1

289 23 92
                                    

"Eğer ev kaçmayı öğrendiğimiz ilk yer değilse, nedir peki?"

★ Clementine von Radics



§



İnsan kalbi, düşünme özelliğinden yoksun organlardan biridir. Bundan dolayı da içine buyur ettiği kişiye kendisini nasıl yaralayacağını, nasıl kanatacağını ve nasıl kıracağını itinayla öğretir.

Sevip de aşkını verdiği kişiye bu aşkı öldürecek gümüş hançeri de yanında, cezbedici altın bir tepside sunuverir. Lakin bu zayıflıkları öğrenen kişi; o kadar usta bir avcı olur ki sise bürünür, dikenini saklar güllere bulanır, pususunu kurar, kenara çekilir ve bekler.

Bekler, tıpkı baharın gelmesini bekleyen kuzular gibi. Hâlbuki kuzu değildir o, kuzuyu öldürüp postunu çalmış bir kurttur. Kalp ise bunu bilmez, belki de bilmezlikten gelir... Kuzu postunun ardına düşer, kendinden bir parça olduğuna kanarak.

Kurt onu çayır çimen dolaştırır, çiçeklerle donatır, eşsiz meyvelerden yedirir, çobandan güzel türküler fısıldar kulağına, güneşte okşar ve yağmurda öper...

Kalp hayatının en mutlu zamanını yaşadığını düşündüğü anda ise, kurt postunu atar ve dikenli kapanı kapatır. Kapana kısılmış kalp, kenara fırlatılmış posta tutunur ve aşkının nasıl da bir avcı olduğunu fark eder.

Fark eder etmesine, lakin bunu fark ettiğinde ne yazık ki kurdun zehirli ısırığından kurtulamaz. Böylece belki de hayatı boyunca günah gibi üstünde taşıyacağı o yarayı yüklenir. Bu yüke dayanamaz ve sevildiği yerlerden binbir parçaya ayrılır.

Bu kırık parçalar arasında amansızca yürüyen kurt ise kanayan, ağlayan ve yanan kuzuya bakmaz bile. O çoktan diğer postunu giyip başka çayırlara doğru yola koyulmuştur...

İşte hayatın başı ve sonu arasındaki bu bir nefeslik aşka sıkışmış olan ve bir zamanlar rahibin önünde bembeyaz takımlar içinde birleşen iki kırgın genç adam; şimdi hakimin önünde simsiyah takımlar içinde iki yana ayrılmışlardı.

Biri yaşanan onca anıya sırtını bir türlü dönemeyen, hayal kırıklığıyla dolup taşan Jeon Taehyung; biri yaşattığı onca anıya rağmen sırtını tek celsede dönmüş olduğundan, pişmanlıkla içi kaynayan Jeon Jungkook'tu.

Mahkeme salonunun ortasında onca insana kör, lakin bir o kadar da birbirlerine odaklanmışlardı. Sessizlik ise dağların doruklarına çöken soğuk duman gibi sarmıştı etrafı. Öyle ki gerçekten bir sis varmış gibi kimse birbirini göremiyordu; bakıyorlar lakin bedenin ötesine geçip yüreklerine ulaşamıyorlardı. Gözleri de bedenleri gibi birbirine değmiyordu...

Taehyung, zihninde Jungkook'u bir dağ olarak görüyordu; zirvesine kurulup da yuvasını yapmak istediği bir dağ. Lakin ulaşmak istediği adamla aralarında koca koca çitler vardı, Taehyung'un ise boyu yetmiyordu onlara, dağ kalkıp gelmediği sürece ancak uzaktan seyredebilirdi. Bu da ne yazık ki, doğaya aykırıydı.

Bu sırada babasının tasmadan hallice kravatını küçük elleriyle çekiştirip duran ve atmosferin gerginliğinden olsa gerek yerleştiği kucakta mızmızlanan oğulları Taejung ise ayrı bir olaydı. Henüz bebek olduğu için babalarının neden birbirinden uzakta olduğunu, neden daha önce hiç görmediği yetişkinlerle birlikte yine aynı şekilde daha önce hiç bulunmadığı bir yerde olduklarını anlamıyordu.

arsonist's lullabye • tkWhere stories live. Discover now