11

100 22 92
                                    

Çığlık demiştik, değil mi? Kasabanın ortalarına yakın, ormandan uzak yine de toprak altında uzananların duyamayacağı kadar değil, Hüzün ağacının birkaç sokak arkasında güneşi selamlayan bu çığlık genç bir kızın dudaklarında şekillenmişti.

Ne tanıdığımız, ne de tanıdığımızın tanıdığı biri olmayan bu genç kız, kasabanın sessiz, kendi halinde takılan gençlerinden biriydi. Böyle dediğimize bakmayın, Ruma'da tanıdığımız bir iki dostumuzun kızdan haberi vardı elbet, yalnızca komşu olmanın getirilse. Fakat olay mahalline ilk yetişen Korkuluk, karşılaştığı manzara önünde az önce söylediklerimizi haksız çıkaracak acı bir sahne sergilemişti. Bunu Korkuluk'un zayıf bünyesine mal edebiliriz sanırsak.

Evinden uzakta, geceliği kırmızıya boyanmış halde sere serpe yatan bu genç kızın ismi artık bir önem teşkil etmiyor; neticede bir daha ona ihtiyacı olmayacak. Evlerinden çıkan insanların da ismini merak ettikleri yok; hatta ortada bir ceset olduğu gerçeği kim olduğu sorusundan daha önemli. Birisi öldürüldüyse bizim de başımıza gelebilir diye düşünüyorlar.

Onlar orada, kızcağız için değil de yerinde kendilerini yatar vaziyette hayal ededursun, Korkuluk kendini yerlere ata ata bahçenin yolunu tutarak yerini, uykularından kaldırılmalarına kızgın bir mahmurlukta birkaç polis ve sağlık görevlilerine bırakmıştı.

"Bizim başımıza gelen olaya bakın!" diyordu Korkuluk sokak sokak bağırarak. "Aramızda katil var!" diyordu. Gerçekten bu kadar acı içinde miydi yoksa öyle olduğuna mı inanıyordu? Bunun cevabını hiçbir Rumalı veremez sanırım. Gerçi, her birinin kendinde bir fikri olduğundan eminiz.

Misal, Ender için Korkuluk'un her hareketi abartı bir oyundu. Önemli olma çabası içinde, yalnız bir çocuk gibi kendisini her yere sokmanın yolunu buluyor, her konuda fikir belirtiyordu; fikri olmadıklarında bile. Ama tabii, Ender'in Korkuluk'tan pek hoşlandığını da söyleyemeyiz, biliyorsunuz.

"İhtiyar! Uyan canım İhtiyar'ım," diye kapıyı birkaç kez gümletmiş, beklemeden arkayı dolanarak bahçeyi kasabanın griliğinden ayıran çitlerden atlayıp çimenlere sarsakça düşmüştü. O ana değin camdan izleyen İhtiyar'ı, sabahın köründe kapısındaki gürültü değil (alışkındı ne de olsa, Korkuluk doğduğu günden beri huylarını değiştirmemiş biriydi) uzun boyu sayesinde kusursuzca çitlerden geçen gencin bu sakarlığı korkutmuştu. Korkuluk böyle afalladıysa, ciddi bir şey olmuştu herhalde, değil mi?

Ender serada, uzun zamandır ilk kez rahat bir uyku çekiyordu ki toprakla kaplı masada iki büklüm halde, kafasını dayamaktan uyuşmuş kolları üstünde yattığını düşünürsek oldukça tuhaftı bu. Korkuluk'un ansızın seraya dalması, cam kapıyı fütursuzca ardındaki masaya çarptırması ile zıplayarak uyandı. Yanağında kalan toprak parçaları, yatağında olmayışının getirdiği sersemlik ve sabah sabah neden kulaklarında Korkuluk'un sesinin yankılandığı sorusuyla afallamış duran Ender'i kasabalılar görse masum bir çocuk olduğunu düşünerekten hakkında yaptıkları kaba yorumları geri alırlardı herhalde.

"Ender birader! Çok şükür iyisin!" Korkuluk oyunculuk dersi almış mıydı? Kendisine sormak lazım. Fakat şu kesindi ki Ender çabuk kendine gelmişti. Gözlerine anında yansıyan solgunluk Korkuluk'u görmesiyle ikiye katlanmıştı.

"Burada kalma, burasının güvenliği yok," dedi ansızın çektiği acısını (!) unutmuş görünen Korkuluk; eliyle kapıyı açıp kapıyor, çatık kaşları ile bir girip bir çıkıyordu. "Bu ne kadar kötü bir mekân böyle? Her yer camdan, kapıda kilit yok. Resmen öldürülmek için ideal."

"İnsanların evine izinsizce girmemen gerektiğini bilecek yaşta değil misin sen?"

"Tabii ki de öyleyim! Kimin evine izinsiz girmişim birader? Asla yapmam öyle bir saygısızlığı. Lütfen," Kapıyı bırakmış, içeriye uzun adımlarla girerek etrafı incelemiş ve oraya ait durmayan (ve kesinlikle bir kadına ait) şapkayı eline alarak döndürürken Ender'in söylemek istediği gerçeğin farkında değilmiş gibi davranıyordu.

"Çık seramdan," dedi şapkayı Korkuluk'un ellerinden sertçe çekerek. "İhtiyar geliyor bak, yanına git."

"Ama-"

"Git dedim."

"İttirmesene Ender kardeş."

"Kendin gitmiyorsun ki."

Pat! Kapıyı vurarak Korkuluk'u dışarı atmayı başardı. Camın arkasında, burun kemerini sıkarak sersem bedenine birkaç saniyeliğine izin vermek adına dikilirken öteki taraftan Korkuluk ile İhtiyar'ın boğuk sesleri geliyordu. İstese duyardı, istemiyordu.

"Ender," dedi İhtiyar. Tek tonlama. Noktaya çarptığında kesilen sert bir ses. Ender'i kendine getirip, seradan çıkmasına yeten bir ses.

Tüm kasaba meydandaydı. Hüzün'ün çevresinde, sokak girişlerine değin taşmış halde belediye başkanının konuşmasını bekliyorlardı. Her biri öfkeliydi ama sevdikleri bir genç aralarından alındığı için değil, kendileri de tehlikede olduğu içindi bu öfke.
"Güne başlamak için berbat bir hadise," diye mırıldanıyor fırıncı.

"Gerçekten de öyle. Tüm gece gözüme tek bir uyku bile girmedi. Biliyordum kötü bir şey yaşanacağını," diye yanıtlıyor okul müdüresi.

"O saatte evinden neden o kadar uzaktaymış acaba?" diye merak ediyor edebiyat öğretmeni.

"Dikkat!" diye bağırınca bu fısıltıları susturuyor polis memuru. "Evet, merhabalar. Umarım hepiniz iyisinizdir? Pekâlâ, şöyle ki... Evet, şimdi..."

"Lafı evelemesene be adam!"

"Ah, evet, haklısınız. Özür dilerim. Diyordum ki, ceset, yani Bayan Kıra, incelenmek üzere ve- şöyle ki, aramızda bir katil var."

Yirmi sene önce tam o noktada meydanın açılışı için toplanmış halkla beraber Hüzün fidanının etrafına çekilen kurdeleyi bir makasla kesmişlerdi. Tıpkı şimdi, sabırsız kıpırtının ansızın, sert ve net halde kesilmesi gibi.

Bilmediklerinden değildi, tahmin etmek zor olmamıştı. Yine de- yetkililerin (!) ağzından duymak onu gerçek kılıyordu. Şimdi öfkeleri korkuya dönüşebilirdi işte. Haklı çıkmışlardı.

"Bu devam eder mi yoksa sadece Bayan Kıra'ya yönelik miydi emin olmadığımızdan olayı aydınlatana değin herkesin hava karardıktan sonra evlerinde kalmalarını istiyoruz."

Kalabalık kendi içinde konuşmaya dalmış, dağılmak üzere ayrılmaya çalışırken Hüzün'e dayanmış, kollarını kavuşturmuş halde duran Ender ve yanında dikilen İhtiyar ile Korkuluk sessizce olanları izliyordu.

Birisi öldürülmüş demek, diye düşünüyordu Ender. Tüm gece huzursuzca oyalanırken birisi canından olmuş.

İçimde kötü bir his vardı, diyordu İhtiyar. Korku sebepsiz değilmiş, diyordu Ender'e bakarak.

"İşte bunu söylemeye çalışıyordum," diyerek kendini savunmaya geçiyor Korkuluk da ama dönüp baktığında İhtiyar'ın da Ender'in de çoktan uzaklaşmaya başladığını görüyor. "Hey, beklesenize!"

O esnada uzaklarda, çok da değil, ormanın içindeki mezar taşlarının altında huzursuzca çıkmayı bekleyenler bir sorun olduğunun bilincinde fakat ellerinden hiçbir şey gelmeyişinin korkusu ile solucanları sayarak vakit geçirmeye çalışıyorlar. Çünkü güneşe bakanların aksine dışarı çıkmak için henüz önlerinde saatler vardı.

 Çünkü güneşe bakanların aksine dışarı çıkmak için henüz önlerinde saatler vardı

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
güne batanlar | tamamlandıWhere stories live. Discover now