10. Bölüm - Yaşamanın Bedeli

22 10 4
                                    

    İstanbul gün geçtikçe daha da soğuyor, insanlara kış mevsiminde olduklarını sürekli hatırlatıyordu. Meteoroloji'den şiddetli bir kar fırtınası beklendiğine dair uyarılar gün ve gün tekrarlanıyor, baskılanıyordu. Çünkü kar fırtınaları artık eskisi gibi zararsız değildi. Kar fırtınalarının getirdiği ölümcül soğuk insanı dondurarak öldürmeye yeterdi. Karın yağması demek, yılların birikimi olan zehirli atıklar, üçüncü dünya savaşından kalma nükleer felaketin ve birçok fabrikanın salgıladığı toksik dumanın bulutlardan yeryüzüne inmesi demekti. Çıplak deriye herhangi bir temasta oldukça zararlı olmasının yanında karlı havanın solunması bile yeterince tehlikeliydi.

Fakat belki de asıl kış, Kemal'in evinde yaşanıyordu. Kemal saatlerdir yayılarak oturduğu C şeklindeki koltukta çaresizce tavanı seyrediyordu. Mirena da dairenin güneşini kapatan karşı apartman manzaralı pencerenin yanında oturmuş, haftalardır orada olan boş içki şişeleriyle dolu masaya kafasını yaslamıştı.

Durum Alaz için daha da vahimdi. Bir kenarda tek başına bir sandalyede oturmuş, saatlerdir aynı duvarı seyrediyordu. Ağzından tek bir kelime bile çıkmamıştı. Tüm ümidini yitirmiş gibi hissediyordu. Düşünüp duruyordu; Şu aşamadan da kurtulmak mümkün mü? Değildi. 


    Kemal sıkıntılı bir nefes verdi ve sonunda başını bakımsız tavandan indirerek boş boş duvarı seyreden sırtı dönük Alaz'a çevirdi. Sonra da aynı bakışla sağında kalan pencerenin yanındaki Mirena'ya baktı. Akabinde oturuşunu düzelterek masadaki sigara paketinden bir dal daha çıkardı ve günün dokuzuncu sigarasını yaktı. İçerideki sigara dumanını artık filtre bile kurtarmıyordu. Gözlerini ovuşturarak konuştu.

"Anlaşılan bu gidişle bizi öldüren Opak Yüz değil de can sıkıntısı olacak." Sigarasından zehirli bir duman aldı. Kimseden ses çıkmamıştı.

"En azından ölmediğinize şükredin. Opak Yüz'ün elinden sağ kurtulabilen sayılıdır..." Kemal bakışlarını masaya eğdi.

Mirena kafasını masadan hiç kaldırmadan mırıldandı. "Çok rahatlattı, sağ ol..."

"Ne demek." Akabinde odanın diğer köşesindeki Alaz'a döndü. "Varoluşsal sancılar mı geçiriyorsun oğlum?" Alaz'dan ses yoktu. 

Mirena "Şu an ölü müyüz, yaşıyor muyuz onu bile bilmiyorum." diye isteksiz bir sesle mırıldandı.

"Orası tartışılır. Fakat Opak Yüz bize bir iş verecek gibi duruyor. Sanırsam Halit Kılıç'ın yerine geçeceğiz."

Mirena; "Ne güzel."

Sonunda Alaz'dan bir ses duyulabildi. "Adamın kölesi olduk. Herif bize bir insan gözüyle bile bakmıyor, resmen tapulu malıymışız gibi davrandı. Gözünü kırpmadan bizi şuracıkta öldürebilir, yenisini de kısa süre içerisinde bulur."

Kemal derin bir iç çekti. "Artık şu durumu kabullensek nasıl olur? Çünkü gerçekten bunaltıyorsunuz beni, alışın lan. Yeraltı dünyasında işler hep böyle yürür, büyük balık küçük balığı yer."

Alaz; "Adamı baya tanıyor gibiydin. Bizi bu belaya sokacak ne yaptın?"

Kemal; "Adamı tanımıyordum. Hatta herifi ilk defa görüyorum."

Mirena; "Ama hemen de kim olduğunu anladın."

Kemal; "Lan sen android avcısıyım demiyor muydun? Opak Yüz'ü hiç duymadın mı?"

Mirena'dan bir ses çıkmadı. Kemal aynı şekilde konuşmasına "Opak Yüz, şehrin en büyük sosyetelerinden." diyerek devam etti. "Herifi ancak söylentilerden, sağda solda dönen muhabbetlerden ve çevremden biliyordum. Görünüşü hakkında biraz bilgim vardı. Kafasındaki derinin şeffaf olduğu, kafatası gözüken, pembeyle mor karışımı optik gözleri olan korkunç bir adam. İşte tüm bildiğim bunlardı. Herifi ilk gördüğümde de anında anlayabildim çünkü onun gibisi bu şehirde yok. Hatta bir ara halkın uydurduğu bir manyak olduğunu falan sanıyordum, değilmiş meğer..."

Uçurum 2082Where stories live. Discover now