Bölüm 2

31.6K 1.7K 361
                                    

Multimedya : Zuhal

"Neredeyim ben?"

Ayağa kalkmaya çalışsam da her defasında yeniden başlangıç noktasıyla buluşuyordum. Kafamdaki ağrıyı söylemiyorum bile. Şu an hissettiğim ağrı bayılmadan önce olan ağrıdan kat ve kat fazlaydı. Yerdeki küçük kan birikintisi de bana kalkamama nedenimi açıklıyordu. Elimi sızlayan yere götürdüm. Göremesem de alnımdan geriye doğru giden hafif derin yarayı parmaklarımla yokladım. Kanama durmuştu en azından. Durdurmaya çalışmam gerekmiyordu. Etrafıma bakındım. Görüşüm netleşmemişti henüz. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım. Hava kararmıştı. Çantam, piknik yaptığımız alanda kalmıştı. 

"İşte şimdi bittim. Burada öleceğim." Telefonum da çantamda kalmıştı haliyle. En azından onu cebimde taşımalıydım. Neden elinden telefon düşürmeyen tiplerden değildim ki? Panik yapacak gücü bile bulamıyordum. Kendimle tartışmaya son vermeliydim. Buradan kurtulmak için her hücreme ihtiyacım vardı. Ne kadar kaldıysa geriye tabi.

Fotoğraf makinemi aradı gözlerim. Etrafım küçük kayacıklar ile dolmuştu. Çatırdamanın sebebi de şimdi belli oluyordu. Uçurumun kenarına yatmıştım ve yattığım yer parçalanmıştı.

"O son böreği yemeyecektim." Esprilerime son verip buradan kurtulmanın bir yolunu bulmalıydım. Ama alev alev yanan boğazım önceliğimi belirmeme yardımcı olmuştu. Su bulmalıydım. Dirseğimden güç alarak doğruldum. Başım dönüyordu. Şimdi kalkamazsam daha kalkamazdım. Bu yüzden yandaki duvar-taş karışımı yapıya tutunarak ilerlemeye başladım. Bir iki adım atmıştım ki aklıma gördüğüm elmalar geldi. Susuzluğumu dindirebilirdi. Hatta mavi elma gördüğümü de düşünmüştüm.

"Ölürken bile hayal gücüm iyi çalışıyor." Mavi elma olma olasılığı yoktu. Yoktu, değil mi?

Gözlerimi kapatıp derin nefesler aldım. Baş dönmesinin geçmesini bekledim. Çok geçmeden kendimi daha iyi hissetmeye başlamıştım. Yavaş olmasına dikkat ederek elimi duvardan çekip adımlarımı sıklaştırdım. Elmaları, düştüğüm yerin tam arkasına denk gelen bir noktada görmüştüm. Karanlıkta o canlı, yeşil renklerini seçemediğim elmaları zar zor bulabilmiştim. Gerçekten çok iri duruyorlardı.

"Pazardaki Hüseyin Abi beni kandırıyor olmalı. Orijinal organik bu yahu. Boşa o kadar para harcıyorum çok varmış gibi." Ay ışığının en çıplak olarak düştüğü noktaya uzanıp, elmayı incelemeye devam ettim. Mavi olmadığına emindim. Yine de kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Koca bir ısırık aldığım elma çok iyi gelmişti. Vampir gibi suyunu da emiyordum. Hatta bir tane daha koparmak için ağaca dönmüştüm. Bu sefer yetişememiş, sol kolumu uzatmaya çalışmıştım. Hareket etmediği gibi inanılmaz bir acıyla olduğu yerde kalmıştı.

"Bir bu eksikti! Kolum kırılmış." Yavaş yavaş bazı şeyleri idrak etmeye başlamıştım. Düştüğüm uçuruma baktım. Geri asla çıkamazdım. Sağlam iki kolla bile. Öyleyse nasıl kurtulacaktım?

"Eğer buradan kurtulursam telefonumu yanımdan hiç ayırmayacağım." Hava hala çok sıcak olsa da ben üşüyordum. Soğuk soğuk terliyordum. Kalp atışlarım düzensizdi. Yaşlar gözlerimde birikmişti. Kimse kaybolduğumu fark etmemiş miydi? En kötü ihtimalle orada sahipsiz bir çanta bulacaklardı. Bari oradan anlasalardı. İnsanlar için bu kadar önemsiz biri olmaktan ilk defa rahatsız olmuştum. Ölmeyi beklerken, uzanıp yalnız başıma yıldızları izlediğim için değil, geride bıraktığım kimsemin olmaması ilginç geliyordu. Annemle babamı yıllar önce trafik kazasında kaybetmiştim. Onları merak eden ben vardım. Ama ben ölünce geride kimsem yoktu. Eş, dost, arkadaş, çoluk çocuk... Kimse. Hayali bir battaniye olarak düşündüğüm yalnızlığımı üzerime çekip ağlamayı sürdürdüm.

Mavi IsırıkWhere stories live. Discover now