on ikinci bölüm

1.7K 204 493
                                    

bu bolume m koyup koymamak arasinda gittim geldim biraz ama tam olarak smut diyemeyecegim icin koymadim. yine de ufaktan bi uyari olsun bu ghfdgfh anywayss iyi okumlar balikolarim

***


Zamansızca soğuk, sonbaharın merhametsiz yağmurları eşiğinde titreyen rüzgarlı akşamın son demlerinde, sarayın münzevi kralının en ücra köşede saklı odasından içeri doğru bir adım attı Jisung. İşlemeli ağır kapı ardından kapanıyorken utana sıkıla ilerledi onu karşılayan sessizliğin derinliğine doğru, avucunda sıkı sıkıya taşıdığı mektubunu koyduğu ahşap kutuya etraflıca kıvrılmıştı parmakları, göğsünde kavuşturduğu elleri arasında kıymetli bir yadigar misali taşıyordu onu.

"Gelmişsin." dedi kral, geniş odasının bahçeye bakan penceresi önünde oyulu kısmında, Jisung'un tam karşısında oturuyordu. Önünde ayaklı, alçak bir sehpa, yanındaysa muhtemelen omega için kurulu büyük bir minder vardı. "Mektubumu getirdim." diye bir çırpıda konuştu küçük olan, aceleci ayakları çabucak kralın yanı başına ulaşmıştı. Önce bir rutinden ibaret eğilişiyle iki büklüm oldu karşısında, hemen sonra dizleri üstünde çökmüştü boş minderin üzerine.

"Söz verdiniz, kardeşime ulaştıracaksınız." dedi, mektubunu diğerine uzatıyorken. "Kralının sözünden şüphe mi ediyorsun? Elbette ki ulaştıracağım, komutanın askerlerinden biri yarın yola çıkacak." diye söylendi Minho, dudaklarında yarım yamalak gülümsemesi ile mektubu almış ve pencere pervazında duran bölmeli küçük kitaplığa uzanıp üstüne bırakıvermişti.

"Hanedanların toplanacağı yemekten sonra kardeşine kavuşmuş olacaksın." 

"Teşekkür ederim." mırıldandı Jisung, kralın keskin gözlerinden kaçırdığı bakışları önündeki soluk yeşil, gül kurusu ve beyaz renklere bürünmüş şekilli kurabiyeler, yumuşak pirinç kekleriyle dolu tabaklarda geziniyordu. "Sansachun mu, yoksa sade pirinç şarabı mı?" deyişiyle hevesli bakışlarını küçük olanın gökyakutu gözlerine doğru eğdi kral, ancak o zaman diğerinin kirpikleri dibine çalınmış buğulu siyah bir çizginin çekili olduğunu fark etmiş ve zapt edemediği ufacık tebessümü ile alçak masanın öbür ucunda duran, üstünde kıvrımlı kabartmaların ince boynuna dek yükseldiği porselen şişeye uzanmıştı.

"Sansachun?" diye sayıklarcasına sordu Jisung, bu içkiden bir haber olduğunu haykıran süslü gözlerini kırpıştırıyor ve küçük bardakları dolduran kralın porselen kadehine döktüğü bal sarısı sıvıyı seyrediyordu öylece. "Bu da bir çeşit pirinç şarabı, yalnız içimi daha yumuşaktır." dedi Minho, ikinci bir kadeh daha koyup Jisung'un önüne bırakmış ve kendi içkisinden minik bir yudum almıştı. "Alıç ve kızılcık meyveleriyle tatlandırıldığından öyle keskin bir aroması yok, düşük ısıda fermante edildiğinden başlangıç için en iyi içkilerden biri." demişti sonra, dilinde eriyen tatlı sıvının mayhoş aromasıyla ıslak dudaklarında keyifli bir gülümseme yer edinmekteydi konuştukça.

Jisung, biraz bu içkinin tadına dair büyüttüğü merak, biraz da alkole duyduğu özlemle uzandı kadehine. Hiç bilmediği suları yoklayan yavru bir ceylanın ürkekliği gibi, tedirgin bir yudumla ıslattı boğazını, dilini yakan aromanın acayip lezzetine kapılıp daha büyük bir yudum almıştı sonra ve zaten ufacık olan kadehini neredeyse son damlasına varana dek tüketince kralın tatlı kıkırtıları saçıldı dingin akşamlarına.

"İyi bir içicisin sanırım." dedi Minho, kendisi de ilk kadehini çoktan bitirmiş olduğundan ikinci sefer için dolduruyordu bardaklarını. "Pansiyondaki müşterilerimiz için pirinç şarabı yapardık biz de." dedi Jisung, çok alışkın olmadığı tadını pek sevdiği bu yabancı içkiden yeni bir yudum almak için yarım koymuştu kelimelerini. "Bazı geceler çok müşteri yokken, bazense müşterilerle içtiğim olurdu." diyordu, dudaklarında buruk ancak bir o kadar da sıcak bir tebessüm yükseliyordu o zamanları anımsadıkça. Ardına yaslandı Minho, geceliğinin gevşemiş yakalarının açıkta koyduğu çıplaklığına damla damla süzülen içkisini yudumluyorken çekildiği sessizliğinde dinliyordu diğerini.

eyes like rain | minsungWhere stories live. Discover now