17

120 20 185
                                    

Soluk, elimin üzerinde yeteri kadar uyuduğuna karar verdikten sonra sol gözümün üstünde duruyor. Ölü ve bilinçli olduğum ilk saniyeden itibaren tüm solucan akrabaları bunu yapıyor. Gözümü rahatlama alanları olarak kullanmayı seçiyorlar.

Normalde tüm günümün odağını mezardayken ona ayırırdım. Hissedemediğim hareketlerini hayal eder, hissiyatın nasıl olduğunu anımsamaya çalışarak saatlerimi geçirirdim. Ara sıra üzerimden düştüğünde sersemlemiş halde kalkıp etrafa bakınmasını ve ardından tekrar üzerime tırmanmak için işe koyulmasını gülerek izlerdim.

Fakat bugün tek düşünebildiğim, güneş gittiğinde Mezbek'i de yanında götürüp götürmediğiydi. Onu bana bıraktı mı yoksa sonsuza dek benden kopardı mı, bunun cevabını öğrenmemek beni—

Beni ne? Olmayan bir solukta boğulmayı nasıl tarif edebilirim ki? Boğazıma takılan şey soluğum olmadığına göre, ne? Duygular mı? Toprak parçaları mı? Belki de ölü böceklerdir? Soluk'un akrabalarından birinin ağzımdan içeri düşüp düşmediğinden ne zaman emin olabilirdim ki. Belki de Soluk çoktan gitmiştir bile.

Güneş gitti. Bunu topraktaki her detayı görmeye başladığımda anlıyorum. Kulaklarımdaki basınç havayla birlikte değiştiğinde ve gecenin getirdiği kokuların canlılığı ile topraktan çıkıyorum.

"Mezbek!" İlk işim etrafı kontrol etmeden önce bağırmak oluyor. Çünkü bir karşılık alamazsam geri yığılacağım ve bir daha çıkma cesaretini bulamayacağım, biliyorum.

"Buradayım," diyor bir ses arkamdan ve işte orada. Kendi bedenine sarılmış halde, Bonto'nun ince gövdesine yaslanmış oturuyor. Eğer hayat ondan uzun zaman önce koparılmış olmasaydı bir ölüye benzediğini söylerdim. Renklerin terk ettiği vücudumuzda her şey soluk ve çürükken Mezbek adeta verebileceği daha fazlası varmışçasına çöküktü.

Bir çiçeğe yanaşırken gösterdiğim hassasiyetle yanına çöktüm, yüzünü avuçlarım arasında tutarak gözlerinin içine baktım. "İyi misin?" dedim basitçe. Çünkü bu önemliydi. İyi olup olmadığını bilmem, iyi olması önemliydi. Gözlerinin içinde korku vardı. Gözlerinin içinde parıltıya dair hiçbir emare yoktu.

Bedenimiz öldüğünde ve bilincimiz bizle kalırken gözlerimizin içindeki yaşam sahip olabildiğimiz tek şeydi. Ben kendiminkini güneşte kaybetmiştim. Birazını kurtarabilmiş dahi olsam çoğunluğu gitmişti artık. Fakat onlarınki oradaydı işte, gözlerine baktığımda görebildiğim parıltılar. Hala içerlerde bir yerlerde canlı olduklarını gösteriyordu. Belki de ruhların yaşadığını kanıtlıyordu.

"Yardım edemedim," dedi fısıltıyla. "Yandılar ve acıyla kurtarılmayı dilediler ama sadece oturdum ve dinledim. Hiçbir şey yapamadım." Neyden bahsettiğini anlamam birkaç saniyemi aldı. Karşımda, içi boşaltılmış bir hayvan gibi otururken o ana dek hiç Porsuk'un saldırısı hakkında düşünmediğimi fark ettim. Neden buraya geldiklerinin üstünde durmamıştım. Kostek bana birkaç kişiyi aldıklarını söylediğinde tek merak ettiğim Mezbek'in nerede olduğuydu. Ormanda sıranın bana da geleceğini dile getirdiğinde ne demek istediğini anlamak istememiştim.

Fakat şimdi anlıyordum. Hepimizi kendisi gibi yapmaya çalışıyorlardı. Her birimizi güneşe baktırmak ve beyazla kaplamak istiyorlardı. Tek bir sefer, çaresizce güneşte yanmaya şahit olmak bile hepimizde kusma isteği uyandırmışken Mezbek'in birkaç kişinin birden yanışına şahitlik ettiğini düşünmek derimi soymak, toprakla yıkamak, yıkamak ve soyulana dek, çoktan ulaşmam gereken kemiklerimle kalana dek parçalama isteği uyandırıyordu. Çünkü onu tanıyordum. Birilerine yardım edemediği vakit ne kadar içine kapandığını, tamamen başarısız olduğuna inanarak kendisini dünyanın en kötü insanı bellediğini biliyordum. Hayat Ağacı'nın onun mezar taşının arkasında belirmesine şaşmamak gerek. Hayatta da mezarda da Mezbek gerçek bir bekçiydi.

güne batanlar | tamamlandıWhere stories live. Discover now