-moonlight-

295 49 26
                                    


özlemişim.

     

Dirseklerimi koyup eğildiğim balkon demirine biraz daha yaslanıp yağmurun tenimle öpüşmesine izin verdim.

"Bunu satmam gerek! Lütfen alın, Bayım."

Ceketinin içinde sakladığı paketli kurabiyeleri daha da sıkı sardı genç kadın. Uykunun bu gece de zehir olduğunu anlayıp balkona çıktığım andan beri buradaydı. Binanın hemen dibinde duruyordu ve her ne kadar hiçbir şey yemek istemesem de yirmi kurabiye yemiştim. İlk onunu içinde çilek olduğu için kusmak zorunda kalmıştım sanırım fazla hatırlamıyorum. Param bitmese onu burada daha fazla bekletmez, kurabiyelerin hepsini alıp evine gitmesini sağlardım ama yapamıyordum.

Sokaktan geçen bir ayyaşın kadına yaklaştığını gördüğümde hemen pencere kenarında duran saksıya gitti gözüm. Adam bir tane kurabiye alıp parasını uzattı. Kurabiyeyi yemeden cebine attıktan sonra bu sefer kadının elinden tuttu. Bıkkın bir nefes verip adını bile bilmediğim çiçeğin saksısına doğru ilerledim. Adam kadını sürüklerken kimsenin bir şey yapmaması da içler acısıydı. Doğru yeri denk getirebilmek için adamın bana yaklaşmasını beklediğim sırada siyah kapşonlu birisi yaklaştı. Önce sakin bir şekilde yere düşmüş kurabiyeleri topladı. "Alma onları! Yalvarırım bırakın!" Sağ kolunu karnına sararken bağırdığını gördüğümde asıl şişkinliğin kurabiyeler olmadığını anladım. Elimdeki saksı sapığın sırtında parçalanırken kurabiyeleri tek tek toplayan adam bana doğru döndü.

Sevgilim.

Yanına gelen kadına üzerindeki ceketi verip kurabiyelerin olduğu ceketi kendisine aldı. Cebinden cüzdanını çıkarmaya çalışırken bana bakıp "İçeriye gir." dediğinde göz devirdim. Cüzdanından çıkardığı kurabiyelerin fiyatının iki katı kadar olan parayı kadına verdikten sonra fermuarlı bölümü açıp bir de bozuk paraları verdi. Kadın Yeonjun'un önünde hızlı hızlı eğilip teşekkür ederken Yeonjun onu sokağın girişine kadar götürdü. Buraya geleceğini anlayıp hızlıca içeriye geçtim. Tişörtümden dökülen su damlaları çürümüş parkelerimde sinir bozucu bir ses çıkartırken odadan çıktım. Tam o sırada belirli aralıklarla tıklatılan kapı gıcırdadı.

Girişteki çatlak aynadan solmuş yüzüme baktım yalandan. Sırılsıklam olmuş halimi görünce yatağımın altına saklanmak istedim. Dışarıdaki güzellik beni görmesin, çirkinliğimi yüzüme vurmasın istedim. Tüm bunların aksine kapıyı araladım.

Binanın sönük ışığı yandı, gömülü olduğum gözleri ölüm kokan gözlerime değdi. Hemen ardından dokunamadığım için parmak uçlarımın alev aldığı kan kırmızısı dudakları kıpırdadı ve ben bir kez daha nefes almanın ne kadar güzel olduğunu fark ettim.

"Çok güzelsin."

Kapıyı kapatmaya çalıştım, engel oldu. Onu orada bırakıp odama doğru koştum, içeriye girdi. Kapıyı kapatmadım, kaçtığım kişinin beni bulmasına ihtiyacım var çünkü, biliyorum

Girer girmez kapıyı kapattı, bizim birbirimizden başka kimseye ihtiyacımız yok, o da biliyor.

Yatağın ucuna oturdum, yabancılık çekmeden dolabıma doğru ilerledi. Giderken ayağının altındaki birkaç bira şişesini itekledi, tüm izmaritleri üşenmeden eğilip aldı. İki gündür mahvettiğim odayı sakince topladı. Elinde kalın, siyah bir kazak ve eşofman altı ile geri döndü yanıma. Titreyen bacaklarıma sövüp ayakta durdum. Önce tişörtümü sıyırdı zayıf bedenimden. Kahveleri bir kez bile bana değmezken kazağımı giydirdi. Pantolonumun düğmesine uzandığı sırada bir damla gözyaşı süzüldü yanaklarıma. Gözleri gözlerimden ayrılmazken ayaklarımın dibine gönderdi pantolonumu.

SLIDE • beomjunWhere stories live. Discover now