1

187 19 23
                                    

uzun bir aradan sonra merhaba!! lütfen burayı es geçmeyin <3

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

uzun bir aradan sonra merhaba!! lütfen burayı es geçmeyin <3

şu zamanlar çok fazla yazma isteğim olduğundan ve içimi dökmeye ihtiyaç duyduğumdan iki tane fic yayımlayayım dedim! biri de bu.

kesinlikle benim için, yazabileceğim en özel ficlerden biri olacak. bir işitme engelli olarak yaşadığım melankoliyi, yalnızlığı ve bu yalnızlığın içinde kurduğum hayalleri dökeceğim. ortaokulda zorbalığa uğrar ve kelimenin tam anlamıyla 'ucube' olarak görülürdüm. nedeni sadece sağırlığım değildi tabi, benim de kendi çapımda yaptığım salaklıklar oldu, evet ama sağırlığımla ötekileştirilirdim hep. ne kadar hata yaparsam yapayım bunu hak etmediğimi halen düşünüyorum.

sakın şikayet ettiğimi düşünmeyin. evet, kulaklarım sağlıklı olsaydı daha iyi olabilirdi ama söylemem gerekir ki, oldukça şanslı biriyim ve bunun için hep şükrediyorum. çünkü neyse ki benim işitme cihazım var, üstüne konuşabiliyorum da. maalesef birçok işitme engelli bu olanaklara sahip olamıyor. dolayısıyla engelimden şikayetçi değilim, ama barışmış hissettiğimi de söyleyemem. şu günlerde barışmak için çok çabalıyorum ve bu yolda ne yapsam diye düşünürken, aklıma bir şeyler yazmak geldi. düşüncelerimi, hislerimi yazmak kadar bana iyi gelen bir şey yok. ortaokuldayken (o zamanki deyimimle) benim gibi eksikleri artılarından çok olan birini, eksilerime rağmen sevecek birini düşlerdim - tipik isfp ve asla yaşanmadı bu arada -. düşlediğim o kişiyi fic olarak yazma kararı aldım. umarım seversiniz!

benim için eğlenceli olacak. karamsar bir şeyler yazmayacağım, çünkü bu konuda karamsarlık yaparsam iyice çökermişim gibi hissediyorum. balkondaki kasım papatyalarını koklayıp, sokakta beslediğim kediye mama verdikten sonra yazacağım ki birdenbire hayatı sorgulamaya başlamayayım.

•••

rezil bir insanım.

başımı mümkünmüş gibi daha da eğdim. tenimi yakan bu hissin alevlere dönüşüp beni kül etmesini istiyordum, ama tek yapabildiğim gözyaşları dökmekti.

rezil olmaya ve rezil hissetmeye alışırım diyerek kendimi temkin ederdim; fakat hayır, alışacağım dediğim bu hislerden her geçen dakika daha da nefret ediyordum. herkesin özdeleştiği bir duygu olurdu; bazıları öfke, bazıları hüzün, çok nadir de olsa mutluluk... benimki ise rezillikti.

hocanın benden tahtayı silmemi istemesi üzerine hiçbir şey anlamadığım için "ödev vermediniz ki?" diye yanıtlamıştım. yanlış anlamamla dalga geçen hoca ve sınıfta gülüşen çocuklarla beraber beynimde şimşekler çakışmıştı sanki. birkaç çocuğun bir şeyler deyip de daha da güldüklerini duyar gibi olmuştum ama anlamamıştım. beynime uğultu olarak ulaşan konuşma seslerini, utancımdan mı yoksa işitme cihazımın gürültüyü azaltmak için sesleri uğultuya çevirme özelliğinden mi böyle işittiğimi bilemiyordum - dahası anlamak ister miydim, orası da belirsizdi.

nedeni ne olursa olsun anneme gidip söyleyecektim, katlanamıyordum artık. özür dileyecektim usulca, ama önce dizlerimin üstüne çökecek ve annemin eteklerini tutacaktım; "özür dilerim anne!" diye bağıracaktım, "keşke doğmasaydım! sana daha fazla problemden başka bir şey vermedim! özür dilerim, özür dilerim..." diyecektim işte. gece yatmadan önce her gün; kendime artık düzeleceğimi, güçlü biri olup kimseyi takmayacağımı söylerdim. "yarın yeni hayatımın ilk günü." diye düşünürdüm. sanki deri değiştiren bir yılandım da istedim mi başka biri oluverebiliyordum ya! ama hayır, katlanamıyordum. benden bu kadardı. bu kadar.

masaya bırakılan muzlu sütle beraber hızla başımı kaldırdım. ortamın gürültüsünü bastırabilmek için eğilerek "yanına oturabilir miyim?" diyen çocuğa baktım şaşkınlıkla.

çocuğun bakışlarında saf bir umut - sanki bir şeylerin, bir yerlerin ya da güneşlerin doğup batacağı bir evrenin başlangıcı olabilecek bir umut vardı. koca gözleri şefkatle parlıyor; dudaklarındaki küçük dostane tebessümle dans ediyordu.

başımı usulca salladım ve yanımdaki sandalyeyi işaret ettim. bu çocuğu daha önce görmüştüm sanki - ah, evet! aynı sınıftaydık, oldukça çalışkan birisiydi, bir o kadar da zekiydi. derslere sürekli katılır ve sıkıntıdan canıma tak ettiren anları ilgi çekici yapardı. adını ise bilmiyordum; henüz yıl başlayalı iki hafta olduğundan kimse aklımda kalmıyordu, ismini bildiğim bile yoktu. sadece ara sıra duyamadığım ödevleri, hocaların yazdırdığı notları sorduğum bir kızı biliyordum, o kadar. gerçi o da bıkmıştı artık. ilk başlarda kibarca gülümsese bile sonralarda bu gülüş yavaş yavaş yok olmuştu; gün geçtikçe ne istediğimi zaten bilir gibi ben sormadan direkt önüme koyuyordu; neye bakacaksan hemen bak ve git, der gibi. ben de son zamanlarda sormamaya başlamıştım. mesela fizik ödevini bilmiyordum, tanrı bilir, haftaya nasıl da haşlanacaktım...

"nasılsın?" diye sordu yanıma oturan. tebessümü daha da büyümüş, sıcacık bir gülümsemeye dönüşmüştü. parlak gözleri, gözlerimde geziniyor; güven aşılamak ister gibi bakıyordu.

"iyiyim, ya sen?" diye sordum istemsizce gülümseyerek. birilerinin gelip benimle konuşmasını beklemediğimden sesim oldukça kısıktı, ama çocuk beni duymuştu.

"ben de iyiyim! üzgün üzgün oturmana dayanamadım ve süt ikram etmek istedim. afiyetle iç ama içerken aklından iyi şeyler geçir, tamam mı?" dedi omzumu okşayarak. "kötü günler de geçecek."

arkadaşlarının çağırmasıyla beraber kalkan ve neşeyle "sonra konuşuruz!" diyen çocuğa şaşkınlıkla baktım. az önce okşadığı yerdeki sıcaklığı hissediyor, sanki eli hala oradaymış gibi tenim yanıyordu. olanları azımsamaya çalışıyor ve kendi kendime yaşadığım mutluluğun tadını çıkarıyordum. dışarıdan biri görse abarttığımı düşünürdü elbet, ama şu an, bana göre dünyanın en değerli insanıydım. omzum sıvanmış, ihtiyacım olan sevginin bin katını tatmıştım ve bunların hepsini, normal zamanların aksine, hak ediyordum. biraz önce sınıfta rezil olan çocuk değildim artık. hayır, tabi ki de değildim! sevilen ve sayılan biriydim, tanımadığım etmediğim biri gelmiş demişti ki "hayır, hayır! o sınıfta rezil olan çocuk değilsin sen! oradaki kimdi bilmiyorum ama sen mücevher gibi parlayan choi beomgyu'sun!" ben de inanmıştım, tabi inanacaktım. belki felsefe hocamız kesin bilgi yoktur diye diretiyor olabilirdi, ki bu kesinlikle kendi ahmaklığındandı, sonuçta kesin bir bilgi vardı ve o da seviliyor olmamdı. sevginin varlığını hissederken nasıl olur da 'kesin bilgi yoktur, aman efendim' diyebiliyorlardı, anlamıyordum. hem... kötü günler geçecek mi demişti? geçti gitti işte, muzlu sütü verdiğin an bütün bulutlar çekildi de uzak diyarlara dağıldılar.

süt kutusuna avel avel bakarken size şöyle anlatayım ki ne kadar şaşırdığımı ve beklemediğimi daha iyi anlayasınız:

okula yürürken bütün yaşanabilecek olasılıkları hayal ederdim: işitme cihazımın hoca soru sorduğu an bozulması, zorbalanmam, bir ödev verildiğinde bana kağıdı vermeyi unutmaları; hatta daha da fantastik şeyler - yangın çıkması, süper kahramanların okulun çatısına inip birbiriyle savaşması gibi... ama onca şeyin içinde işte bunu hayal etmemiştim hiç. benimle konuşacak, "kendini üzme sakın." diyecek birinin varlığını aklımdan bile geçirmemiştim. doğru ya, insan hiç görmediği şeyi nasıl hayal edebilirdi ki? zihnin de bir sınırı yok muydu?

süt kutusunu elime aldım ve arkama dönüp, az önceki çocuğun oturduğu masaya baktım. önündeki yemeğe odaklanmış, arkadaşlarını dinliyordu sakince. tekrardan önüme dönüp gülümseyerek sütün kapağını açtım ve bir yudum aldım. aslında sütü sevmezdim, kokusundan da nefret ederdim ama artık en sevdiğim içecek olmuştu. kokusu da abarttığım kadar kötü değildi sanki...

bad days will past // taegyuWhere stories live. Discover now