IV

22 4 0
                                    


Annemle uzun uzadıya geleceğimi konuştuk, ne kadar üzülsem de boşunaydı. Yemekten sonra sahaftan aldığım kitabı okudum. Uyandığımda Deniz, Onur ve onun arkadaşıyla sohbet grubu kurup yazışmaya başladık. Konstantin, Onur'un bahsettiği bilişim mühendisi arkadaşıydı. Garip garip sorular soruyordu, ben de uzun uzun cevaplıyordum. Buluşmaya karar verdik. Okul meselesinde fikir verecekmiş. Yurtdışında hem okumuş hem çalışmış biriydi. Şimdilerde büyük bir firmada yapay zekâ çalışmaları yapmaktaymış.

Hazırlandım ve annemden izin aldım. Babam kardeşimle beraber alışverişe gitmişlerdi. Evden çıktım. Önce Taksim'e, oradan Konstantin'in evine gideceğim. Evin konumunu telefonuma yolladılar. Onur ve Deniz, beni Konstantin'in evinde bekliyorlar. Taksim'de dolmuştan inip taksiye bindim. Taksiciye, "Kurtuluş son durak," dedim, ekşimiş yüzüne aldırış etmeden adresin yazılı olduğu kâğıdı uzattım. Kaybolmamak için adresi bir de yazmıştım.

Dolapdere'ye indik ve uzun bir yokuşu tırmandık. Kurtuluş son durağa doğru trafik kitlendi. Otobüs durağı kilisenin yüksek duvarların önündeydi. Kırmızı renkte harçla sıvanmıştı. Kaya taşları kiliseyi çevreliyordu. Eski bir mahalleydi. Araçta ilerlerken yolumuzu kesen bir başka araba ani fren yaptı. Taksici hışımla kornaya bastı. Kargaşa içinde camdan bakıyordum. Tatavla İraklis Spor Kulübü yazıyordu, kuruluş 1896 not edilmiş. Yüzyıllık yaşayan bir binaydı, şaşırmıştım. Sonunda yol açıldı, keşmekeş bitmişti. Taksici abi öfke içinde söylene söylene sürdü. Üzerinde Arapça şeyler yazılı tarihi çeşmeyi geçtik, sola dönüp biraz ilerleyip tekrar sola döndük. Birkaç saniye daha sürünce durdu.

Kocaman üç katlı eski bir Rum Konağı önünde duruyordum. Deniz burayı tarif etmişti. Bu konak Konstantin'in eviymiş. Aile yadigârı bir konakta yaşıyordu. Telefonumdan Deniz'e "Geldim ben kapının önündeyim," diye mesaj attım.

Deniz gelene kadar konağın önündeki kedileri sevdim. Deniz kapıyı açtı, itinayla düzenlenmiş çok güzel bahçeye girdik. Deniz ayakkabılarımızı çıkarırken, "Çok ilginç şeyler öğrendim. İnan sen de seveceksin. Heyecandan çığlıklar atacağız," dedi. Görkemli evi inceliyordum. Montumu çıkarıp içeri geçtim.

Onur ve arkadaşı ikinci kattaydılar. Deniz'le beyleri bekliyorduk. Onlarca rafı olan büyük bir kitaplık ve karşı duvarında birkaç sporcunun poz verdiği siyah beyaz fotoğraf asılıydı. Fotoğrafın yanında kırmızı sarı bayrak asılıydı. Ortasında Arapça şeyler yazılıydı. Sanırım bu Osmanlıca ve aslında Galatasaray bayrağına benziyordu. Onun üstünde ortasında taç sembolü olan mavi beyaz bir bayrak asılıydı. 

Deniz, "Bu evdeki her şey aile yadigârı olmalı," dedi. Kitapları dikkatle incelemeye başladı. Siyah beyaz fotoğraf ilgimi çekmişti. Heybetli altı sporcuyu inceliyordum. Sağ başta iki güreşçi, yanında kıyafetlerinden koşucu olduğunu sandığım biri, onun yanında eskirim kıyafetlerinde biri duruyordu. Birinin diski diğerinin elinde ciridi vardı. Arkadaki aletlere bakılırsa hepsi aletli jimnastik müsabakası yapılan bir yerin önünde poz vermişler. Sol baştakinin boynunda madalya asılıydı. Sanırım büyük başarı kazanmış biriydi.

Beyler yanımıza geldiler. Konstantin madalyası olan adamı işaret ederek, "Bu adam benim büyük büyük dedem. 1906 Atina Olimpiyatlarında aletli jimnastik dalında altın madalyayı kazanmış. Adı Nikolas Alibrandi," dedi. Gururla fotoğrafa dokundu. Eref dirseğine çekili Yunan bayrağına baktığımı fark edince, "Olimpiyatlara Osmanlı İmparatorluğu resmi sporcu yollamamış. Dedemler her ne kadar İstanbullu olsalar da kendi imkânlarıyla gitmişler. Yunan soylu biri diye madalya kazanınca Yunan Krallığı adına bayrak çekilmiş," dedi.

Şaşkın şaşkın, "Göçmenlik, vatan, bayrak benim çok laf edebileceğim konular değil. Yine de dokunaklı bir hikâye. İnsan insandır ve daha fazla ayrıştırmaya ne gerek var gibime geliyor. Milli duyguları tabi anlıyorum ama siyaset, tarihi olayları konuşmak için yeterli hissetmiyorum," dedim.

Konstantin gülerek, "Boş ver bunları. Beraber huzur içinde yaşıyorsak ne âlâ. Kendi savaşımıza, hayat kavgamıza gelelim," dedi.

Haydi biriniz artık konuya girsin," dedim. 

Konstantin yüzüne ışık vuruyordu, "Yanya, şimdi çok özel bir terapi seansında olduğunu varsaymak ister misin?" diye sordu.

"Daha açık olun. Neden buradayız?" diye sordum.

Konstantin, "Yaklaşık üç yıl kadar önce parçası olduğum ekiple beraber çok özel bir sanal gerçeklik programını tamamladık. Bilinçaltımız üzerinden yapay zekâ yardımıyla bir tür gelişim programı diye özetleyebilirim. Bir nevi maiotik yöntem yani Sokrates'in meşhur yöntemi gibi çalışıyor. Sistem kullanıcının bilinçaltını keşfetmesi üzerine kurulu bir sistem. Bir çeşit sanal gerçeklik deneyi. Kesinlikle zararlı değil," dedi. Haliyle Deniz'le şaşırmıştık.

Deniz ellerimi tuttu, "Bu karmaşık günlerinde denemek hiç fena fikir değil, ne dersin?"

Fena fikir değilmiş. Merakla, "Aklımı arafa düşürüp beni delirtmeyecek değil mi?" diye sordum.

Konstantin, "Seni temin ederim ki araf ya da benzeri herhangi olumsuz bir şey olmayacak," dedi.

Onur, "Kan hücresi büyüklüğündeki nano teknolojik mini minik robotlar nöronlarla direkt etkileşime geçiyor. Yapay zekâ bu robotlar üzerinden bilinçaltına ulaşıyor ve bilincinle beraber kendi dijital veri tabanında kontrollü çarpışma düzenliyor. Tıpkı düşünmek gibi bir eylem kopyalanıyor. Bilinçaltının istekli bir doğumu gibi düşünebilirsin. Fikirlerimizin bir simülasyon olma ihtimali imkânsız değil. Elektrik sinyalleri beyinde yapay anılar yaşatabiliyor. Sistem robotlar sayesinde bilinçaltındaki verileri kullanarak bir dünya yaratıyor ve beyin sanal ortamda mı yoksa gerçek dünya da mı olduğunu asla ayırt etmeden düşünme eylemini yaparcasına çalışıyor. Aksi durumlarda rüya kesiciler var. Bir keresinde kullanıcının biri kendini eski zamanlardan kalma el yapımı ciltli, ebruli ön sayfaları olan bir eser olarak var etmişti. Deney boyunca modern baskı kitaplarla didiş durmuştu. Yazılı konusuna göre kahramanlar yaratıp  acayip bir dünya oluşturmuştu. Veri bankası bilinçaltın ve bu nedenle çok başarılı sonuçlara ulaştık," dedi.

"Ne bekliyoruz. Başlayalım," dedim.

Konstantin büyük sevinçle ellerimi tutup, "Derin uyku hali en fazla üç veya dört saat sürecek," dedi. Derin bir nefes çektim. Dikkatimi toplamaya çalışıyordum. Onurla birlikte cihazları kurmaya başladılar. Kolumdan iğneyi sokunca, "Derin bir uykuya dalacaksın," dedi.

Onur, "Sakin ol güvendesin. Robotlar birazdan çalışmaya başlayacak. Uykuya dalmadan rüya görmeye başlarsan korkma," dedi. Yorgunluk çöktü. Pencereden gelen ışık o kadar parlaktı ki hiçbir şey göremez oldum. Gözlerimi kapadım. 

Yanya'nın Tanrısal  KasırgasıUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum