♣ 1. BÖLÜM

271 22 39
                                    


Karanlık bir odada kendi çığlıklarınızla baş başa kaldınız mı hiç? Üzerinizde gözlerinizi kör edecek kadar parlayan ve kornealarınızı acıtan bir floresan lamba varken bedeninizden bir parçanın kopup gitmesine şahit oldunuz mu?

Tam şu anda her annenin başına gelen bu acı ve mucizevi an sonunda benim de başıma geliyordu. Dokuz ay boyunca sabırsızlıkla kucağıma almayı beklediğim bebeğim sonunda dünya ile tanışmaya hazırdı. Minik elleri ve ayakları ile artık beni değil, dünyayı hareketlendirecekti. O son an geldiğinde diğer anneler de aynı şeyi hisseder mi? Ben onun bedenimden ayrılmasına hazır mıyım? Karnımda hissettiğim kıpırdanışlarından, bazen büyük bir güçle attığı tekmelerden, tenimde belirgin şekilde hissedilen hareketlerinin yarattığı dalgalanışlarından ve tüm bunların bana yaşattığı o duygulardan...

İmkânım olsa onu dünyanın tüm kötülüklerinden koruyabilmek için bağrımda ömrümün sonuna kadar saklardım. Ancak işte o an gelmişti. Dünya yeni bir çığlığa yuva olacak ve bizim Asım'la meydana getirdiğimiz o minik mucizeye kucak açacaktı.

Ağrılarım arasındaki sıklık giderek artmışken gelen son krampla şiddetli bir çığlık daha koptu dudaklarımdan. Avuç içlerim tırnaklarımın batması yüzünden yara içinde kalmıştı muhtemelen. Saçlarımı ıslatan ter artık gözlerime doğru akıyor ve tuzu gözlerimi yakıyordu. Doğumhaneye girmeden önce başıma taktıkları bone kaymıştı. Bonenin altından kaçan birkaç ıslak tutam alnıma yapışmıştı ve yaralı ellerim o tutamları çekmek için kaşınıyordu. Ne var ki kaykılarak oturtulduğum koltukta iki yanıma birer külçe gibi yığılıp kalmışlardı.

Yorgundum. Ikınırken attığım çığlıklar yüzünden boğazım tahriş olmuştu.

"Son bir kere daha," diye seslenen doktoruma başımı kaldırıp baktım ve yalnızca gözlerimi kapatarak onay vererek son bir defa daha denedim. Duvarlar sesimi yutarken bebeğimin içimden kayıp gidişini hissettim. Doktorun maskesinin üzerinde parlayan gözleri gözlüklerinin arkasından gözlerimle buluştu. Yorgun başım koltuğun başlığına geri düşerken bebeğimi göğsüme bıraktılar. Kollarım istemsiz olarak kalkıp kucağıma bırakılan evladımı sararken yorgun ve mutluydum. Fakat bir terslik vardı.

Hepimizin televizyonlardan ve kitaplardan şahit olduğumuz, klişeleşmiş, o karanlığı yırtan bebek çığlıkları yoktu. Avuçlarımın altındaki beden soğuk ve kaskatıydı. Ne? Bir dakika...

Az önce annesinin sıcak sığınağından ayrılan yavrum neden buz gibiydi? Neden hiç sesi çıkmıyordu? Kesinlikle bir terslik vardı. Sorgulayan bakışlarımı kaldırıp gözlerimle doktorun gözlerini buldum. Etrafım bir anda inanılmaz bir koşuşturmacayla dolarken kollarımdaki bebeğimi benden ayırdılar. Ellerim ona uzanmak için hareketlenirken "Geri verin," dedim. "Kızımı bana geri verin, onu bana geri getirin!"

Kız mıydı? Cinsiyetini bile bilmiyordum ki ben onun...

Sürekli aynı şeyleri söylüyordum, çığlık çığlığa ağlıyordum ve ona uzanmaya çalışıyordum ama az önce serbest olan külçe ağırlığındaki ellerim bir anda koltuğa bağlanmıştı. Beni duyan yoktu. Sesime tepki veren kimse yoktu. Çığlıklarım kimsenin kulağına ulaşmıyordu sanki.

Bileklerimi sıkan bağları koparmaya çalışırcasına çekiştirsem de kendime zarar vermekten başka işe yaramıyordu. Kollarım yara bere içinde kanıyordu. Mutluluk ve buruk bir hüzünle oturtulduğum koltukta çırpınıyordum ve bebeğim kollarımda değildi, onu benden almışlardı!

"Kızımı getirin!" diye çığlık atarken doktor, kollarındaki ölü bedenle bana döndü.

"Üzgünüm Merve Hanım, bebeğinizi kaybettiniz!" dedi ve ameliyathanenin çıkışana doğru yol aldı. O kapıdan çıkarken ardında "Bu bebek son şansınızdı, bir daha anne olamayacaksınız." sözleri yankılandı.

Zamanın KıyısındaWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu