Ender, İhtiyar'a bakmadan. "Fakat o gün ilk kez hissetmemiştim." Çiçeklere zarar vermemek için özen göstererek dizleri üstünde oturduğunu anımsadı. Gözleri yumulu, kokuyu duyumsuyordu yalnızca. Şu anda da olduğu gibi. Ender'in anılarında hep kokular yer tutmuştu ne de olsa.

Arkasındaki binanın üst katında, penceresinin kenarlarından sarkan yasemin çiçekleri son günlerini yaşamaktayken hafif ışık altında kilden bardaklarını şekillendiren bir kadın vardı. İkisi de henüz birbirlerini fark etmiş değillerdi.

Odasında, sürekli kurmaktan kille kaplanmış kolun yanındaki diskli müzik kutusundan yayılan ezginin tekrarları eşliğinde ihtiyacı olmadığı kadar bardak şekillendiren kadın, dile getirmiyordu belki ama kimisini küçük yaptığı bardaklarına bakıldığında, yaşını almış olmasına rağmen bir gün çocukları olmasını umduğu anlaşılıyordu.

İşte yine böyle bir akşam vakti, en sevdiği diski tekrar tekrar çalarken killere farklı farklı şekiller veren kadın ve kısacık ömründe dünyayı güzel kılanın çiçekler olduğuna karar veren çocuk birbirini buldu.

Çok güzel kokuyorsunuz diye fısıldamıştı kendini kaptıran çocuk, kimsenin onu duyacağını düşünmeden.

"Beni kovalamak üzere dışarı çıkmaya hazırlandığını söylemişti bana," dedi Ender gülerek.

İhtiyar anıyı geçiştirmek istercesine elini havada salladı. "Seni bizim Korkuluk sanmıştım. Küçükken pek fenaydı. Bahçemi mahveder dururdu. Şimdi sen varsın diye girmiyor. Bak bunu deyince ne fark ettim, biz bahçeye zaten bir korkuluk almışız!" Ellerini açarak Ender'i işaret edip kendi kendine gülerken bizim oğlan dudaklarındaki kıvrılmayı saklamak için çiçeklere benzetmeye çalıştığı girintilerle dolu bardağına yeltendi. Onun için biraz küçüktü, o zamanlar fazlasıyla büyük geliyordu hoş. Yine de kullandığı tek bardaktı.

"Dolaptaki sandviçlerden al," derken kalkıp önüne bir tane bırakan İhtiyar, sandalyesini Ender'e yaklaştırarak masada ona doğru eğildi.

Ekmekten ısırmak üzere olan Ender (İhtiyar'ı yemek konusunda ikiletmemesi gerektiğini tecrübelerinden biliyordu) ona bakan gözler karşısında duraksadı. "İster misin?" diyerek ekmeğini uzattı.

"Hayır, hayır ekmeğinle ilgilenmiyorum. İlla sormam gerekiyor değil mi? Asla kendiliğinden bir şey anlatmazsın. Bir derdin var, söylemen için bekliyordum ama anlaşılan öyle bir niyetin yok."

"Derdim mi var?"

"Yok mu?"

"Var mı?" İhtiyar, sandalyesinde geriye yaslanıp bir süre afallamış halde otururken Ender iştahla sandviçini bitirmiş, bardaktaki son damlasını da içiyordu. Keyfi yerinde dersek, ne kadar inanırsınız? Hayal etmesi değişik bir tablo belki de, haklısınız. "Sorun yok İhtiyar," dedi ayağa kalkıp elini adamın omzuna koyarak. "Uykusuzum, normalden daha fazla. O kadar."

"O halde bu akşam uyku bekçin olacağım desene," diyen İhtiyar'daydı gülme sırası.

Kapıdan çıkmak üzere olan Ender geri dönerek "Hiç gerek yok," dedi fakat sesindeki gerginlik İhtiyar'ı daha da güldürmüştü. Ender evlerine geldiğinden beri uykusu sorunluydu. Sokakta kalmaya alışmış bir çocuğun ne kadar uzun, derin uyumasını beklerdiniz ki? İhtiyar da bu sebeple uyku bekçiliği yapmayı alışkanlık haline getirmişti. Yanında durur, oldukça sıkıcı olduğunu bildiği, özenle seçilmiş hikayelerinden okur ve ardı ardına süt içirirdi. Bazı zamanlarda evdeki tüm odunları şöminesine boşalttığı da olmuştu. Büyüdükçe Ender'in uykusu az da olsa düzelmiş, kendisini uyanık bıraktığı vakitlerde de artık kontrol sahibi olabilmişti. Fakat eski alışkanlıklar çabuk sönmüyordu, değil mi? Böyle demiştik.

"Sana sormadım çocuk. Hadi işinin başına." Ender mutfaktan çıkınca İhtiyar kendi kendine gülümseyerek çocuğun biraz önce kullandığı bardağa baktı bir süre. "Görüyor musun benim mis kokulu yasemin çiçeğim. Bizim çocuk âşık olmuş."

İhtiyar'ın seradaki şapkayı görmediğini cidden düşünmemiştiniz herhalde? O gece ikisi de bekledi fakat şapka için kimse gelmedi.

•

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
güne batanlar | tamamlandıWhere stories live. Discover now