27

64 14 107
                                    

Ölümü huzurla kabullenmişti. Aniden gelmediği için, ona yeterli zamanı verdiği için ve canını yakmadan yanaştığı için. Minik Ender'in kalbini daha fazla kırmadan durumla baş etmesine yardımcı olacak zamanı tanıdığı için.

Öldüğünde gülümsüyordu. İhtiyar yanı başında, Ender'in minik bedeni kendi bedeninin üstünde, kollarının yettiği kadarıyla sarıp sarmalıyor; sanki bırakmazsa ölüm onu alamazmış gibi sımsıkı tutunuyor. Saçlarını okşarken "Korkma tomurcuğum," diyor güçsüz sesiyle. "En sevdiğim çiçek zambak, yeniden doğumu simgeler," diyor.

"Tıpkı ismin gibi," diye karşılık veriyor minik Ender başını yüzünü görebilecek kadar kaldırarak.

O akşam, gün batımında İhtiyar'ın karısı ölüyor ve üzerine Lilyum B. 18XX-18XX D'nin karısı ve E'nin annesi, en sevdiği çiçek zambak, bir gün yeniden doğacak yazılı mezar taşının altına gömülüyor.

Sonrasını biliyorsunuz zaten, Ender kendince hayatla barışık bir genç adama büyüyor ve İhtiyar hayatı çoktan kabullenmiş. Lilyum olmadan hayatlarına devam etmeleri birkaç yıllarını alıyor ama sonunda başarıyorlar, bir şekilde.

Ne de olsa bahçeye baktıkları her seferinde o da orada. Bunu biliyorlar.

Bilmedikleri şey ise, gerçekten orada oluşuydu.

Ne kadar süre sonra olduğunu hatırlamıyor, yine de uzunca bir vakit olduğunu söyleyebilecek kadar emin. Gözlerini açtığında hatırladığı son şey yatağında oluşuydu, Ender ve İhtiyar ile beraber; huzurlu olduğunu anımsadığı bir an. Fakat o an bulunduğu yer yatağı olamayacak kadar sertti ve etrafında algılayamadığı bir koku vardı. Omuzlarına iki yandan çarpan sertlik hareket etmesini engelliyordu. Karanlıktaydı.

Panik usulca geldi ve ansızın saldırdı. Ellerini kendisine çekmek isterken tepesindeki engele çarptı. Sıkışmıştı. Nerede sıkıştığını isimlendiremiyordu, aklına gelen tek bir fikir vardı ama onu da ittirip duruyordu çünkü mantıklı değildi. Olağan da değildi, imkânsızdı ve anlamsızdı.

Birilerine seslenmeye çalıştı ama uzun zamandır konuşmamış gibi, boğazındaki işlevler paslanmış gibi bozuk birkaç sesten başka bir şeye ulaşamadı; kelimeler dilinde şekillenmiyordu. Elini kendine çekerek üstündeki engele vurmaya başladı; vurdu vurdu vurdu. Sesini geri almaya çalışıyor, her denemesinde biraz daha kendine geliyordu. Hey diyebildi önce, ardından merhabaya döndü kelimeler ve İhtiyar oldu, Ender oldu. Ağlıyormuş gibi hissediyordu fakat gözlerinde hissettiği hiçbir ıslaklık yoktu.

Gözlerinin karanlığa alışması birkaç gün sürdü. Tabutta olduğunu gördüğünde, kabullenmesi gerektiğini anlaması da bir o kadar. Sonrasında gelen mantığını değiştirme çabası ve sorularını erteleyerek oradan çıkmaya odaklanan görev bilinciyle sakinliğine kavuştuğunda aradan ne kadar geçmişti o bilmiyordu belki ama birkaç ay daha olduğunu söyleyebiliriz. Ender birden boy attığı bir yaşa girmişti bile.

Tabuttan çıkması gurup vaktine denk gelmişti, bunun tamamen şansı olduğunu o an bilmiyordu fakat daha sonrasında öğrenecekti. Tahtaları ittirdikçe içeriye dolan havanın serinliğini hissedebiliyor, ıslak toprak kokusu alıyordu. Tüm gün yağmur yağmıştı ve yumuşayan toprak işini kolaylaştırıyordu.

Dışarı çıktığında boğuluyormuşçasına soluklanıyordu. Henüz oksijene ihtiyacı olmadığını algılayamamıştı. Bir mezardan çıktım diyordu zihni ama ölü olduğunu kendisine itiraf etmiyordu. Mantıklı değildi.

Düşe kalka ayağa kalktı, çukurdan çıktı; üstü çamurlaşmış toprakla kaplanmıştı bile, saçlarına kıyasla elleri en temiz noktasıydı.

güne batanlar | tamamlandıWhere stories live. Discover now