page 24 • all I know, should've let go, but no

12.6K 1.3K 1.7K
                                    

selam nasılsınız?

••

Günlerden pazartesi, saat akşam beşi geçiyordu. Elimdeki son dosyadaki notumu da önümde açık duran bilgisayara alırken parmaklarım çabucak ofisimden ayrılmak istediğini haykırır gibi normalden iki kat daha hızlı geziniyordu klavye üstünde. Başımda ekrana ve yazılara bakmanın verdiği hafif bir ağrı vardı.

Sonunda son cümlenin noktasını da koyduktan sonra yazdıklarımı kaydedip bilgisayarı kapattım ve dosyayı masanın yanına yaslı duran siyah çantamın içine koydum. Bugün gerektiğinden çok daha fazla çalışmıştım, gerekli gereksiz tüm davaların dosyalama işlerini üstüme almıştım ve bunu yaparken Duman'la On Bir'in yetimhanesini de iyice araştırmıştım. Hatta bu araştırmayı öylesine derinlemesine yapmıştım ki o yıllarda istifa eden bir temizlik görevlisinin izine rastlayabilmiştim. Yarın oraya gidip onunla konuşacak ve yetimhane hakkında, Duman ve On Bir hakkında toplayabildiğim kadar bilgi toplayacaktım.

Ve tüm bu çalışma azminin ardında bir nevi zihnimin içindeki Duman'dan kaçmak vardı.

Cumartesi günkü o tuhaf, garip, çok ama çok anlamsız andan sonra ne zaman zihnim sessizliğe bürünse bir yerden fırlıyor ve kendini hatırlatıyordu bana. Bense bunu düşünmemek için başka her şeyi düşünmeye çalışıyordum.

Aklıma yine o anlar dolduğunda yutkunup hiç beklemeden ayaklandım ve çantamı da elime alarak odamın çıkışına doğru yöneldim. Eve geçmeden önce Tekin'le bir yemek yiyecek ve yemekte ikimizin birlikte çalıştığı son davadaki bulguları birleştirecektik, bu yüzden savcılığın içinde hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledim.

Mesai bitim saati olduğu için birçok kişi gelip geçiyodu yanımdan ama Tekin henüz çıkmamış olacaktı ki etrafta görünmüyordu. Kapının önünde kalabalık yapmamak için biraz kenara geçip beklemeye başladığımda, günde en azından üç kere gördüğüm Anıl'ı elinde bir test kitabıyla seke seke savcılığa girerken yakaladım.

Beni gördüğü gibi kocaman bir gülümsemeyle yanıma gelen çocuk, benim tüm yorgunluğuma tezat bir biçimde "Akay abi, nasılsın? Kimi bekliyorsun?" diye cıvıldadı. Kızıl saçları bugün normalden daha belirgin bukleler şeklinde alnına dökülmüştü, açık renk gözleri hevesle parıldıyordu. Bu enerji ona nereden geliyor bilmesem de bazı anlar benim de ihtiyacım olduğu kesindi.

Üstümdeki ilkbahara uygun bir şekilde giydiğim ince gömleğin kolunu düzeltirken "İyidir, Tekin'i bekliyorum." dedim. Sonrasında onun düzgün üstüne şöyle bir bakış atıp "Sen nereye gidiyorsun?" diye sordum. Normalde daha salaş bir tarz giyinirken bugün kendisine ekstra özenmiş gibi gözüküyordu.

Yüzünde duran tebessümü bozmadan "Tekin... savcıya gidiyordum ben de. Bir şey rica edecektim." dedi, sonrasında "Sen neden bekliyorsun ki onu?" diye ekledi.

Anıl'ın arka tarafından bize doğru gelen Tekin'i gördüğümde "Biz de iş yemeğine gideceğiz." dedim. Anıl, tam bir şey demek için ağzını açmıştı ki arkasından gelen "Beklettim mi?" sesiyle hızla diyeceği şeyi yutup arkasını döndü. Ama Tekin ona çok yakın durmamasına rağmen bu dönüşü biraz sert yaptığı için kafası, aralarındaki boy farkının da etkisiyle onun göğsüne vurdu.

Anıl'ın ağzından ufak bir inleme çıkarken tek eli de muhtemelen acıyan alnına çıkmıştı, orayı ovuştura ovuştura "Öyle bir anda gelinir mi?" diye homurdanmaya başladı. Ama Tekin'in gözleri ona indiği an kocaman gülümseyip "Merhaba Tekin savcım." dedi.

Suikastçı [bxb]Where stories live. Discover now