geleceğin ışıkları, sonsuz zaman

465 85 212
                                    

genevieve stokes / habits

genevieve stokes / habits

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


















"Hadi bakalım Bronz." Yüzündeki çarpık gülümsemesi. Sıralı bembeyaz dişleri Hanbin'in bir yumrukla simetriyi bozmak istemesine sebep olacak derecede parlak. "Unuttun mu, zaman en önemli şey. Tik tak. Zaman işliyor. Zamanı lehine çevir." Sırtında bir el. Onu öne doğru iterken adımlarına engel olamıyor. Oğlanın sırıtan suratına bakarak ayaklarını hareket ettirip koşmaya başlıyor. Ta ki yanakları al al olup, açık kahve saçları terden ıslanıp alnına sarkmasına sebep olana kadar.

Koşuyor Hanbin. Koştukça koşuyordu, düşünceleri arttıkça bedeni kıvrak bir mekanizmayla onların yoğunluğunu doğrudan beline oradan da ayaklarına yönlendiriyordu. Pek düşünmek istemiyordu. Ama böyle bir yerdeyse eğer insan, kaderi düşünmekti biliyordu. Zaman. BUZUL TEKNOLOJİ ÇAĞI'nda en değerli olduğu söylenilen, başınızı yastıktan kaldırdığınızda odanızdaki tavanda, duşta, yemekhanede, yapay ormanda, kapasitesi binleri aşan sınav odalarında, annesini görmek için girdiği kırmızı halılı koridorda... Her yerde yazan aynıydı.

Zaman bir saniye öncesi. Zaman tam şu an. Zaman bir saniye sonrası.

Geleceğin ışıklarıdır zamanı sonsuz kılan.

Hanbin kendilerine Geleceğin Işıkları denmesini hep komik bulmuştu. Madem zaman yaşadığımız her andı, o zaman neden sadece gelecekle sınırladılar biz insaoğlunu diye düşündü çoğu zaman. Kim bulmuştu bu sloganı, muhtemelen birkaç kuşak önceki büyük anneannelerinden biriydi mucidi ama yine de fiyaskoydu. Belki de çok düşünüyordu, belki de saçmalıyordu ama işte düşünce oradaydı. Hanbin bir ışık değildi. Hiçbir zaman da olamamış, olabilmek için ister istemez hayatına ışıltılar katmaya başlamıştı. Önce saçlarını kahvenin en açık tonuna boyatmış, bir süre sonra da bedenini işaretlemeye başlamıştı. O bok rengine benzeyen kahverengi formalar içerisinde renkli durabilmek için uğraştığına inanamıyordu ama bir ışık olmadığını kendisi de anlamıştı eninde sonunda.

Üzerine yüklenen sorumluluğun farkındaydı. Kimsenin bilmediği, kendisini ise içten içe bitiren şey; bir kum saatinin git gide azalan kumları sanki beyninin bir köşesinden hiç ayrılmıyor, ona zamanının az kaldığını söylüyordu. Hani zaman en değerli şeydi? Başarısız olmak. Güçsüz olmak. Hiçbir zaman BTÇ- silah derslerinde fiyasko olmamayı becerememek. Her ayın sonunda herkesle birlikte koca ortak salonda dev ekranda ismini yine bir umutla elmaslarda aramaya başlayıp en sonlara yaklaşırken bulmak...

Başarısız olmak kötü değildi. Başarısız olmak on dakika sonra unutup kafasını dağıttığı anda durdurabileceği bir şey de değildi. Başarısız olmak onun hayatıydı. Zamanıydı, eviydi, giydiği formalardı, yapay ormanda koşarken kimin onun suratına iğrenerek bakmayacağının ölçütüydü. Başarısız olmak midesine giren yemekti, başarısız olmak bir saniye öncesi ve bir saniye sonrasıydı. Başarısız olmak sadece o ânı değildi, başarısız olmak onu dört duvar bir tavan içinde hapsolmuş bir şekilde bırakan içten içe bir parazit gibi yiyip bitiren şeydi. Midesindeki kasılmaydı, arkadaşlarıydı. Ve gecenin sonunda mutfaktan kaçırdığı bıçaklar, bir Işık olmak için çabaladığı zamanlar etrafından akan kırmızı rengine gözünün daldığı yaralardı.

anti-hero • haobinWhere stories live. Discover now