3

63 13 37
                                    

uzun bir günün melankolik bir akşamı

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


uzun bir günün melankolik bir akşamı..

yorganla sarıp sarmaladığım dizlerimi kendime doğru çektim ve yatakta iyice küçülerek karşı duvarı seyretmeye başladım. derste olanları düşünüyor ve düşündükçe de sanki yaşanan her şey, hatırladığımdan daha rezilceymiş gibi geliyordu - bozuk bir plak gibi o anları tekrar tekrar oynatıyordum zihnimde; hocanın özenle taranmış saçlarına odaklanıyordum, benimki de böyle güzel duruyor muydu, pek sanmam, fakat sonra sesleri işitiyordum "ya! choi beomgyu!" diye bağırıyordu hoca; sözleri gittikçe uzuyor, bir fermana dönüyor, zil çalana kadar benim tam bir ezik olduğumdan ve ölsem de hiçbir şeyin değişmeyeceğinden bahsediyordu (gerçekte sadece iki cümle söylemişti, ama zihnim öyle değiştiriyordu ki gerçekliği) ve sınıftaki herkes, taehyun da dahil, onun dediklerine başlarını sallıyorlardı; "sağır işte hocam! özürlü..." kelimeleri bir uğultuya dönüşüyor, "sağır! kulaksız! sağır! sağır!" bu uğultuyu işitme cihazım bile süzgecinden geçiremiyordu. gittikçe kendimi yağmur damlası gibi hissediyordum ama damladan tek farkım yeryüzüne değil, yerin dibine çakılmak; çiviyle iyice o daracık yere yerleştirilmemdi. değil kendimi kullanılmış bir kazak gibi hissetmek; yoğun bir trafiğin olduğu yolda arabaların acımasızca ezdiği o poşet gibiydim. belki de benim kaderim bin kat daha kötüydü, çünkü poşet bir şekilde yolunu buluyordu da kenara çekiliyordu fakat ben nereye gidersem gideyim alayla karşılanıyor, gereksiz muamelesi görüyordum; kendi gölgemin ıssızlığında bile bana rahat yoktu. beni benden daha iyi bilen ruhum dahi herkes eksik, gereksiz ve aptalın önde gideni olduğumu düşünüyor, dahası yüzüme söylüyorlardı.

bu sözler bir yerden sonra anlamsız kalıyordu - sonuçta ne kadar dalga geçerlerse geçsinler bedenen yok olmuyordum ya da bir değer kazanmıyordum. aksine ruhumdaki yaprakları birer birer koparıyordum; kimliğimi, benliğimi kaybediyor ve sözlerde yaşayan kişi haline geliyordum ama biliyordum ki, ne kadar öyle yansıtırlarsa yansıtsınlar engelimden ibaret değildim; bir kalbim ve bir aklım vardı en başta, sonra beni sevenler vardı (her ne kadar buna inanamasalar da); annem ve babam benim için her şeyden ödün vermişlerdi -hatta beni bırakın, belki gerçekten de işe yaramaz biriyimdir, ki bu oldukça olağan bir şey, ama işitme cihazımın hakkını yemeleri beni üzüyordu; etrafımdaki herkesin, özellikle ailemin emeği ve gözyaşı sinmişti o cihaza, belki okuldaki herkesten daha önemli bir varlıktı, benden bile kıymetli olan bir şeyden zaman zaman utanmak vicdanen kötü hissettiriyordu beni; dile gelseydi neler derdi neler? şu cihaz bile onları dinlemiyordu, bunu bilselerdi ne ederlerdi acaba? yapamayacağından değil tabi, duyurmaya değer bulmadığı için ses çöplüğüne atıyordu aptalların anlamsız söylemlerini. keşke, keşke bu ruhu olmayan cihaz kadar güçlü olabilseydim, diye düşünürdüm. sonra da saçlarımın arasında saklardım, gördüğüm en iğrenç şeymiş gibi gelirdi.

hırsla cihazı çıkardım ve bir kenara koydum. duymak istemiyordum, evet, istemiyordum. ne görmek ne duymak... hiçbirini istemiyordum.

telefonu elime aldım ve soobin'in mesaj attığını görünce bacaklarımı uzatıp kilidi açtım.

bad days will past // taegyuWhere stories live. Discover now